Hepimiz ülkemizin zor bir döneme şahitlik yaptığını görüyoruz. Genç bir devlet… Şunun şurasında daha ne kadar zaman oldu ki bu devletin onca badireleri atlatıp yeniden kuruluşu…

Kabul etmek lâzım… Yeni bir yapılanma da o kadar büyük bir mücadelenin altından bu kadar cık bir zaman da kalmak… Mucizevî bir zaman söz konusu… Fakat işin en ilginç yanı bu mucizenin kahramanlarının da, yine, birebir bu ulusun bireylerinin oluşu… Niçin mi ilginç? Birçok köstekle, desteksiz, yalnız bir kurtuluş hikâyesi. Şöyle bir bakıldığında acı ve zor bir ders… Fakat yakın tarihimizden beriye gelip, şu zamana bakarsak, bu zor acı ders, bize ders olmamış anlaşılan. İlginç oluşu da işte bundan…

İstikbalin gelecekte bekçisinin ve koruyucusunun gençler olması gerektiğini söyleyen önderimizin çabası iç mi ediliyor?

Önderimizin, Ulusu sonsuza dek ayakta tuta bilecek, belli başlı öğütlerini ve yaşamı kolaylaştırıcı miraslarını, bilebile unutmak niye?

Yok, etmeye çalışmak niye?

Bunu aklım mantığım almıyor… Hâlâ, içimizde şahsi fikri dahi sorulduğunda, kocam bilir, evin erkeği bilir diyen kafalar… Ortalıkta, sen kadınsın, bu diyarda erkek yok mu diye kadını ikinci sınıf varlık olarak nitelendiren zihniyetler. Dünya’yı biz mi kurtaracağız, çevreyi benim attığım çöp mü kirletiyor deyip, her defasında çöpünü oturduğu yere bırakanlar olduğu müddetçe, biz bu tarihi hep aynı yazacağız…

Evet…

Tonlarca pirincin içerisinden taşların hepsini bu kadar kısa bir sürede ayıklamak mümkün değildi… Ama ne yapılabileceği de ona öğütlenmişti…

Ahhh, bir de o öğüdü görebilsek…

En büyük düşman insanın kendi içerisinde ki düşmandır… Ve cehalettir… Öyle korkunç bir hiçliktir ki cehalet, derler ya insanın kendi ayağındaki çamaşırını, kendisinin çıkartıp, ayıbını, matah bir işmiş gibi farkın da olmadan sergilemesine sebebiyet verir diye… Cehalet, insanı böyle aciz yapar. Cehalet, insanı bu kadar utanılası bir pozisyona sokar… Maskara eder cümle âleme kendi kendini…

Avrupa’nın devi, delisi olmuştu bir zamanlar… Şimdi ders alamadığı o günlere geri dönüş çabasına bakar mısınız?

O halde; Yeter bu kadar maskaralık… Herkes üzerine düşeni vakit geçirmeden yapsın. İşe; gençlerden başlamak lâzım. Bir zamanlar halk evleri vardı. En çaresiz olunduğu zamanlarda, imdada yetişen bir kuruluş…

Halk evlerinin kuruluşunun da önemli iki sebebi vardı:

*Kültürel sebep.

*Siyasi sebep.

Peki, bu kuruluş bu kadar faydalıydı da, neden kapatıldı?

Bence, ilk etapta halk buna izin vermemeliydi. Oysa halk evlerinin kuruluş sebeplerinin içerisinde o zamanların olmazsa olmazı gereken siyasi sebebi de vardı…

O zamana ki duruma bakarsanız, bu olmalıydı. Fakat tehlikeli bir boyuta geldiği görüldüğü anda da halk evlerini tümden kaldırmak yerine, siyasi sebebi oluşumdan çıkartılıp, teşkilatın yapısı değiştirilmeliydi. Belki ileride tekrar oynamak kaydı ile… O an ki kargaşada, tek yol bu görünüyor olsa da, günümüzde nasıl bir parti kapatılıp yeniden açılabiliyorsa bu teşkilât da yeniden oluşturula bilirdi.

Günümüzde halk evlerinin yerini alabilecek dernek ve kuruluşlar var… Ama parça parça…

Günümüzde, halkı bilgilendirmeyi kendine amaç edinmiş, misyon sahibi idealist insanlarda var. Bunların zaman zaman toplumsal olaylarda, faaliyetlerde, sivrilerek kendilerini gösterdiklerini görüyoruz. Ve biz onlara halk kahramanı da diyoruz aramızda.

Onlar biliyorlar ki, kendi geleceklerinin ve toplumlarının geleceğinin, birileri tarafından olumlu ve kültürel kazanımlarla, karakteristik bir yapıyla sağlamlaştırılması gerektiğini… Bu görev aslında hepimize düşüyor. Olaya bireysel başlayıp, örgütlü guruplar oluşturarak devam etmek gerekiyor. Günümüz de ki dernek ve sivil toplum örgütlerinin de çabası budur, bu olmalıdır… Geriye, bu dernek ve kuruluşların duyurulması kalıyor. Duyuruluyor ama yetersiz demek ki… Elimizin altındaki sosyal paylaşım sitelerini, daha fazla oyunlar oynamak yerine, bu tip duyurumlar için de kullana biliriz meselâ… Hatta eğitici zeminler haline getirebiliriz…

Bakınız, Bartın ve şirin ilçesi Amasra, geçtiğimiz günlerde, henüz kesin netice alınmamış dahi olsa bireysel çabaların birleştirilip, örgütlü bir mücadeleye dönüştürüldüğü çevre olayına şahitlik yaptı… Turizm cenneti Amasra’ya termik santral istemiyoruz mücadelesi. Baş aktörlerse açıkça eylemin içinde hemen göze batıyordu…

BARGÜZSANTUR DERNEĞİ’NİN bireysel çaba göstererek oluşturduğu kurucusu ve başkanı Kubilay MENTEŞ Beyefendi.( İşte size bir birey ve oluşturduğu gurup…)Bu derneğin sanatsal aktivitelerini bir bilseniz: Şiir buluşmaları, tiyatro eğitmenliği ve sahnelenen oyunlar. Çevre-doğa gönüllüsü olarak yaptıkları çalışmalar, daha sayamadığım birçok güzellik… Yardım ve destek programları...

İsmine o kadar yakışan bir dernek ki, diğer çalışmalarına birebir şahit olan biri olarak, gönül rahatlığı ile bunu söyleyebilirim… Çünkü bazı dernekler,ne kadar dernekte olsalar, kendi aralarında dahi bir birlikteliği sağlayamamış durumdalar..Başlarında, bu çabayı gösteren liderleri de olsa.Yani demek istediğim bazı durumlar da bireysel çabalarda sonuçsuz kalıyor.Böyle bir durumda da bu işi yapabileceğiniz bir yönetim oluşturmak zorundasınız.Birey olarak çabanızın sonuçsuz kaldığını fark edince hemen bir gurup oluşturmak ve oluşumda doğru insanları doğru dava arkadaşlarını bulup seçmek çok önemli.Bu noktada da siyasi seçenek devreye giriyor farkın damısınız?Ama anladığınız partiler arası siyaset değil bu…Bu biraz da karizmanın,uzun süreli çalışmanın ve kültürün işi…

İşi, yokuşa sürmeden aklınızı kullanarak oy vereceksiniz. Mantığınıza uyan zemin sizin bulunmanız gereken yerdir… Bu durumda da, halk evlerinde ki siyasi sebep üstü örtülü olarak insiyatifen devreye girmiş oluyor…

Oluşum sebeplerinden çıkartıp, yapının ya kumuna, ya suyuna ya da çimentosuna eklemek gerekiyor bu sebebi… İyi niyetli olarak çatışmalara sebep vermemek için. Ne kadar kandırmaca gibi de olsa. Beyaz yalanlar gibi de lanse edile bilir bu siyaset kavramı oluşumlara… Bu kelimeyi korkunç da yapan olmazsa olmaza da ekleyen biz insanlarız neticede…

Bireysel çabalarıyla perde arkasında sayabileceğim birçok isim var… Onlar Bartın’ın kahramanları…