Bir öğretmenler gününe daha veda etmek üzereyiz. Gelenler var aramıza, gidenlere inat. Gök kubbenin altında akıp giderken ömrüm, şu okul çatılarının altında ne hüzünlü öğrenciler, onların elem ve kederini yüreğinin derinliklerinde hisseden öğretmenler gördüm. Kendi derdini unutup; ana kucağından, baba ocağından ayrılıp, bir kelime öğrenmek için gelen, geleceğimiz olan canlarımıza can katan öğretmenlerim, sizleri ben anlatamam. Varsın, aslı astarı olmayan sözlerle birileri anlatsın. O ben olmayayım. Dinleyin ama!…
Bizleri; şu bahçede koşuşan, şu bankta oturup arkadaşı ile dertleşen, tutulduğu sevdaya cevap alamayan, telefonunda konturu, cebinde harçlığı kalmayan, ailesinde, evinde, yurdundaki dertleri nedeni ile içindeki fırtınayı bilemediğim, fakat hissettiğim canlarım alkışlasın sizi.
Makam arabaları sevenlerin olsun. Bizi sevip, sevdiğini dile getiremeyenler yeter! Hani, bir hastane kapısında, bir dairede, bir bankada, velhasıl her yer de ummadığımız bir anda karşımıza çıkıp, “öğretmenim” deyip öpmek için elimize koşan, bugünün yaramazları, geleceğin dostları yeter.
Onlar, gül ise biz bahçıvan. İhmal edersek kuruyup, çok sularsak çürüyüp gider. Hamur kıvamında olursa yufka güzel olur. Hamuru yoğuran mahir ellerdir. Tuzunu, suyunu, ununu, ölçülü kat ki sonucu iyi olsun. Unutma ki gördüğün büyük dağlar, küçücük kum tanelerinden meydana gelmiştir.
Öğrenmek isteyene günde bir kelime yeter. O kelimeyi de herkes almak ister. Yeter ki vermeye çalış. Niyetimiz iyi ise, sonuç da iyi olur. Biz onların aynasıyız. Onlar geleceklerini biz de görürler. Hatalarını, kusurlarını bilirler. Özür dilemek isterler ama içlerindeki egoları engel olur kendilerine. Bahar mevsiminde kavak ağacının tepesine çıkan sarmaşığa benzerler.
Sarmaşık kavak ağacının tepesine çıkmış, derki “ ey kavak, bu kadar yıldır ayaktasın, bak ben seni iki-üç ayda geçtim” der. Kavak seslenir sarmaşığa, “başına kırağı yağınca görürüm ben seni” der. Güz gelip kırağı yağdığında, sarmaşık iner kavağın dibine.
Bakmayın hava attıklarına! Kırağı görmemiş sarmaşıktır onlar. Uslanırlar bir gün. Onlar bizim esersimiz, biz ise onların mimarıyız.
Bir öğretmenler günü toplantı salonuna geç kaldım. Salona koşar adamlarla giderken, bir kenarda üç öğrenci ellerinde bir simiti aralarında paylaşıyorlar gördüm. Yaklaştım yanlarına, “öğle yemeğine gitmediniz mi” dedim. “Biz burada yiyoruz” dediler. “Hani yemeğiniz” dedim. Çekinerek “bize bir simit yetiyor” dediler. Köyden geliyorlarmış, her gün aynı şekilde geçiştiriyorlarmış. O gün, bizim günümüz olduğundan okul müdürlüğü ve okul aile birliği öğretmenlere; pide, ayran-çay, tatlı ikramında bulunmuş. Salona girdiğimde payıma düşeni alıp dışarı çıkarken, okul müdürü seslendi arkamdan. Hemen yanına vardım durumu anlattım. Sağolsun. “Dilediğin kadar al götür” dedi. Öğretmenlere ikram edilenlerden aldım ve doğruca öğrencilerin yanına gittim. Almak istemediler, onur ve gururlarından. Bende onlarla beraber oturdum. İçlerinden biri, “öğretmenim, ben pidenin yarısını ev de kardeşim var, ona götürebilir miyim” dedi. Durumunu anladım. “Yavrum sen şimdi bunu ye, onu hallederiz” dedim ve hallettim. Sizler ne anladınız bundan bilemiyorum! Aradan yıllar geçtiği için anlatıyorum. Biz öğretmeniz, akşam yastığa başımızı koymadan önce, bin defa düşünürüz. Bundan belki de yanımızda duran eşimizin bile haberi olmaz. İşte öğretmenlik böyle bir şey. Çok hikâye anlatıp ne yaramı deşeyim, ne de zamanınızı alayım. Zaten sizler benim yapamadıklarımı yapıyorsunuz. Öğretmenlik gönül mesleğidir. Gönülden gönüle köprüyü kuran, siz değerli meslektaşlarımsınız. Bir peygamberlik mesleğinin devam ettiricilerisiniz. Saygı ve selamlar sizlere olsun, gönül dostlarım.