Sabır; insanın tabiatına, yaratılışına aykırı olan zorunlu hallere uymak ve güçlüklere karşı koymaktır. Sabrın gayesi, beklenmedik olaylar, içine düşülen güçlükler karşısında tedirgin olmamak, paniğe kapılmamak ve tahammül göstermektir.
İnsan yaşam süresince çeşitli zorluklarla karşılaşabilir. Zenginlikle veya fakirlikle imtihan olur. Sağlıklı iken hasta olabilir. Sel, deprem, yangın, kaza gibi felaketlerle karşılaşabilir. Çalışırken işten çıkarılabilir. Olmadık bir yerde ve zamanda değişik şekillerde iftiraya uğrayabilir. Bütün bu ve benzeri durumlarda insanın en büyük dayanağı başına gelene sabretmektir.
“Doğrusu kim Allahtan korkar ve düştüğü felakete sabrederse muhakkak ki Allah iyilik edenlerin mükâfatını boşa çıkarmaz.” (Yusuf, 90)
Unutmayalım ki hayat yolculuğumuzun her bir adımı imtihan içindir. Bizi bizden daha iyi bilen bir Rabbimiz vardır. Bizleri değişik şekillerde imtihan etmektedir.
“Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmekle elbette deneriz. Sabredenleri müjdele.” (Bakara, 155)
Ayette; korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı gibi Müslümanların tâbi tutulacağı imtihan çeşitleri sayılmaktadır. Bütün bunlar karşısında sabırlı davranan ve Allah’a karşı güvenini kaybetmeyen, teslimiyetini bozmayan mümin kazanacaktır. Hangimizin başına olmadık işler gelmedi ki…
İnsanlar arasından seçilen, insanların yol göstericileri olan elçiler de Rabbimiz tarafından sabırla imtihan edilmişlerdir. Ve onların duaları Hz. Musa’nın (a.s.) dilinden; “Ey Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür,” (Araf, 126) olmuştur.
Başımıza gelenlerden kurtulmamız için yardım istenilecek tek yer, tek merci, tek makam Allah’tır (c.c.). O’ndan isteyebilmek için de, istemeye yüzümüz olması gerekir. Öncelikle O’nun emirlerinin ilki olan namaz ibadetini bihakkın yerine getirmelidir. Namaz dinin direği, ibadetlerin temeli, Müslümanlığın göstergesidir. Namaz ibadetini yerine getirdikten sonra başımıza gelenlere sabretmek ikinci şart olarak görünmektedir. Çünkü sıkıntıyı veren de O, giderecek olan da O.
“Ey iman edenler! Sabır ve namaz ile (Allah’tan) yardım isteyin. Muhakkak ki Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 153)
Sabır hazinedir. Sabretmek, kurtuluşa, başarıya sebep olan güzel huydur. Sabır, Peygamberlerin hasletlerinden, özelliklerindendir. Bunun için atalarımız, “Sabır, acı ise de meyvesi tatlıdır”, “Sabır selamettir”, “Sabırla koruk, helva olur” demişlerdir. Belalara sabretmek, kurtuluşa sebeptir.
“Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!” (Âl-i İmrân, 200)
Allah; mutluluk ve kurtuluşun temel şartı olarak, sabırlı olmayı, sabır yarışında düşmanları geçecek bir dayanıklılık göstermeyi istemektedir. Devamında da sürekli uyanık bir şekilde sınır bekçiliği yapmayı ve Allah’a karşı daima saygılı bulunmayı tavsiye etmektedir.
Kurtuluş ve mutluluğun en başta gelen şartının sabır olduğunu, imtihan ve sıkıntılara sabırla göğüs gerilmesi, başarıya ulaşmanın tek şartını sabır olduğu ayetlerde bildirilmektedir. Kısaca “Zafer ve başarı, gösterilecek sabra bağlıdır” Allah’tan, kâfirlere, hainlere karşı yardım ve zafer isteyen Müminlere Allah Teâlâ’nın bu ayetle cevap verdiği görülmektedir.
“Sabredenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” (Zümer, 10)
Ödülün hesapsız olması, sabrın ehemmiyetini göstermektedir. Sıkıntı ve felâketler karşısında gösterilecek sabır, pek büyük bir meziyet olmasaydı, hesapsız mükâfat vadedilmezdi.
“Fakat sabredip (kendisine yapılan kötülüğü) bağışlayanın işi, işte bu, benimsenmeye değer işlerdendir.” (Şûrâ, 43)
Sabretmek ve affedici olmak kolay bir iş değildir. Kendilerine benzemeye ve yaptıklarını izlemeye değer kişiler böyle insanlardır. Çünkü onlar gerçekten zoru başarmış, güzeli ortaya koymuşlardır.
Sıkıntılara sabretmek ve başkalarının hatalarını bağışlamak gerçekten önemli ve sebep-sonuç açısından birbiriyle yakından ilgili iki tavırdır. Bu iki davranışta bulunan kişi örnek alınmaya lâyıktır.
Güçlükler ve zorluklar karşısında yardım isteme durumunda kalan Müslümanlar, sabırlı davranmak ve dua etmek suretiyle Allah’tan yardım dileyeceklerdir. Dayanmadan, göğüs germeden hemen başarılı olmayı beklemeyeceklerdir. Namaz, nasıl öteki ibadetlerin başı ise, sabır da bütün ahlâkî davranışların başıdır. Bu sebeple Allah’ın yardımı ancak bu iki üstün hal ile istenmelidir. İslâmî hedeflere, devamlı kulluk yapmakla ve bu uğurda karşılaşılacak güçlük ve felâketlere göğüs germekle varılabilir. Kulluk ve sabırla Allah’tan yardım dilemek, başarının iki önemli şartıdır.
“İçinizdeki mücahitlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar elbette sizi deneyeceğiz.” (Muhammed, 31)
Bu ayet, mücahit askerlerimizle ile sabırlı davrananların birbirlerine çok yakın olduklarını, yani sabrın da bir nevi cihat demek olduğu anlatılmaktadır. O halde cihat ne ölçüde babayiğitlik işi ise, sabır da aynı şekilde yiğitçe bir tavırdır. Hele cihadın güçlüklerine sabretmek ise, başlı başına ayrıca bir cihat anlamındadır. Hayattaki imtihanların hikmeti de bu mücahitler ile sabredenlerin ötekilerden ayrılıp ortaya çıkarılması, belirlenmesidir. Gece-gündüz demeden, yağmurun-karın altında çamurun içinde, vatan, bayrak için mücadele eden mücahitlerimizin Allah yar ve yardımcısı olsun.
Mücahit; vatan, millet, bayrak, inançları uğruna savaşan kimseye; bu uğurda yapılan mücadeleye de cihat denir. Bu topraklar bize cihat eden mücahit atalarımızın emanetidir. Bizler de torunlarımıza bırakmamız için mücadele etmek, gerekirse canımızı vermek boynumuzun borcudur. Toprak uğrunda ölen varsa vatandır. Bu topraklar için canını vermeye hazır nice yiğitlerimiz vardır ve varız.
Sabırla ilgili Peygamber Efendimizde buyuruyor ki;
“İmanı en üstün olan; sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.”
“Allah, sevdiği kulu dertlere müptela kılar, o da sabrederse, ondan razı olur.”
“Kötü komşunun eziyetlerine ölünceye kadar sabredeni Allah sever.”
“Allah, sabredeni sever.”
“En üstün ibadet sıkıntıya sabretmektir.”
“En şiddetli bela sabrın az olmasıdır.”
“Yeminle söylüyorum, uğradığı zulme sabredenin Allah şerefini arttırır.”
“Geçim sıkıntısına sabredeni Allah Firdevs Cennetine koyar.”
“Kıt kanaat geçinecek kadar az rızka sabredenlere müjdeler olsun.”
“İki gözünü kaybeden sabrederse Cennete gider.”
“Müminin silahı sabır ve duadır.”
“Allah buyurdu ki: Benim hükmüme razı olmayan ve verdiğim musibete sabretmeyen benden başka Rab arasın.”
“Bir farzı yapmak veya bir günahtan kaçınmak sabırsız ele geçmez. Çünkü (İman nedir?) diye sorulduğunda Peygamber efendimiz, (Sabırdır) buyurdu.” (Deylemi)
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.), (ölen) çocuğu için ağlamakta olan bir kadına rastlamıştı:
"Allah'tan kork ve sabret!" buyurdu: Kadın (ıstırabından kendisine hitap edenin kim olduğuna bile bakmadan):
"Benim başıma gelenden sana ne?'' dedi. Resulüllah (s.a.v.) uzaklaşınca, kadına:
"Bu Resulüllah idi!'' dendi. Bunun üzerine, kadın çocuğun ölümü kadar da söylediği sözden dolayı (utanıp) üzüldü. (Özür dilemek için) doğru peygamberimizin kapısına koştu: Onu kapıda bekleyen kapıcılar görmedi, doğrudan huzuruna çıktı ve:
"Ey Allah'ın Resulü, (o yakışıksız sözü) sizi tanımadan sarfettim (bağışlayın!)" dedi. Peygamberimiz:
"Makbul sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir" buyurdu."
Ümmü Seleme (r. a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.)'ı şunları söylerken işittim:
"Kendisine bir musibet gelen Müslüman Allah'ın emrettiği: "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci'ün, allahümme ecirni fi musibeti vahluf li hayran minhâ. "Biz Allah'ınız (Allah’tanız) ve ancak O'na döneceğiz.
Bana bu musibetim için ücret ver. Ve bana bunun arkasından daha hayırlısını ver'' derse Allah o musibeti alır ve mutlaka daha hayırlısını verir."
Ümm-ü Seleme der ki: "Ebu Seleme (r. a.) vefat ettiği zaman ben: "Ebu Seleme'den daha hayırlı olan hangi Müslüman var? Resulüllah (s.a.v.)'a ilk hicret eden hane, onun hanesiydi'' dedim. Ben bunu söyledikten sonra Allah, onun yerine bana Resulullah (s.a.v.)'ı verdi. Şöyle ki: Resulüllah (s.a.v.), bana Hâtib İbnu Ebi Belte'a'yı göndererek kendisi için beni istetti. Ben: "Benim (küçük) bir kız çocuğum var, ayrıca ben kıskanç bir kadınım. (Resulüllah'ın ise birçok hanımı var, imtizaçsızlıktan korkarım)'' diye cevap verdim. Resulullah (s.a.v.):
"Kız çocuğuna gelince, Allah'a dua ederiz, onu kendisinden müstağni kılar, kıskançlığı için de Allah'a gidermesini dua ederim'' buyurdular.''
Ebu Sinan anlatıyor: "Oğlum Sinan'ı defnettiğimde kabrin kenarında Ebu Talha el-Havlani oturuyordu. Defin işinden çıkınca bana:
"Sana müjde vermeyim mi?'' dedi. Ben:
"Tabii, söyle!'' dedim.
"Ebu Musa el-Eş'ari (r. a.) bana anlattı'' diye söze başlayıp Resulüllah'ın şu sözlerini nakletti:
"Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler:
"Kulumun çocuğunu kabzettiniz mi?"
"Evet" derler.
"Yani kalbinin meyvesini elinden mi aldınız?'' Melekler yine:
"Evet" derler. Allah tekrar sorar:
"Kulum (bu esnada) ne dedi?''
"Sana hamdetti ve istircâda bulundu'' derler. Bunun üzerine Allah (c.c.) şöyle emreder:
"Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu'l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.''
Ebu Hüreyre (r. a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Allah (c.c.) şöyle demiştir: "Ben kimin iki sevdiğini almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfat vermeye razı olmam.''
Abdullah İbnu Amr İbni'I-Âs (r. a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki: "Mümin kul, dünya içindeki has sevdiği (evladı) elinden alındığı zaman sabreder ve mükâfat umarsa Allah o kulu için cennetten aşağı bir mükâfata razı olmaz."
Atâ İbnu Ebi Rabâh (r.a) anlatıyor: "İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) bana:
"Sana cennet ehlinden bir kadın göstermeyeyim mi?'' dedi. Ben de: "Evet göster!'' dedim.
"İşte dedi, şu siyah kadın var ya, o, Resulüllah'a gelip: "Ben saralıyım, (nöbet gelince) üstümü başımı açıyorum, Allah'a benim için dua ediver (hastalıktan kurtulayım)'' dedi. Peygamberimiz (s.a.v.);
"Dilersen sabret, sana cennet verilsin, dilersen sana şifa vermesi için Allah'a dua edivereyim'' dedi. Kadın: "Öyleyse sabredeceğim, ancak üstümü başımı açmamam için dua ediver'' dedi. Resulüllah da ona öyle dua etti.''
Atâ İbnu Yesâr (r.a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.) buyurdular ki: "Kul hastalandığı zaman Allah (c.c.) ona iki melek gönderir ve onlara: "Gidin bakın, kulum yardımcılarına ne diyor bir dinleyin!" der.
Eğer O kul, melekler geldiği zaman Allah'a hamt ediyor ve senalarda bulunuyor ise, onlar bunu, her şeyi en iyi bilmekte olan Allah'a yükseltirler. Allah (c.c.), bunun üzerine şöyle buyurur: "Kulumun ruhunu kabzedersem; onu cennete koymam kulumun benim üzerimdeki hakkı olmuştur. Şayet şifa verirsem, onun etini daha hayırlı bir etle, kanını daha hayırlı bir kanla değiştirmem ve günahlarını da affetmem üzerimde hakkı olmuştur.''
Habbab İbnu'l-Eret (r.a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.) Kâbe’nin gölgesinde‚ bir bürdeye (hırkaya) yaslanmış otururken, gelip (müşriklerin yaptıklarından) şikâyette bulunduk:
"Bize yardım etmiyor musun, bize dua etmiyor musun?'' dedik. Şu cevabı verdi:
"Sizden. Önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir testere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Bazısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücudunda sadece et ve kemik kalıyordu. Bu yapılanlar onları dininden çeviremiyordu. Allah'a yemin olsun Allah bu dini tamamlayacaktır. Öyle ki, bir yolcu devesine bindimi Sana'dan kalkıp Hadramevt'e kadar gidecek, Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmayacak, koyunu için de sadece kurttan korkacak. Ancak siz acele ediyorsunuz."
Üsâme İbnu Zeyd (r.a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.)'ın kızı Zeyneb, babasına birisini göndererek "Oğlum ölmek üzere, son nefesini verirken yanında hazır ol'' diye rica etti. Resulüllah (s.a.v.); adamı geri çevirirken:
"Selamımı söyle ve şunu hatırlat: Alan da Allah'tır, veren de Allah'tır. Her şeyin O'nun yanında muayyen bir eceli vardır. Sabretsin ve Allah'ın (sabredenlere vereceği) mükâfatı düşünsün!''
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Ebu Talha'nın bir oğlu hastalandı. Sonunda Ebu Talha evde yokken vefat etti. Çocuğun öldüğünü bilmiyordu. Hanımı, çocuğun öldüğünü görünce, (çocuğun defni için gerekli) hazırlığı yaptı, onu evin bir kenarına koydu. Ebu Talha (akşam olup) eve gelince: "Çocuk nasıl oldu?" diye sordu. Hanımı, "Sükûnete erdi, istirahate kavuşmuş olmasını umarım" (diye yuvarlak bir) cevapta bulundu. Ebu Talha hanımının doğru söylediğini zannetti.
Sonra hanımı, akşam yemeğini getirdi. Yatağını hazırladı. (Sonra kocası için süslendi. Ebu Talha temasta bulundu.) Sabah olunca Ebu Talha gusletti. Evden çıkacağı zaman hanımı çocuğun ölümünü haber verdi. Ebu Talha, Resulüllah (s.a.v.)'la sabah namazı kıldı. Sonra kadının yaptığını bir bir anlattı. Resulüllah (s.a.v.):
"Allah gecenizi hakkınızda mübarek kılmış olsun" buyurdular. Sonra onlara (Allah c.c.) dokuz evlat verdi, hepsi de Kur'an'ı okudular."
Kâsım İbnu Muhammed anlatıyor: "Hanımım vefat etmişti. Bana, Muhammed İbnu Ka'b el-Kurazi, ta'ziye (baş sağlığı dilemek) maksadıyla uğradı. Ve şunu anlattı:
"Beni İsrail'de fakih, âlim, abid, gayretli bir adam vardı. Onun çok sevdiği karısı vefat etmişti. Onun ölümüne adam çok üzüldü, öyle ki, bir odaya çekilip kapıyı arkadan kapattı, yalnızlığa çekildi, kimse yanına giremedi. Onun bu halini, Beni İsrail'den bir kadın işitti. Yanına gelip: "Benim onunla bir meselem var, kendisine bizzat sormam lazım" dedi. Halk oradan çekildi. Kadın kapıda kalıp:
"Mutlaka görüşmem lazım" dedi. Birisi adama seslendi:
"Burada bir kadın var, senden bir şeyler sormak istiyor, "mutlaka bizzat görüşmem lazım, bizzat sormam lazım" diyor. Herkes gitti kapıda sadece o kadın var ve ayrılmıyor." İçerdeki adam:
"O'na müsaade edin gelsin" dedi. Kadın yanına girdi. Ve:
"Sana bir şey sormak için geldim" dedi. Adam:
"Nedir o?" deyince, kadın anlattı:
"Ben komşumdan emaneten bir gerdanlık almıştım. Onu bir müddet takındım ve emaneten kullandım. Sonra onu benden geri istediler. Bunu onlara geri vereyim mi?" Adam:
"Evet, vallahi vermelisin!" dedi. Kadın:
"Ama o epey bir zaman benim yanımda kaldı. (Onu çok da sevdim)" dedi. Adam:
"Bu hal senin, kolyeyi onlara iâde etmeni daha çok haklı kılıyor, zira onu iade edeli çok zaman olmuş" demişti (ki, bu cevabı bekleyen kadın) atıldı:
"Allah iyiliğini versin! Sen Allah'ın sana önce emanet edip, sonra senden geri aldığı şeye mi üzülüyorsun? O, verdiği şeye senden daha çok hak sahibi değil mi?" dedi. Adam bu nasihat üzerine içinde bulunduğu duruma baktı (ve kendine geldi). Böylece Allah, kadının sözlerinden adamın istifade etmesini sağladı."
Ebu Musa (r.a.) anlatıyor: "Resulüllah (s.a.v.) buyurdular ki: "İşittiği şeyin verdiği ezaya aziz ve celil olan Allah'tan daha sabırlı kimse yoktur. Çünkü O'na şirk koşulur, evlatlar nispet edilir. O, yine de onlara afiyet ve rızık vermeye devam eder."
İbnu Mes'ud (r.a.) anlatıyor: "Ben, peygamberlerden birinin acıklı bir hikâyesini anlatmış olan Resulüllah (s.a.v.)'ı şu anda sanki tekrar seyrediyor gibiyim. Demişti ki: "Kavmi ona şiddetle vurup yaralamıştı. O hem akan kanlarını siliyor, hem de: "Allah’ım, kavmimi mağfiret et, çünkü onlar bilmiyorlar" demişti."
Abdurrahman İbnu'l-Kasım anlatıyor: " Kim bir musibete uğrarsa, benim yokluğum sebebiyle maruz kaldığı musibetini hatırlasın. Çünkü bu, en büyük musibettir."
Yahya İbnu Vessab, Resulüllah (s.a.v.)'ın Ashabından bir yaşlıdan naklediyor: "Resulüllah (s.a.v.) buyurdular ki: "İnsanlara karışıp onların ezalarına katlanan Müslüman, onlara karışmayıp, ezalarına katlanmayandan hayırlıdır."