Rabbimizin yolunda evlad-ı iyallerimizle ilerlerken birçok engelle karşılaşıyoruz. Ahir zaman ümmeti olduğumuz için fitne fesat, haktan görünüp yağmur gibi üzerimize gelmektedir. Bize düşen sabretmektir. Başa gelen her şeyin Hak’tan olduğunu bilip sınavda olduğumuzu unutmamaktır. Dua ediyoruz; Rabbim bizi şaşırtma, soyumuzdan iyi insanlar halk et diye.

İnsan görünümündeki şeytanlar, her türlü kılığa girip şan ve şöhretleri için kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, gittiği yolda gitmeyenlere her türlü iftirayı atıp, dedikoduyu yayıp kişilerin onur ve şahsiyeti ile oynamaktadırlar. Maalesef kendilerine taraftarda bulmaktadırlar. Bu müfterilerin peşinden gidenlerde az değildir.

“Yirmi sekiz şubat doksan yedi” diye bilenen zalim dönemde, dönemin papaz severleri; bugünün verdiğimiz vergilerle alınan uçaklardan ve aldıkları maaşla tepemize kurşun yağdıran hainlerden şikâyet var “Okul bahçesinde başı örtülü” diye. Tutuyorlar tutanağı, “ideolojisinden dolayı örtmüş” diye. Karar gelir, en tepeden atın bunu diye! Gülüyorlar hainler kıs kıs!.. Biz, gülenlerden ve güldürenlerden değiliz.

Otuz Ağustos Zafer Bayramı ve Ramazan Bayramının aynı günde kutlandığı gündü. İki bin on birli yıllar gibi. Gecenin bir vaktinde en az on kilometre uzaktan bayram ziyaretinden geliyordum. Evin önünde üç asker, “kavgaya karışmışsın, in arabadan gel bizimle” deyip ne olduğundan haberim bile olmadığı halde taktılar beni peşlerine.. Yalancı, sahtekâr, müfterinin biri veya birileri şikâyet etmiş. Sonuç; beş yıla yakın bir zaman, avukat, şahitler derken suçsuz olduğumuz ancak ispatlanmıştı. Rabbim soyumuzdan müfteri insanlar halk etmesin! Biz onlardan değiliz.

Onbeş Temmuz gecesi camiden eve geldim. Rutin olarak günün haberlerini izleyeyim, diyerek televizyonu açtım. Allah Allah… Bu zamanda bu da ne! Darbe, kalkışma lafları uçuşuyor havada. Evdekilere “haydi gidiyoruz” demeye bile fırsat kalmadı. Bayrağımızı kapıp, arabaya astık. Doğruca parti binasının önüne gittik. İhtilal girişimi AKP’ye yapılmış gibi görünüyor. Kimseler yoktu. İn cin top oynuyordu. Oradan meydana gittik. Derken etrafımızdaki kalabalıkta çoğalmaya başladı. Oniki Eylülü yakından bilen birisiyim. İstanbul Feriköy Konya Yüksek Öğrenci Yurdundan Cuma namazına göndermek istemeyen askerlere kafa tutup, izini zoraki çıkartan biriyim. Biz yetiştirdiğimiz, yetiştiğimiz, adam gibi adamı yolda bıkacak kadar, makam mevki peşinde koşanlardan değiliz. İlk günden son güne kadar sokaklardayız. Sonuç mu? Ne siz sorun ne ben söyleyeyim!... kapılar kapalı. Zanlısın!... nereden bildiniz… Öyle düşünüyoruz… ben sözü Rabbime bırakıyorum, belki duyan olur diye:

“Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat / 12)

“Onların çoğu zandan başka bir şeye uymaz. Şüphesiz zan, haktan hiçbir şeyin yerini tutmaz. Allah onların yapmakta olduklarını pekiyi bilendir.” (Yunus / 36)

“Hâlbuki onların bu hususta hiç bilgileri yoktur. Sadece zanna uyuyorlar. Zan ise hiç şüphesiz hakikat bakımından bir şey ifade etmez.”  (Necm / 28)

“…. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.”    (En’am / 148)

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Kovsunlar. Yarın Rabbin huzuruna hepimiz sadece kefenle çıkacağız. Dünyada yaptıklarımız bizimle gidecek. Bizler Müslümanlarız. Müslüman Müslümanın kardeşidir. Birbirimizi uyarmak zorundayız. Yaptıklarımızın hesabını vereceğiz. “boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hakkını aldığı günde” niçin bizi uyarmadınız, denmesin. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” Bir Müslümanın görevlerinin başında gelir; “emri bil mağruf nehyi anil münker” (iyiliği emretmek kötülüklerden uzaklaştırmaya çalışmak).

Müslüman, su-i (kötü) zanda bulunmaz, hüsn-ü (güzel) zanda bulunur. Allah’ın vermiş olduğu rızkı engellemeye çalışmak kulun harcı değildir. Bırakın, siz engel olmayın. Rabden geleni, sizden bilirler, hesabını sizden sorarlar. Makamlar - mevkiler gelip geçicidir. Aldanmayın bugünkü haline. Unutmayalım ki; Yusuf’u kuyuya attıranda Allah, Mısıra sultan yapan da Allah. İbrahim’i ateşe attıran da Allah, ateşi gül bahçesine çeviren de Allah. Eyüp’e derdi veren de Allah, dertten kurtaran da Allah. Yunus’u denize attıran da Allah, bir balık karnında denizden kurtaran da Allah.

Kısaca; değerli büyüklerim! Suçu olana cezasının karşılığı hak gözetilerek verilsin. Suçu olmayanların ahı alınmasın. “Şüphe” ile bir yere varılmaz. Kişi anadan suçu ile doğmaz. Suçlar ferdidir, kimse başkasının suçundan dolayı suçlanamaz. Her günümüz, her işimiz, her sözümüz, bizleri ya cennete ya da Allah korusun cehenneme götürmektedir. “Başınıza gelenler kendi yaptıklarınızdır.” Ey Rabbim! bizleri taşıyamayacağımız yükle imtihan etme. Bizlere doğru yolu göster, sapıtanların yolunu değil. “Fettah” isminle “Rezzak” kapılarını aç Allah’ım.