Farklı dünyalardayız her birimiz. Hatta evlatlarımızla bile, bir çatının altında farklı dünyaların insanları olarak yaşıyoruz.
Bir insanın dünyası ne demek peki?
Sevmek, öfkelenmek, ağlamak, üzülmek, coşmak, dingin olmak, tüm, bu ve bunun gibi içsel olguları, farklı dünyalara adapte etmek. Girişi çıkışı farklı boyutlardan en uygununu bularak, yaşama uydurmak. Hep bir şeyleri bir yerlere uydurmak için yaşamak.
Birileri, bir şeyleri bir yerlere ömrü boyunca uydurmaya çalışacak ve bu uydurmasyonların doğurduğu güzelliklere sebep arayacak. Güzelliklerin dışında karşılaştığı yanlış ve kargaşalara da sebep arayacak. Netice de, buna, karşı değer kurtarıcı da, çözümcü de arayacak. Kısacası, çaba: insan olmak ve ömrü boyunca bu dengeyi kurmak…
İnsanın dünyası dedikleri, bu mu yani?
Evet, evet, işte bu… Bu nokta da insan olarak yaşamanın da zorluklarını görüyorsunuz değil mi? Medeniyet diyorlar buna da. Yani, sizi, düşünemeyen canlılardan ayıran üstün özellik. Böyle ifade edilince de, diğer canlılara karşı, sanki bir özenti beliriveriyor özgürlüğü için savaşan insanoğluna. Hatta dışarıdan göründüğü gibi de olmuyor bu farklı farklı duyguların gösterimi.
Kimisi kızgınlığını, öfkesini sevgisine göre ayarlar. Kimisi olduğu gibi olur ama sonuçlarına da katlanacak kadar cesur olmalıdır. Kimi, cesaretini bile sevgisine, sevdiğine göre ayarlar. Ne kadar zormuş değil mi yaşam… İnsan kendine özel bir yaşamı elde etmek adına, sevgi ve sevgili gibi bir unsura bağlayarak hazırlıyor yaşamını. Bu sevgi-sevgili, kapsamlı, çok kapsamlı bir kavramdır. Bu nokta da, yaşam boyunca hep bir şeylerin ayarını birilerine göre yapmak zorundasınız. Ayarı tutturansa, aynı ayarla yaşamak zorunda. Küçük bir sapma, psikoloji denilen dengede oynamaya sebep oluyor ki; Bu da ruh sağlığını bozuyor. Ve çaba hâlâ insan olmak…
Çoğumuz bunu yaparız, yaşamımızı kendimize göre değil başkalarına göre ayarlarız. Buna da fedakârlık deniyor. Ve işte en önemlisi bunca fedakârlığı kimin için yapıyorsunuz? Karşılığını alıyor musunuz? O, buna değiyor mu? Bir sürü soruyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Hatta hiç tanımadığınız, toplumu oluşturan diğer insanlar için bile yaşamlarınızdan ödünler veriyorsunuz. Çaba, toplu halde yaşayan canlılardan biri, insan olmak
İşte buyurun, ayar çekmek zorunda kaldığınız ayrı bir konu: Yaşamda karşınıza çıkan soru işaretleri… Onları da aydınlatmak zorundasınız, çünkü insan olma çabası içerisinde soru işaretleri aydınlığa kavuşmadan huzur ve medeniyet maalesef yok. Sonuçta, salt özgürlüğün olmadığını, olamayacağını da fark ediyorsunuz. Peki, bunca çaba, ömür denen kısır döngünün neresinde size geri dönecek… Sevgi ve sevgili için yapılan bunca şeyin geri dönüşümü de sevgi oluyor mu? Soruyorum, çünkü bu takdir de, sevgi de sevgili de farklı ve herkesin kendi iç dünyası ile de alâkalı olacaktır. Ve, kimse kendi beklediği sevgiyi de sevgiliyi de bulamayacaktır. Yeryüzünde kaç insanın acaba eşi-benzeri vardır. Varsa acaba bu onun yakınında mıdır? Ulaşmak, eşini bulmak, bulup ta onunla yaşamak ne kadar mümkündür? Anne, baba, kardeş, arkadaş, eş,vatan için de geçerlidir bu…
İşte cevap: Siz de şartlara en yakınını bulup, onunla idare ediniz lütfen.
Şimdi anladınız mı, insanların ruh dedikleri bu olguyu, bilime dönüştürmelerinin sebebini? Ve bu bilimin neden bu kadar çok prim yaptığını…
Çaba hâlâ insan olmak…
Böyle bir çaba içerisinde, imrenilen yaşamlar:
Keşke kuşlar gibi kanatlarım olsaydı, sıkıldığımda alıp başımı anında bir yerlere uçuverseydim. Balıklar gibi, derin ve uçsuz bucaksız, masmavi denizlerde fazla oksijene ihtiyaç duymadan yaşayabilseydim. Aslanlar gibi güçlü olup, kızdığıma pençelerimi geçirip hiç ceza almasaydım. Hatta üzülme gibi bir duygum olmasaydı. Maymunlar gibi ağaç dallarında baş aşağı sallanarak atlayarak dolaşsaydım. (Gerçi bunun neresi özenilecek bir şeyse? Maymunların kuyruk sokumlarının ne halde olduğunu da düşünmek… Ooo insanın içini titretiyor.)Kuş olsam, balık olsam. İnsanoğlu şiirlerine, hikâyelerine bile işlemiştir bu hayali özlemlerini zaman zaman… Ama akıl, hepsinden üstün geliyor işte… Güç akılda saklı… Fakat kontrolsüz, dengesiz gücünde, güç olmadığı apaçık ortada… En acı tarafı da, İnsanın akıl gücünü kontrol etme çabası esnasında, bu dünya da, insanoğlundan daha kalabalık kesimi teşkil eden diğer canlılara zarar vermesi…
Çaba hâlâ insan olmak…
Yaşamını devam ettirmek için, yiyecek, içecek, nefes alacak, ısınacak, serinleyecek…
Aklının ayarını iyi yapacak. Sevecek, mutlu olmak ve çoğalmak için sevdirecek, dünyada neslini devam ettirmek için dünyaya getirdiklerini de aynı hak ve ayarlarla yetiştirecek ve tüm bunlar için dünyanın nimetlerini de sömürecek.(!)Hayvanları, bitkileri, suyu, havayı hepsini kullanacak. Bakın, çaba hâlâ insan olmak…
İnsan olmak çabası içerisinde olan insanoğlu, medenileşecek, medenileştikçe sömürecek, sömürdükçe doyumsuz olacak. O doyumsuzlaştıkça tüm canlılara ortak bahşedilen dünyanın hâkimi olmaya başlayacak. Dünyanın hâkimi oldukça, da kendi ırkı üzerinde de hâkimiyetler kurmaya Ve birbirlerini yok etmeye başlayacaklar ve burada da çaba, hâlâ insan olmak…
Dünyayı oyacak, altında üstünde ne varsa alacak. Ekmeğine göz diken kendi ırkını bile yok edecek. Bu arada ırkına saldırırken, diğer canlılara bahşedilen ortak nimetleri fazlası ile gasp edecek. Atom bombası, atom santralleri, termik santraller üstün aklının eserleri olacak. Bu üstün kontrolsüz akıl gücü kendini yok ettiği gibi, doğal yaşayabilme hakkını, doğal yaşamdaki diğer canlıları ve güzellikleri de yok edecek. Ve işte bura da da çaba hâlâ insan olmak.
Bu nokta da çaresiz kalan insanoğlunun, mecburiyetten, salt özgürlüğü unutup, birlikte ama olabildiğince özgür yaşama arzularını gerçekleştirebilmek gibi bir hakkı doğacak. Bu hakkını da kazanabilmek adına, diğer insanlarla bir araya gelecek. Kişisel haklar, diğer canlıları da göz önünde bulundurarak beraber bu dünyada yaşam şartları nedir diye düşünecek. Bunları tespit ederek bir kurul oluşturmak zorunda kalacaktır. Bunca çaba da insan olmak için…
İnsanoğlu aklı ile bunu da buldu, buldu ve efsane oldu… Ama ne efsaneler…
Kimisi Kral Artur gibi adalet için savaştı, yuvarlak masa şövalyelerini oluşturdu ve olmazsa olmazlarla dengeyi sağlamaya çalıştı.
Yuvarlak masada, başköşe diye bir şey yoktur. Her şövalyeye masada eşit alan verilmiş oluyor. Yuvarlaklık, Kral ve şövalyenin eşitliğini sembolize ediyor. Olmazsa olmazlarsa:
Asla yasadışı cinayet yapmamak,
Daima vatan hainliğinden kaçınmak
Zalim olmamak, bilakis, merhametli olmak…
Dünyevi amaçlar için münakaşa etmemek ve savaşmamak, v.b.
Komitenin çözemediğinde başvurulacak tek merci KUTSAL KÂSE…
Başka bir efsane:
Bu efsanede yine Budist kutsal kitaplarında Falun (Kutsal Yasa Tekerleği) Kralının insan dünyasına büyük yasayı yaymak ve insanları kurtarmak için geldiğini belirtir. Ve yasanın tıkandığı yerde manevi bir güç, kurtarıcı devreye girer. Yuvarlak masa şövalyelerinin kutsal kasesi gibi… Üç bin yılda bir açan, iki elin parmakları kadar nadir bulunan. Kutsal Yasa Tekerleği üyelerinin daha iyi çalışmaları ve yazgılı yaşamları kurtarmaları için cesaretlendiren UDUMBARA çiçeği…
Gördünüz mü? İnançlar, kutsal objeler devreye giriyor.
Çaba hala insan olmak…
Netice itibarı ile bireysel yaşam, mümkün ve kolay değil. Toplumsal yaşam da kolay değil, medeniyetten ismini alan canlı, toplumsal yaşadığı ve aklıyla kurallar koyduğu için insan olduğuna göre, bu da kolay değil. O halde iş, oluşturulan komite ve komitenin sıkıştığında devreye giren obje ve olgulara bağlı…
Komite üyeleri seçilirken olgun ve dallarında uzman olmaları göz önünde bulundurulacak.
Kutsal Kâse ve Udumbara Çiçeğinden umulan medet yerine. İnsanoğluna yaradılışında bahşedilen BİREYSEL İYİ AHLÂK ve ONUR devreye sokulacak.
Yaradılışta var olan ve kazanım olan bu olgular, oluşturulan komite üyelerinin her birinde fazlasıyla bulunması şart koşulacak. İşte bu bireysel kazanım, TOPLUMSAL AHLÂK ve ONURU oluşturacak.
Vatan için dünya için en kutsal olgu: AHLÂK ve ONUR dur.
“Filler dövüşürken, çimler ezilmesin” diye…