Kimi yemek yemeye gider restorana, kimi ortam değiştirmeye. Kimi zahmetten kaçar bir kaç saatlik tatil için. Kimi ağına düştüğü nefis koku ve görüntülere ulaşmak için düşük tansiyonu bahane eder. Yüksek tansiyonun hatrını yedikten sonra sorar. Bu da nefsin en tehlikeli sonuçlarından biridir. Eh... Yemek yemek böyle birşey. Kimisi vardır ki isme markaya tav olup, lüks sunum ve ortamın ışıltısına kapılıp, desinlerin kurbanı olur, selfilerle şov yapmaya gider restorana. Kimisi de ufkunu geliştirip yemek kültürünün otantik havasını solumaya gider. Evi uzak olanlar vardır, bir de çaresiz olanlar. Cebini düşünenlerse ya ucuzunu arar yada unlu mamüller satan ekonomik öğün kurtarma yerlerine giderler. Yoğunluktan, maddiyatsızlıktan hesap yapan çoğunluğu belki de en başa yazmalıydım restorana gidemeyenler diye.
Kısacası kimisi yaşamak için yemek yer. Kimisi yemek yemiş olmak için. Bir çok farklı sebebi olanlar da var.Ama yaşamın mihenk taşıdır yemek yemek.
Yaşamın ve çağın getirdiklerinin olmazssa olmazlarının dışında bir resme, şiire, müziğe,spora bakanlar gibi yaklaşanlar da vardır yemeğe. Bazen de size uyanın dışında, o farklı, sizden uzak furyanın içinde bulursunuz kendinizi. Olaya bu boyuttan bakmaya hoşlanırsınız. Mutlu olur farklılığın tadını çıkarır yaşamınıza yeni birşeyler katmanın heyecanını yaşarsınız.
İşte böyle bir oluşumun içersine girdim dün. Bartın İl Kültür Müdürlüğü'nün düzenlediği, Bartın Belediyesi nin ana sponsorluğun da BAKKA ,çeşitli kurum ve kuruluşların da katkılarıyla yapılanan yöresel yemek yarışmasına katıldım. 4.sü düzenlenen bu yarışmaya aslında bir görev icabı katıldım. Ama bir görevin bu denli beni mutlu edeceğini hiç düşünmemiştim. Yemek kokularının o görsel şöleninin üzerinde durmak biraz beni rahatsız ediyor olsa bile içimde bastırmaya çalıştığım hazzı inkar etmeyeceğim. Hiç birimizin doğası eminim asla buna izin vermez. Aramızda kalsın belki kıyısından köşesinden tadarız diye aç da gitmiştim oraya. Tabiri caizse avucumuzu yalayarak etkinliğin düzenlendiği yerin biraz ilerisindeki pide restoranda aldık birkaç arkadaş soluğu.
En zor iş benimkisiydi. Yazarken bile o anki halime gülüyorum. Açım ve 68 yemeğin her birini yakın çekim fotoğraflıyorum, üstelik bu işlemi birkaç kez yapmak zorunda kaldım. Bu bir serzeniş değil, ben olaya sanırım farklı bir çerçeveden bakıp kafamda yanlış yorumladım. Yarışma değil, sanki yemek yeme festivaline gidiyormuşum gibi formatladım zihnimi.
Oysa bu bir yöresel yemek yarışmasıydı, yemek yeme yarışması yada festival değildi. Sadece yapılan yemekler sunumlarıyla ve lezzetleriyle yarışıyorlardı."Ben ne düşündüysem?"...
Oradaki jürinin yerinde olmak isterdim yada protokolün! Şaka bir yana, en büyük yanlışım, düşünmeden, yemek kelimesini görüp sorgusuz sualsiz oraya aç gitmem oldu. Hatanın daha da büyüğü, ki; bugüne kadar hiç yapmadığım birşey, davetiye ve basın bültenini okumadan gitmem oldu. Emin olun hala kendime gülüyorum. Demek ki yemek yemek benim için bir sanat. Eserin yorumu asla tatmayınca yapılamıyor.
İşin iç acıtan yanıysa. her an her sofraya oturuşumda, lokmalarımı her ağzıma getirişimde dünya üzerinde açlık denilen mevhumun var oluşu. Ve açlıktan ölen insanlar. Bu sebepten hiç bir zaman sofradan tıkabasa doyup kalkamıyorum, hatta utanıyorum doymaya...