Çocuklarımız elden gidiyor. Gençlik, geleceği emanet edebileceğimiz durumda değil artık. Umut ışığı yok… Hep, bir şeyleri değiştirmek, belki de modernize edebilmek, yaşamı kolaylaştırmak adına plânlar yapıp, her şey onlar için derken, yapılan o büyük hataları görmemek için adeta; bilerek sağır, dilsiz, kör etmişiz kendimizi.

Kısa ve kolay yoldan olup bitiversin istemişiz her şeyi… Ama en önemli olanı unutup, atlayıp geçmişiz üzerinden… Onların yaşamlarını değiştirirken, kendimizi de değiştirmemiz gerektiğini unutmuşuz. Ya da sağlıklı bir değişimin zamanla olması gerektiğini…

Hemen oluversin, bitiversin istemişiz. Aceleciliğimiz ağır ağır sindire sindire işlemesi gereken plânı alt üst edivermiş. Geri dönüşümü olmayan ya da çok zor olan karma karışık yaşamların temelini atmışız çocuklarımızın gözlerinin içine sevgiyle ama sorumsuzca bakarken.

Saygıyı öğretirken, kendimiz saygısızlık yapmışız.

Sevgiyi öğretirken, sevgisiz yaşamımızın farkına varmamışız.

Sadakati anlatırken, eşimizi, dostumuzu, patronumuzu, aldattığımızı unutmuşuz.

Vatan sevgisini öğretirken, vatandaşlığı anlatırken bu görevi layığı ile yerine getirmediğimizi, hatta vatana ihanet ettiğimizin de farkına varmamışız.

Toplumsal kuralları, toplum kurallarının üzerine basarken öğretmeye kalkmışız.

Güveni öğretirken, güvensizliğin dik âlâsını sergilemişiz onların gözlerinin önünde. Hatta işi çığırından çıkartıp, “-ben kendime dahi güvenmiyorum” demişiz her cümlenin ve olayın başında.

Peki; Sorumluluğu anlatırken… Sorgulamadan aciz insanlar olduğumuzun farkında mıymışız?

Hep ahkâm kesmişiz. Okuyun demişiz çocuklarımıza, henüz bir kitabın dahi kapağını açmamışken. Konuş demişiz, konuşmanın dahi adabını öğrenmemişken…

Öğrenmemişken onlara öğretmeye kalkmışız.

Hepimiz pedagog, öğretmen, sosyolog, siyasal bilimci, doktor, mühendis olmuşuz. Kendimizi idare edemezken idareci olmuşuz. Çocuk olmadan çocuk sahibi, henüz genç olmadan gençlik uzmanı oluvermişiz…

NE BEKLİYORUZ ŞİMDİ ONLARDAN? HANGİ KURALLARI, HANGİ YAŞAMI, ADAM GİBİ YAŞAMALARINI BEKLİYORUZ?

Sokaklarda, sokak insanı olmaktan başka seçenek bırakmış mıyız onlara? İyi insanlarla dost ol, arkadaş ol derken. İyi insan nasıl olur-olunur anlatıp göstermiş miyiz onlara?

Gençlerimiz, okul yollarında istekle okula gitmek yerine, okulu nasıl kırarız plânlarını neden yapıyorlar dersiniz? Ya da dersi kaynatmanın yollarını neden arıyorlar? Neden bütün bunlar eskiye göre daha fazla ve daha çığırından çıkmış vaziyette?

Bakınız; Defalarca şahit olduğum bir duruma, öğrencinin öğretmene sözlü yaklaşımına örnek vermek istiyorum şimdi…

Okula neden geç kaldığını soran öğretmene, bir öğrencinin cevabı:”- Ben özgür ve yetişkinim, bana kimse hesap soramaz, sen vazifeni yap.”

Ve bir örnek daha… Henüz ders bitip okuldan çıkan öğrenci (Bu kız-erkek fark etmiyor),elindeki sigarayı saklama ihtiyacı dahi duymadan, aynen şu şekilde kelimeleri uzatarak –yayarak:

-İyi günler hocam… Diyerek öğretmeninin yanından cevap vermesini dahi beklemeden lâkayt bir tavırla uzaklaşıyor. Defalarca şahit olduğum bu duruma, bunun gibi durumlara ve öğretmenin bu öğrenciyi eğitebilmesi için alınan kural ve yasaların çıkarılmasından, uygulanmasına kadar toplum olarak, vatandaş ve ebeveynler olarak, bizler izin verdik ve veriyoruz. Ve vatandaşlık görevlerimizi de işte örnekte görüldüğü gibi lâyıkıyla yerine getiriyoruz… Sözüm ona iyi birer seçmen(vatandaş).İyi birer veli, ebeveynleriz her birimiz öyle değil mi?

Hiç birimiz, bu yükün altından gönül rahatlığı ile sıyrılıp çıkamayız. Hepimiz suçluyuz. Okullardan, öğretmenlerden, mahkemelerden kısacası, toplumsal tüm kurum ve kuruluşlardan yardım istemeden önce, her koyun kendi bacağından asılır atasözünün de özüne inerek, önce öz eleştirileri kendimize yapacağız. Sonrasında eğitileceğiz. İşe, kendimizi eğitmekle başlayacağız. Toplu halde, bireysel ve toplumsal saygı ve kuralları unutmadan. Bilmediklerimizi de öğrenerek bir araya gelip, konuşarak çareler arayacağız. Suçlamak çok kolaydır, suç unsurunu ortadan kaldırmaksa hem emek ister, hem de eğitim…

Geçtiğimiz günlerde bir okulun öğretmenleri ve idaresinin, ilgili velileri ile birlikte toplantı yaparak, sorunlu birkaç gencin başrolleri oynadığı, diğer öğrencileri baştan çıkartıp, problemli hale getirdikleri bir sınıfı, düzene sokma çabalarına ben de şahit oldum. Okul idaresinin ve birkaç sorumlu velinin çabaları -fedakârlıkları takdire şayandı. Ortamın içerisinde bu sorunlu gençlere ceza uygulamasından tutunda, onları kazanmak için çözüm yolları aramaya kadar birçok fikir üretildi. Ailelerden çocuklarına zaman ayırmaları için önerilerde bulunuldu. Sınıf içerisinde üç beş öğrencinin tüm sınıfı ayartarak dersi kaynattıkları ve okulun en başına buyruk sınıfı olduğu, öğretmenlerin o sınıfta ders işleyemedikleri konuşuldu. Sınıf içerisinde izin almadan konuşmalar konuşmaların ilköğretim çağındaki öğrencilerin karakterinden sıyrılamayışları ve sebepleri üzerine konuşuldu. Konuşulmalıydı, çünkü bahsi geçen sınıf, lise sınıfıydı ve her biri lise öğrencisi seviyesine ulaşmış gençlerdi.

Hatta o sınıfın dışında da okul genelinde de okuldan kaçmalar, sigara ve alkol alışkanlıklarının artık önlenemeyecek hallere doğru gittiği de ayrıca belirtildi. Bu tip öğrencilerin kaçınılmaz hale gelen artışının, okulun, kamuoyundaki genel itibarını etkilediği de konuşuldu bu toplantıda…

Kılık kıyafetteki düzensizlikler, kız öğrencilerin kendilerinden yaşça büyük kılıksız insanlarla okul dışında ders saatleri içerisinde amaçsız dolaşmaları… Erkek öğrencilerin oyun salonlarında yine ders saatleri içerisinde oyun oynamaları… Bütün bunlar sizce kimin sorumluluğunda olması gereken şeylerdir dersiniz?

Okul idarecileri o kadar zor durumdalar ki dışarıdan gelen bazı ipsiz sapsız, yine bu toplumun eseri olan gençlerin müdahalesi ile de karşı karşıya kalmış durumdalar. Dışarıdan ıslıklarla öğrencileri rahatsız eden bu kimliksiz gençleri acaba oraya çeken ne olmuştur? Veya okul içerisinde ya da dışarısında ki gençler bu hallere gelene kadar bizler nerelerdeydik? Şimdi, bütün bunlar nasıl çözümlenecek?

İlgili bir velinin sözleri hâlâ kulaklarımda…

Lütfen, anlatılan, şu gençle, öğrenciyle, evlâtla arkadaş olun kavramlarını, yanlış anlayıp, yanlış uygulamayalım… Uygulamalardaki hatalar böyle kimliksiz kişiliklere dönüşüyor… Öğrenci, evlât, öğretmen, veli, ebeveyn herkes kim olduğunu unutmasın, bilsin. Öğrenci- öğretmen arkadaş olamaz, evlât la anne-baba arkadaş olamaz… Çünkü bizler arada ki o ince çizgiyi henüz çizmesini bilemiyor, çizsek te göremiyoruz…

Her şey ailede bitiyor, her aile üzerine düşenleri yerine getirirse, sorunun en azından bir aşaması geçilmiş olacaktır. Şehir dışından gelen çocuklarımız, bağdan boşanmış gibi, baskıcı aile tablolarından kurtulmuşçasına, okumaya geldikleri merkezlerde, kendilerince özgürlüklerinin tadını çıkarıyorlar. Bu durum şunu gösteriyor ki okul, çocuklara birebir anlatılmamış, sıkıcı bir yer hatta baskıcı bir ortammış gibi gösterilmiş, algılatılmış durumda. Eğitimin güzelliği, hoşluğu yerine, mecburiyeti anlatılmış.

Kalkınmamış ülkelerde ki en büyük sorunların temelinde, yanlış ve sıkıcı, zorlayıcı eğitim sistemleri yatıyor. İkinci si de günümüzde artan boşanmalarla birlikte, kopuk ailelerde yetişen çocuklarda ki gizli çöküntülerin verdiği davranış bozuklukları… Ekonomik bozukluklar ve gelirler arasında ki derin uçurumlardan, adaletsiz dağılımlardan kaynaklı da olduğunu düşünüyorum ben bütün bunların… Yetişkinler arasında ki anlamsız gösteriş ve yarış, gençler arasında özentili davranışlara ve yozlaşmaya sebebiyet veriyor.

Lüks arabalarla okula bırakılan çocuklar, ceplerine haddinden fazla koyulan harçlıklar, gençlere, emeksiz bir özgüven kazandırıyor.Alın teri ve emek unutturularak, hazırcı bir yaşamın kendilerini beklediğini düşünerek, rahat yaşamı alışkanlık haline getiren gençler, bir zaman sonra da derin uçurumların içerisinde peşlerinden gelen diğer özentili gençlerle birlikte cebelleşip duruyorlar..Bizler de onları geri kazanmak için emeksiz elde edilenler,verilenler karşısında, harcadığımız emeği unutup seyirci kalıyoruz her defasında.Yani bizler de unutuyoruz,ki bence bizim unutmamız çok şaşırtıcı geliyor bana…İnsan hiç çabasını,emeğini kolay kolay unutabilir mi?

Başta da değindiğimiz gibi, bilmeden, kendimiz dahi öğrenmeden, inatla vermeye çalıştığımız bozuk eğitim… Bilinçli bir eğitimle kazanılan davranış ve kurallardan çoğunluğumuzun da uzak oluşu, kayıpların ne kadar büyük olduğunu, işte bu şekillerde ortaya çıkartıyor. Cehaletin cesareti de korkunçtur. İnadıysa cesaretinden daha da korkunç…

Bu toplantı da çok büyük bir yanlış vardı. Biz ebeveynler bile toplantı esnasında, el kaldırıp izin alıp konuşmaktan habersizdik oysa…