Dr. Hasan ŞAHİN

Bazen işinizi de insanları da sevdiğinizi söylemek yeterli değildir. Çabalarınız ve onlara ayırdığınız zaman, sözcükleriniz ve gülümseyen gözleriniz hem gönülleri fetheder, hem de bir türlü kırıp atamadığınız önyargılarınızı alaşağı ediverir. Öyle ki en insani davranışınız belki bir ruhu belki de bir bedeni ilaçsız hayata döndürüverir.

Özel bir hastanenin koridorlarında çare arayan, içten içten küçük ama tüm hayatını zehrettiği bir ağrıya mahkûm olduğunu düşünen seksen yaşında ki bir hastanın; ilaçtan çok umuda, gülümseme ve nezaketi dışında hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını anlayan, işini severek ve titizlikle yapan samimi kaç doktor vardır acaba?

Gülhane Tıp Akademisini 1988 yılında bitirip en kutsal mesleklerde başı çeken doktorluğu ve askerliği  büyük bir özveri, sevgi ve aşk ile yapan iki evlat sahibi bir insan… Askeri hastanelerde ve vatanın her köşesinde yılmadan yine aynı sabır, aynı titizlik ve sevgi dolu görev alan bu Fizyoterapist, askerin de babası olmuş. Birçok büyük acıya şahitlik ederken aynı zaman da birçok kocaman yüreğe de moral olmuş. Şifanın onun elindeyken, merhemde, sargı bezlerinde olduğunu sananlar çok yanılır. Her kelimesini özenle seçiyormuşçasına hassas ve nazik, gözleriyse umut ışığının kaynağı gibi gülüyor adeta…

Samsunlu; Karadeniz’in hırçın ama adından çok uzak aydınlık bereketli sularının yetiştirdiği bu güzel insan, hastasını özenle dinliyor, baktığını da çok berrak görüyor. Yenildiğini düşünen ve bunun için bahane arayan hastaya can simidi oluyor.

Muayenehanesinde oturup hastayı beklemiyor. Boş olduğunu düşündüğünüz anlarda, onun hastası olsun olmasın bekleme salonunda hastalarla ilgileniyor. Biraz yüzü düşmüş hastayı alıp götürüyor. Tansiyon ölçme odasına götürdüğü hasta peşine takıldığında, sanki çok sevdiği bir arkadaşıyla bir fincan kahvenin hatırını ölçmeye gidiyormuşçasına bir anda farklı bir psikolojiye bürünüyor.

Yaz ayının en serin saatlerinde henüz saat sekizi göstermemişti tıp merkezinin kapısından girdiğimizde. Büro personeli bile gelmemişti daha polikliniğe… Üst kattan enerji dolu sesi ve adımlarıyla merdivenlerden inen Dr. Hasan ŞAHİN,  hastaları ile kırk yıllık dostlarıymış gibi ilgileniyor, samimiyetin o efsunlu dozunu yüreklere tek tek enjekte ederek moral depoluyordu şifa bulmaya gelen hastalara. Hastalar hasta modundan çıkıyor, akşama gidecekleri eğlencenin planını yapıyorlardı sanki. Kolunun ağrısı ile günlerini sıkıntılı bir acıyla geçiren annem bile Dr. Hasan’ı görünce gurbetteki oğlu gelmiş gibi tüm acısını unutup, ışıldayan gözlerle gülmeye başladı. Otogar da hasretle yolunu bekleyen yolcu yakını gibi heyecanlanan annem, onunla sohbet edebilmek için ayağa kalktı. Muayene odasına hiperaktif bir çocuk gibi koşturduğunu görünce arkasından hayretle bakakaldım. Yaşını sordu Dr. Hasan anneme… Seksen dedi annem, ki; Doktor, mümkün değil çok genç gösteriyorsun dedi. Yanında kızını görmesem asla tahmin edemezdim derken… Omuzu için çekilen röntgen filminde kemik yaşının altmış beş gibi genç bir yaşı gösterdiğini söyledi. Annem gençliğin getirdiği enerji ile dizlerinde ki sıvı kurumasından kaynaklı yürüme engelini de unutarak, enjeksiyon için koltuğa koşarak geldi adeta. Ben de kendimce kritik yapmaya başladım ama pişman oldum. Sizin yaşınızı asla soramam dedi…

Ve güzel yüzümün, ihtiyarlığımda güzel bir ruha sahip olacağını hissettim. Tıpkı bu Alman atasözünün de söylediği gibi…