Üslup nedir?



Peki, tarz nedir? Anlam olarak bakıldığında aynı gibi görünen bu iki kelime aslında konuşma ve beden dilinin ifadesi olarak ta anlam kazanır. Biri sözün getirdiği, diğeri hareketin…



Üslubu ve tarzı budur, öyle kabul etmek lâzım gelir derken, üstü örtülü küçük dağları ben yarattım, büyükler zaten vardı ukalalığının, punduna oturtulmasıyla da karşılaşıyoruz zaman zaman.



Olmuyor mu bu?



Okumuyoruz, sormuyoruz-soruşturmuyoruz derken, gözleri açık uyumanın ne anlamı vardır, bunu da anlamış değilim. Bile bile de lades diyoruz, en baştan tüm sıfatları kabul ediyor.”Bu onun üslubu, tarzı, ne yapalım, susmak gerek.” Diyoruz…



Tarz ve üsluba farklı açılarda da bakabiliriz. Ben ise işin bu tarafına bakmak istedim, çünkü yanlışlarının üstlerini örtmeye çalışanlar genelde;Artık çok sık, üslup ve tarzın arkasına sığınarak, istedikleri gibi atlarını koşturmaya çalışıyorlar.,anlatamadıklarını,söyleyemediklerini, hatta yanlışlarını bu şekilde kabul ettirmeye çalışır hareketlerle çıkıyorlar karşımıza...Kandırma canın diğer adı üslup ve tarz olmaya başladı.Güzel  açılı olan tarafını, yok sayarak ne yazık ki…



Konuşmalarda ki yersiz teşbihler, hareketlerde ki çıkarcı yönlenmeler, toplumsal düşünüyormuş havası verilerek bencil özensiz seçilen kelimeler, liyakatin kifayetsiz muhterislerin sahip olduğu özelliğe dönüştürülmesi, hiç kimseyi, hiç birimizi rahatsız ediyor görünmemesi de endişe verici bir durum değil midir?



Bu tarz insanlarla her ortamda karşılaşmak mümkün, hatta çok da doğal görünmeye,kabul edilir bir davranışmış gibi algılanmaya başlandı. Ki; Bu doğallık hiç kimseye anormal gelmiyor. İşte, endişe burada başlıyor. Bu durumu doğal olarak kabul etmekte…



Eğri de olacak ki görelim, ama düzeltelim diyen yok… Görüyoruz, duyuyoruz, görmemezlikten ve duymazlıktan da geliyoruz.



Güç bende artık deyip, emeği, kültürel kazanım ve birikimleri, saygıyı ve toplumsal ekonomik gerçekleri de unutarak kendilerince hükümranlıklarını ilan edercesine hoş karşılanamayacak tavırlarla piste çıkanları da anlamaya çalışmalı mı acaba?



Hayır…



Ben, anlamıyorum



Alçaklarda at koşturmadan zirveye koşanları. Zirvede kimlerin adına at koşturacaklarının farkında değillermiş gibi davranışlarını, ben anlamıyorum ve onaylamıyorum.



Esas olan bu durumu hiçbirimizin anlamaması dır..



Eminim onlar farkındalar, farkında olanlarında farkındalar. Ama kendilerince farkında olmamak zorundalar. İspat etmeye çalıştıkları şeyler için buna mecburlar… Küçülmeden büyümek istiyorlar sanki…



Emperyalist gücün yönetiminde ki kapitalist toplumların maddiyatçı yönetimlerinin buyruğu altında olmaktır bu… Çekirdekten yetişmeyen, mücadele etmeden zafer bekleyen, maddi güçle piste çıkıp fetva verenler, bir gün, hiç tükenmeyen aklın, kültürün gücü ile karşılaştıklarında acaba hangi kapıdan kaçacaklarının da plânını yapmışlar mıdır? Ve böcek gibi gördükleri onlara izin verecek midir acaba?



Bakınız, bu da farklı bir bakış açısıdır konuya.



Ne çabuk unutuyoruz iyi niyetleri, ne çabuk yok edip harcayıveriyoruz emekleri, ne çabuk ezip geçiyoruz kültürel birikim ve değerleri. Çıkarlar hemen ön plana çıkı veriyor. Ana fikri kullanmadan sonuca gelebilmek mümkünmüş gibi… Ya da verilenleri yazmadan, işlem yapmadan sonuca ulaşmak?



Hemen gözümüz boyanıveriyor, etiketler, şaşaalı tabela ve plakalar. Sırtta ki kürkün kerameti, Varyemez Amca’nın yiyemedikleri, sanki bize sunulup, alın siz yiyin denecekmiş gibi, eller dahi yıkanmadan sarılını veriliyor kaşık çatala... Oysa üsluba ve tarza dikkat edilseydi, sunulanların zaten bizden alınacaklar olduğunun farkına varılabilinirdi. Belki, dudakta ki anlam verilemeyen gülüşte ya da alaycı kelimelerin dile inişinde,  saklıdır üslup…



Belki de bir bakışta. Ya da parmakta ki şövalye yüzükte, başta ki kasketin şeklinde, ayakkabının üzerinde ki etikette ya da tespihin imamesinin madenin de gizlidir tarz…



Akıl, gani…



İş, aklın gücünü kullanmakta, doğru yol, doğru çizgi ve ahlâklıca… Uyanık olmak aslında bir meziyettir. İş, iyi ahlâk kurallarını çiğnemeden nerede ve ne şekilde uyanık olunacağına bağlıdır.



Bakınız; sezon sonlarında bazı mağazalar büyük indirime giderler, hem ellerindeki geçmiş sezonun ürünlerini çıkarıp gelecek sezonun ürünlerine yer açmak, hem de hedeflerindeki meblağlara ulaşıp diğer taraftan da reklâm yapmaktır amaç. Bu da bir tarzdır. Her firmanın tarzı ve üslubu farklıdır. Öyle ürünler vardır ki maliyetinin çok üzerinde satılıyordur, bu indirimlerde, bu ürünler, yine de belli kârlar koyularak, hemen hemen maliyetlerine yakın meblağlarda satılırlar. Her kesimden insan bu indirimlerden ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar. Malum, ülkemizin gelir ve kültür düzeyi de ortada. Diyeceksiniz ki kültürle bunun ne alâkası var? Var…



Bir mağazanın böyle bir indirim gününde, densiz bir vatandaşa rastladım. Tarzıyla, hatta üslubuyla “kroyum emme para bende” diyen bir edayla, kültür ve genel ahlâk kurallarından, görgüden bihaber bu vatandaş, diğer dar gelirli vatandaşları hiçe sayarak, hatta önemsiz canlılarmış gibi ezercesine kalabalığın içerisinden geçerek, ukala ve densiz bir konuşma ile kendini çok güzel sergiledi…



Üslubu:-Bu ne ya! Bu mu 20tl.değerindeki masa, iki günde adamın elinde kalır bu… Buna vereceğime o parayı gider çöpe atarım.



Tarzı: Elinin biri çantasında, diğeri ise o masayı inceleyen başka müşteriler olmasına rağmen, hatta o gereksiz çenesini de öne uzatıp, burnunu da havaya dikip, omzunun üzerinde küçücük kafasını büyük gösterme çabası ile işaret parmağını insanların gözlerine sokarcasına malum masayı gösteriyordu…



Henüz, insanın insana saygısının kavranamadığı bir toplumda ne kamu kurum ve kuruluşlarında, ne sivil toplum örgüt ve derneklerinde hiçbir şekilde toplumsal amaçlara yönelik çalışmalar sağlıklı yapılamaz. Saygınlık etiketlerin, cüzdanların, boş diplomaların altına sıkıştırılamaz. Saygınlık, tüm bu saydıklarım gibi verilemez, kazanılır…



Tarz yapalım derken, takkeyi düşürmeyelim kafadan… Ya kel görünürse?

-