Kurşun kalemle yazardım notlarımı. Sonra silerdim; dilime, aklıma, yüreğime ters kelime ve cümleleri… Çok küçük yaşta, hakikaten tükenmeyen kalem olduğunu düşündüğüm tükenmez kalemle, temize çekerdim özel defterimde tüm yazdıklarımı… Sonra; yazım şaheseri olmasını istediğim Semra’dan incileri hediye etmek için dostlarıma, kırık yazıyla gönüllere yazardım dolma kalemle…

O zamanlar, hayat bayrammış. İnsanlar el ele, birlik içinde sonsuzluğa uzanıyorlarmış. Satırlar, kurşun kalemin düzeltilebilir hatalarının silgi izleriyle doluymuş. Güzel hayallerin gerçekleşmesi umudu ile tükettiğimiz; ama arkasından telâfi edilebilecek nitelikteki kalemlerle rengârenk geçilerek gönüllere işlenebiliyormuş satırlar… Yüreklerin coşkusu geleceğe “Gençlik Marşı “ gibi bir şaheserle;  güftesiyle notasıyla kâğıda; unutulmayacak şekilde de hem yüreklere, hem dimağlara, hem de kulaklara, dillere yazılabiliyormuş… Acılar; gökyüzünde yıldızlara değebilecek, topraktan fışkırıp dile gelebilecek şekilde kahramanlık hikâyelerine de dönüştürülebiliyormuş “İstiklâl Marşımız” gibi… Unutulamayan bu şaheser yazılar, şehit ve gazilerin kanlarıyla doldurulan kalemlerle Ulusal Güç olarak vatan toprağına, vatan semalarına, hakikatli vatandaşların gür sesleriyle dile gelerek yazılmıştı…

Ninni olmuştu marşlarımız kırsalda, şehirde, gurbette beşikte ki bebeğe… Uyuyan güzeller, huzur içerisinde büyüyen Türkiye için uyuyup yeni güne, gelecek güzel günlere uyanıyorlardı her sabah… Masalda ki prenses gibi;  okyanus ötesindeki krallıktan gelip öpsün diye beklemiyordu prensini prensesler… Çünkü bizim gençlerimiz iftiracı üvey ananın entrikalarına kanılabilecek, gerçeklikten uzak masalların, umutla gelecek için yazılmış hikâyelerin ayrımını yapabiliyorlardı.

Klavye icat oldu, kurşun kalem bozuldu…

Tükenmeyen güzel hikâyeleri yazarken tükenen tükenmez kalemlerden yok artık

Dolmakalemler dolduruşa geldi kalite bozuldu…

 Masum çocuklarımız masalla gerçeğin ayrımını yapamadıkları gibi umut veren güzel hayalleri de kuramıyorlar artık. Çünkü sanal dünyadan kopup, saçma sapan gereksiz yüklenen taze beyinleri çocukça hayaller kurmalarına izin vermiyor onlara… Dolmakalemdense hiç haberleri yok… Sonsuz seçenekleri sunuyoruz dedikleri, elle tutamadıkları korkunç doyumsuz dünyayı, biliyorlar ömürlerine sığdıramayacaklarını. Rengârenk coşkulu dünyalarını her şekilde ellerinden alıp mekanik yapay bilgisayarların içerisine sıkıştırdılar… Bayramları vardı, dediğimiz gibi, her bir sözünü anladıkları marşları-müzikleri vardı. Gerçekleri korkutmuyor bilâkis coşturuyor, umutlandırıyordu onları.

Verin; tüketilemeyen umut veren hikâyelerimizi geri…Verin;coşku ile her kelimesiyle bu vatanın evlâdı olduğunu  hatırladığımız gençlerimizin bayram günlerini geri…Verin;sanal dünyalarda hayal kurmamıza dahi izin vermeyen eğitim sistemiyle çaldığınız çocukluğumuzu geri...

Medeniyet, akıllı canlının sahip olduğu değerleri korumasını da bilerek yüreği ile harmanladığı yaşama denir…