03.01.2011 tarihli bir yazı ile Milli Eğitim Bakanlığı tarafından valiliklere gönderilen genelgede : “Okullarda şubelerin oluşturulmasında öğrencilerin (başarı) durumlarına göre özel sınıf oluşturulmaması, anayasamız ve insan hakları açısından dikkat edilmesi gereken önemli bir husustur.” Denilmiştir.

Yapılan araştırmalar ve tatbiki uygulamaların sonucunda, öğrencileri çalışkan, az çalışkan; başarılı, başarısız olarak ayrımcı bir uygulamaya tabi tutmanın, okula karşı eğilimi, motivasyonu olumsuz olarak etkilediği de görülmüştür. Öyle ki; öğrencinin başarısının, eğitim süresince ne vakit ortaya çıkacağı belli değildir. Bu yıl başarısız görülen bir öğrenci, diğer yıllarda başarılı olabilir. Okul idarelerinin aile, öğrenci, öğretmen ve pedagoglarla işbirliği içerisinde çalışarak; hedefleri, ayrıştırılmış sağlıksız egoist ve bencil gruplar yerine; kaliteli kişiliklerden oluşan, birlikte sosyal olmanın önemini kavramış, ,insani duygularını da yitirmemiş, kompleksiz bireylerden oluşan gruplar olmalıdır.

Özellikle ilköğretim ikinci kademesinde okuyan çocukların, tam ergenlik öncesi ve o çağların içerisinde oldukları düşünülecek olursa, öğrenciler arasında ki bu ayrımın öğrenci de hangi duyguları ortaya çıkaracağı ve ne gibi tepkiler vereceği ortadadır.

Toplumsal ve sınıfsal ayrıma benzer bir duygunun, ilköğretim çağında ki bir çocuğa verilmesi veya hissettirilmesi, onda ne şekil yaralar açabileceğini tahmin etmesi hiç de güç değildir. Onlar için küçültücü olarak algıladıkları bu durum, aynı zaman da çok katılımcılı insan hakları ihlâlidir.

Başarılı veya başarısız sınıf ayrımlarının yapılması, bir an için öğretmen ve idareye rahatlık sağlayabilir. Bu rahatlık, okulların öğrenciler için var olduğu düşünüldüğünde anlamsız ve büyük bir ihlâldir. Sözüm ona başarı sınıfları olduğu söylenen bu ayrımın sınav endişelerinden kaynaklanan bir durum olduğu da söylenebilir.

Başarılı veya başarısız öğrencileri ayrıma tabi tutmak, eğitimin en büyük sakıncalarından biri olan “önyargı” yı da doğurur. Öğrenciye önyargıyla yaklaşmanın ve buna istinaden onu sınıflandırmanın eğitim öğretim de yeri olmaması gerekir. Bakanlık konunun önemine dikkat çekmesine rağmen uygulama çoğu okullarda devam etmektedir.



Kaygılarımız, uygarlaştıkça azalması gerekirken, anlaşılmaz bir şekilde, bir an evvel uyanmak istediğimiz kâbuslara mı dönüşüyor yoksa? Toplumsal yaşamın, yani sosyal canlılar olmanın gerekliliğini neden hâlâ anlayamıyoruz bu kadar deneyim ve başarısızlıklardan sonra… İçinden çıkılamayacak bir kaosa dönüştürülen, birbirini de düşünen, sosyal insanlar olma çabalarının sonuçsuz kalması, insanoğlunun aslından uzaklaşıp aklın yolunu terk ettiğinin de bir işaretidir sanırım.

Eğitimdir uygarlığın beşiği. Ve eğitim; aklın ve duyguların terbiyesidir de aynı zamanda... Çok küçük yaşlarda cehaletin perdesi kaldırılırken, duyguların hasar görmeden paralel olarak eğitilmesidir profesyonel eğitim. Sağlıklı nesillerde; akıl sağlığı, ruh ve beden sağlığı, hepsi bir arada eş zamanlı eğitilir. Bu bir iştir aynı zaman da, gönül işidir de… Bu sebepten; eğitimcilik mesleği en kutsal ve en önemli mesleklerden biridir. Onlar da eğitilirken bu koşullara bağlı eğitilir ve özenle seçilirler ve seçilmelidirler…

Bu nokta da idareciliğin de çok ama çok önemli olduğu ortaya çıkıyor. En tepede ki kurum ve kuruluşlardan tutun, kırsallarda ki kurum ve kuruluşlara kadar, idari kadroların da bu işin ehli olarak çok özel eğitimli insanlar tarafından oluşturulması gerekli ve şarttır. Ki; eğitim kurumları tartışmasız birinci derece de önemsenmesi gereken kurumlardır.

Çocuklarımızdır kaygılarımızın sebebi. Onlar için en iyi eğitimi arzularken, vatandaş olmaya da çabalıyoruz aynı zamanda. Oylarımızı dahi verirken ilk evvela eğitim sistemi üzerin de ki projelerden değerlendirme yapmak en akılcı olanıdır. O idari kadroyu en ince ayrıntısına kadar tetkik edebilirsiniz bu yöntemle. En hassas noktadır sosyal canlı insanın hayatında eğitim. Hataları da, doğruyu ve yanlışı da bu platform da ortaya çıkartabilir, en sağlam ve karakteristik kadroyu eğitim üzerinden oluşturabilirsiniz.

Sistem üstüne sistem eklerken, en tepede ki kurum idarecileri, insan için, vatandaşlar için var olduklarını unutup, bulundukları makamı laboratuar, vatandaşlarını da denek olarak kullanıyorlar. Aslında en büyük hatayı vatandaş olmasını da beceremeyen bizler yapıyoruz bence; oy sandığını hırdavat sandığı gibi görerek sanırım…

"Keşke dünyayı, ülkemizi, okullarımızı ve kısacası tüm kurumlarımızı bilim şuraları yönetse…"