Oktay Ekinci’nin 18 Ocak 2012 tarihli Cumhuryet Gazetesinde ÇED KÖŞESİ’nde yazdığı -’Marka’ Değil, ‘Kimlikli’ Kent- yazısının altına imza atmamak elde değil.

“Son yılların “liboşist” söylemlerinden biri de “marka kent” olmak! Kentlerine “pazarlanacak meta” olarak bakan ve imar politikalarını buna göre belirleyen kimi yerel yöneticiler ile yandaşları, koro halinde aynı şeyi söylüyorlar: “Marka kent olacağız.” “Peki, ne yapacaksınız?” sorusuna yanıtlar da aynı: “AVM’ler açılacak, rezidanslar yükselecek, plazalar çoğalacak.” Oysa kentlerin asıl “marka”ları, çağların tanığı olan arkeolojik, tarihsel ve geleneksel zenginlikleri değil midir?” diyor Ekinci.

Sanırım bahse konu alanlar ülkenin her yerinde, yanıbaşımızda bile, Bartın ve Amasra’da da sorgulanmalı.

Kentin kimliği gün be gün bozulurken, marka peşinde koşup, günübirlik çözümlerle ulaşım, tarihi çevrenin korunması, peyzaj düzenlemeleri yapmıyor muyuz?

“Çarşı” ve “arasta” kültürünün artık fotoğraflarda kalma yolunda hızla ilerlediği Bartın’da da adına AVM denilen, yenileri de kentin en önemli kültürel alanlarına yerleştirilmesi planlanan ucubeler sıra sıra geliyor mu?

TOKİ’nin göz koyduğu alanlar için öngörülen planlamalar bekliyor, ırmak kirlenmeye devam etmiyor mu?

Turizmde marka peşinde koşarken, termik santrali de isteyenler yok mu?

Tabela kirliliği kentin göbeğinde bile tarihi binaları çepeçevre sarmalamıyor mu?

Kimlikli kentlerde turizm sadece turist gelsin ve döviz bıraksın diye yapılmaz. Yine kaldırımlar belediye yönetimi değişti diye, yollar seçimler yaklaşıyor diye de onarılmaz. Adı başka kendi başka sözde kültürel mirasa emanet eserler de yaratılmaz. Konut fazlası olan kente TOKİ dayatılmaz, fabrikalar gelecek diye içme suyuna dahi göz koydurulmaz.

Zaman geçiyor, yokoluşların ardı arkası kesilmiyor.

Yazık oluyor yavaş yavaş, oluyor da, biz de sessiz sessiz seyretmiyor muyuz?

Sahi, hala Tarihi Kentler Birliği’ne üye miyiz?