Muhteşem Osmanlı İmparatorluğu döneminde okuma yazma oranın artırılması için, ülkenin her yanında sıbyan ve mahalle mektepleri açılıp çocuklara okuma yazma öğretilmeye çalışılmasına rağmen İttihat ve Terakki Hükümetinin 1895 yılına yaptırdığı istatistiklerde okuma yazma oranının % 30’lara kadar çıktığı iddia edilse de bir çok kaynak tarafından aslında bu oranın % 10 ‘u geçmediği de iddia edilmektedir. Okuma yazma bilen bu % 10 oranın içindekilerin de ne kadarının Müslüman ne kadarının gayrimüslim olduğuna dair kesin bilgi bulunmamaktadır.
Kaynak: DİE Osmanlı Devleti İstatistik yıllığı 1897 (Ankara 1997)

Osmanlı Devleti yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruduktan sonra bir çok alanda gerçekleştirilen İnkılaplardan birisi olan 1928 yılında yapılan harf devriminden sonra, okuma yazma oranının hızla artığı görülmektedir. Çünkü tüm anadolunun okulsuz ve öğretmensiz olduğu ve nüfusun % 80’ inin köylerde yaşadığı gerçeği göz önüne alınarak, dönemin başbakanı İsmet İnönü ve Milli Eğitim Bakanı H.Ali Yücel öncülüğünde 17 Nisan 1940 tarihinde 3803 sayılı yasa çıkarılarak; Köy Enstitüleri kurulmuş ve köylerdeki ilkokul mezunu kişiler bu okullarda yetiştirilerek, yeniden köylerine dönüp öğretmenlik yapmalarının önü açılmış: Ülkenin her köşesinde okuma yazma kursları açılarak bu kurslarda, ayrıca askerde (Ali okullarında) halka okuma yazma öğretilmiştir.

Köylere açılan bu okullarda sadece okuma yazma öğretilmiyordu. Tarla, bağ bahçe ve meyvecilik, hayvancılık, arıcılık işleri, çeşitli sanat dallarında açılan atölyelerde zanaat, müzik ve benzeri eğitimler veriliyordu. Derslerin %50 si okuma yazma % 50 si uygulamalı eğitim içeriyordu. Bu okullarda birçok devlet adamı, yazar ve aydınlar yetişmiştir.

Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda savaşlar nedeniyle okuma yazma oranı % 5’lerin bile altında inmişti. İşte harf devriminden sonraki bazı yıllara ait okuryazarlık oranları: 1935 %20 , 1950 %33.5, 1960 %39,5, 1985 %85,71, 2005 %88,3

Benim dedemin babası da (Muharrem Ekmekçi- Namı diğer Muharrem Çavuş) bu dönemin eğitmenlerindendi. Öğrencilerinden hala yaşayanlar var. Nasıl bir eğitim gördüklerini, nasıl bir terbiye aldıklarını, bir hesabı zihinden kısa sürede doğru olarak yaparak “Ben Muharrem Çavuşta okudum” diye böbürlenerek anlattıklarına şahit oluyorum.

Bizler 30 – 40 kişilik sınıflarda okuduk, babam 50- 60 der. 70 diyende 100 – 120 diyende var. Ne mutlu bize ki bu sayı günümüzde 20-25 lere düştü. Dedem, ocakta yanan ateş ya da bacadaki taşın aralığına iliştirilmiş çıra ışığında okuduğunu söylerdi. Babam, bir sırada dört kişi oturduklarını, idare (şinanay) ve gaz lambası ışığında okuduğunu, çantalarının bezden diktirdikleri torbalardan olduğunu, defter ve kitapları da bulabilirsek çimento torbası kağıdı ile kapladıklarını söylüyor. Günümüz teknolojisinde bizler bilgisayarlı eğitim veriyoruz, kırtasiye malzemesini ise yüzlerce çeşidin içinden beğenemiyoruz. O zamanlar olanak yokmuş. Devlet yeni kurulmuş, yıllar süren savaşlardan çıkmış. Halk önceki kuşaklarından beri cahil ve cehalet içerisinde yetişmiş, fakir, yoksulluk ve sefalet içinde hayatını idame ettirmeye çalışıyor. Kıtlık var. Köylerde kasabalarda, hatta şehirler arasında yol yok, su yok, yok, yok, yok…. Ülke yokluklarla boğuşuyor!

Düşmanlarını yenip Cumhuriyeti kurarak, getirilen inkılapları hayata geçirmeye çalışanlar: Halkın bu makus talihinin de yenilmesinin gerekliliğine inanmışlar. Toplu iğnenin bile yapılamadığı ülkede fabrikalar, limanlar, havaalanları, çeşitli tesisler kurmuşlar. Makine teçhizat olmadığından halka imece usulü kazma ve küreklerle yollar açtırmışlar. Günün şartlarına göre kendilerinden öncekilerin hayal bile edemedikleri yatırımlarla ülkeyi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak için çabalamışlar. Yakın geçmişimizde ise, bütçe açıklarını kapatabilmek için o günlerde imkansızlıklar içerisinde yoktan var edilen bu kuruluşlar: bir işletmenin, bir fabrikanın halkın-memleketin yararına nasıl yönetilmesi gerektiği gibi değil de; oy avcılığı için, siyasi emeller doğrultusunda yönetilmesi nedeniyle bazıları zarar etmeye başlamış. Kimi bu bahane ile, kimisi de çok iyi rant sağlayacağı için özelleştirme adı altına yok pahasına yandaşlara satılıyor. Üstüne üstlük; toplu iğne yapacak teknolojiden yoksun ülkemde bu fabrikaları kuranlar, kuruluşları inşa edenler, tüm olumsuzluklara rağmen okuma yazma oranını % 5’ler den alarak 70-80, 100 kişilik sınıflarla da olsa yüzde 80-90’lara çıkararak ülkemin bu gün ki seviyeye gelmesine vesile oldukları için acımasızca eleştiriliyorlar. Neredeyse hain ilan edilecekler.

Acizane ben: Fikir, parti ve hükümet ayrımı yapmadan bu kişilerin eleştirilmesi, yerden yere vurulması yerine, her fırsatta şükranla yad edilerek baş tacı edilmesi gerekmez mi? diye sormaktan kendimi alamıyorum. Ülkem de kim taş üstüne bir taş koyarsa, ben O’na minnet duyarım. Hiçbir yatırım küçümsenemez. Ülkemin bu gün ki imkanları ve günümüz teknolojisi ile Tüp Geçit yapmak asrın projesi ise , o günlerin teknolojisi ile Türkiye’de bir Şeker Fabrikasının kurulması bile milenyum projesi sayılabilirdi diye düşünüyorum!

Bu gün 24 Kasım öğretmenler günü. Hz. Ali “Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” demiş. Hz. Muhammet e gelen ilk vahiy “OKU” olmuş. Benim bu günlere gelmemi sağlayan başta annem-babam ve ülkemin bu günlere gelmesine öncülük eden başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk nezdinde 29+X+W+Q=32 defa kırk yıl kölesi olduğum tüm öğretmenlerimin, fikirlerime katılsın katılmasın bütün okurlarımın yakınlarından öğretmen olanların bu güzel gününü kutluyorum.

Saygılarımla.