…Az önce karşısına hiç tanımadığı bir adam geçmiş, sağ elinde sıkıca tuttuğu silahı ona doğrultur doğrultmaz basmıştı tetiğe...



Tak!



İlk kurşun genç adamda şok etkisi yarattı. Bedenine hızla çarpan  “o” şeyin ne olduğunu biliyordu ama anlam veremediği için hiçbir kalıba da sığdıramıyordu. Belleğinde ona uygun bir isim arayışına zahmet edip girmedi bile. İlk isabet sonucunda sendelemedi, bağırmadı, ahlayıp-oflamadı… Birbirine bakan iki çift göz aynı hizada şimşekler gibi çakıştı, genç adam “Neden?” derken diğerinin gözleri sanki koca bir boşluğa düşmüş gibiydi. Ardından iki, üç, dört, beş… on altı ve sesler kesildi aniden.



Genç  adam buz heykellerinden aldığı ödünç ve asil duruşu onlara geri iade eder etmez sendeledi ve kaldırımın üzerine yığıldı. Taş zeminde boylu boyunca yatarken, vücuduna isabet eden kurşunların açtığı deliklerden oluk oluk kan boşalıyordu. Vurulup düştüğü kaldırımın hemen on santim aşağısında bulunan mazgala doğru hızla yol alan kanı, damarlarını çoktan terk edip giderken gözleri gökyüzüne kilitlenmiş gibiydi. Her şey normal seyrinde ilerlerken sabahın bu erken saatinde başına gelen bu olay gerçek manada akla hayale gelmeyecek bir şeydi onun için ama oldu işte… Bu sabah hiç tanımadığı birisi silahını ona doğrulttu ve tüm şarjörü boşalttı üstüne. Bir anda ortalık karıştı, insanlar bağırdı. Kimisi olduğu yere çökerken, kimisi kaçmayı tercih etti. Çok geçmeden polis ve ambulans olay yerindeydi. Sadece o iki adam haricinde, koca cadde de neredeyse kimse kalmamıştı. Biri vücudunda ki yaralarla zorlukla nefes alırken diğeri vurduğu adamın hemen iki adım ötesinde başını elleri arasına almış öylece ağlıyordu. Polisin ikazı ile elindeki tabancayı yere bırakıp yüz üstü yere uzanırken, gözlerini kaldırımda yatan ve hayatında ilk kez görüp öldürmeye teşebbüs ettiği adam üzerine dikmişti. Adımlar çoğaldı ve ikiye ayrıldı. Birazı yaralıya birazı suçluya doğru koştu. Genç adamın şuuru hala yerindeydi. Yanına gelen insanların tek tek yüzüne baktı. İki hemşire, bir doktor ve üzgün bir şekilde onları izleyen bir polis. Birden dudakları kıpırdadı ama öyle dermansızdı ki konuşma aşamasına bir türlü geçemedi;



-İyileşeceksin, hiç korkma…



Diye fısıldadı  hemşirelerden biri. Diğer hemşire arkadaşını destekler vaziyette sözleri devralarak;



-Sen güçlü bir insansın, böyle ufak şeylerle yıkılmazsın değil mi?



Sonra gülümsedi adama. Dudak kıvrımları genişledi adamın. Hemşire’nin “İyileşeceksin” Sözlerinden sonra dudaklarında hazır beklettiği tebessümünü tamamlayamadan bayıldı…



***



Aradan uzun bir zaman dilimi geçti. Bu zaman zarfında genç adam haftalarca yoğun bakımda kaldı ve bir gün uygulanan tedavilere yanıt vererek gözlerini açtı… Dudaklarından dökülen ilk sözcükler ise;



-Beni neden vurdu? Oldu…



Elbette hastane personelinden kimse bu soruya cevap veremedi. Nekahet devrini kafasında ki durmadan büyüyen soru işareti ile atlatmaya çalıştı genç adam. Ucu ucuna eklese koca şehri paketleyecek uzunlukta kurdeleyi andıran saçma sapan soru dizisi de gün geçtikçe artıyordu. Neden? Sorusuna mutlak surette bir cevap bekliyordu bu sorunun cevabını kesinlikle almak niyetindeydi…



***



Tutukevinin kapıları bu defa zamansız gelen misafir için açıldı…



Saatler sonra özel bir izinle… Küçük bir oda, odanın kapısında bekleyen bir görevli ve karşısında on altı kurşunluk bir şarjörü gözünü kırpmadan bedenine boşaltan “o adam” vardı. İşte şimdi sorusunun cevabını alabilecekti. Küçük oda da kısa bakışmalarla paslaşıldı ilk önce. Sıkıntılı nefes alışverişler ve,



-Neden?



Diyebildi genç adam. Sorusu oldukça kısa ve netti…



Cezası  ağırlaştırılmış müebbet hapisle kesinleşen diğer adamın alnından sicim gibi terler boşalırken, uzun bir soluk alarak;



-Hayatta her şeyin bir nedeni vardır derler… Değil mi?



- …



-Hiç…



-Ne! Hiç mi? Bu kadar mı yani? Hiç… ?



Genç adam öfkelendi. Saniyeler sonra karşısında kendisini öldürmek isteyen adamın boğazına sıkı sıkı yapışmıştı. Kenetlenen ellerini çekmekte zorlanan görevli yardım çağırırken diğeri seri bir şekilde anlatmaya başladı…



-Hayatımda ters giden bir şeyler vardı. Aniden bir öfke seline kapılıyor tüm insanlardan nefret ediyordum. O sabah kahvemi yudumladığım yerde otururken birden kalktım ve dışarı çıktım. Direk karşı kaldırıma baktım ve seni gördüm. Koca bir pusulanın ibresi seni gösteriyordu. Dünyada ki tüm alarmlar o an senin için çaldı sanki. İçimden bir ses sürekli şunu tekrarlıyordu “İşte o! Öldür onu!” sonrasını hatırlamıyorum ve buradayım…



Kenetlenen parmakları gevşedi genç adamın. Acılar içinde geçirdiği onca gün… Bir “hiç” yüzüne miydi? Neydi bu? Bir tür şaka mı?



Geçerli mazeretlerin olacağı, nefretin, intikamın ve tüm kötü duyguların bir cümlede toplandığı bir cevabı duymayı yeğlerdi ama… Yanılmıştı. Yaşanan her şey sadece bir “hiç” yüzüneydi demek…



Yıkılmıştı.  Oysaki kafasında ki senaryolarda her şey çok farklıydı. Hayal gücünün sınırsız dünyasında ne de çok tur atmıştı? Adımlarını sürükleyerek odadan çıkarken, arkasında bıraktığı adamın sözleri çalındı kulağına…



-Keşke değiştirebileceğim bir geleceğimiz olsaydı dostum…



***



Bir gece ansızın…



“Keşke değiştirebileceğim bir geleceğimiz olsaydı…” “İbre seni gösteriyordu!” “İşte o!”



Karabasanların kulağına fısıldadığı bu sözlerle açtı gözlerini genç adam. Terden sırılsıklam olmuş bedeniyle yatağın kenarına oturdu. Beyniyle kalbi arasında ki müthiş alışveriş neticesinde idrak yollarında mükemmel bir trafik işleyişi vardı.İbre onu gösterince, bir an da psikolojik rahatsızlık geçiren bir adamın hedefi haline gelmiş, başına gelen olay Yaratıcının kusursuzluğunun bir yansımasıyla saat gibi tıkır tıkır işlemişti. Mükemmel planda kendisine verilen rol küçümsenmeyecek kadar büyüktü aslında. Kaderi çok önceden belirlenmiş, yaşayacağı onca şey ilahi nizamda ki terzinin elinden çıkan bir elbise olmuş,  hayat sahnesinde ki rolünü bu elbiseyle ifa etmişti. Belki yaşamı boyunca birçok denemeye tabi tutulmuştu ilahi projeler çerçevesinde ama en büyük sınavı da bu olmalıydı. Kaderinin çizdiği yolun başına gelmesi hükmün son aşamasıydı yani uygulamanın gerçekliği... geriye bir tek şey kalıyordu, iradesi sayesinde genç adamın seçimleri. Hastaneden çıktığından bu yana aylar geçmişti. Her gün hala yaşıyor olduğu için Yaratıcıya şükrederken, ölümün kucağına alıp, bıraktığı biri olarak hayata bakış açısını değiştirmiş, her kötü olayda “iyi” bir şeylerin varlığı ile mutlu olmayı öğrenmişti. Yalnız kalıp olanları düşündüğünde uzun bir zaman boyunca “dua” etmeyi “unuttuğunu” her kötü olay neticesinde yine “dua” etmenin ne derece “iyi geldiğini” bile unutmuştu. Yaşanan o kötü olayın en sevindirici tarafı da bu güzelliği tekrar hatırlamış olmasıydı. Artık kendisine verilen ikinci bir şansın bonkörlüğünden sonuna kadar faydalanmak istiyordu. Zaman içinde onu öldürmek isteyen adama karşı öfkesini sabırla öğüttü. “Sabrın” güzelliğini yeniden keşfetmişti.



Anlamıştı  ki; ibre sizi gösterdiğinde hiçbir şekilde “olacaklara” engel olunamıyor sadece dua, sabır ve istikrarlı adımlar ile çizginiz daha net belirlenebiliyor… Hüzün kuyusundan çıkarken dua iplerine tutunmak, sabır merdivenlerine daha sağlam ayaklarla basabilmek için ilahi nizamın mükemmel projesine hikmetli gözlerle bakmayı bilmekte lazımdı.

-