Onun, eteklerine sarılan çocuklarından başka, sırtında da ağır yükler vardı. Hayatında üst-üste yaşanan olaylar meydana gelirken, bir tarafını hep dik tutmalıydı…
Öyle olmalıydı o “Anne”ydi. Annesinden öyle görmüştü…
Bir değildi kederleri, sağanak yağmur misali bin yerden bastırıyordu her zaman…
Hüzün; göz kenarında asılı, hazır bir damlaydı yere düşmeyi bekleyen...
        Ne çabuk geçti uzun günler, geceler…
Daha düne kadar, şu beşiğin başında hasta yavrusu için gözyaşı dökmüştü. Ağlaması hançer gibi yüreğine saplandıkça, evladının rahat bir soluğu için ömrünü vermeye bile razıydı. Hiç uyumadan, kıpırdamadan geçirilen onca saat, soluğunu dinlemiş, göğsünün bir körük gibi inip-kalkışlarını izlemişti. Kim bilir kaç geceler boyunca da annesi onu beklemişti…
“Anne” olmak bazı zamanlar zor olmuş, ancak o zaman anlamıştı kendi annesinin kıymetini de. “Meğer ne zormuş annelik, anneciğim “ diye itirafta bulunmuştu.
     Bir gün acılar, alacaklı gibi onunda kapısını çaldı. Kara bulutlar aniden toplandı etrafına, gözlerine çöreklendi zehirli yılan gibi damlaları…
Ölüm, en değerli varlığına göz koymuştu. Canına can katanı, soğuk toprakların koynuna birkaç dakikada kendi elleriyle vermişlerdi. Hiç bilmezdi anne acısının bu kadar büyük olduğunu, düşünemezdi yıllarını verse de ölümün onu da koynuna alacağını…
     Meğer ne büyük karaymış gününe mal olan acılar. Bir ömür çıkmazmış insanın içinden. Yüreğini paralayan en kötü gün annesinin ölüm günüymüş…
Şimdi yanında olsaydı keşke de, bir kerecik sesini duysaydı. Annesinin  eteğine yapışan minicik yavrular  gibi oda annesine sığınsaydı, sıcacık kollarına atabilseydi kendini...
Keşkeler hiç düşmesiydi diline, hiç kırmasaydı, ağlatmasaydı annesini. Şimdi kendi gözlerine, o vakit de annesinin gözlerine asılan hüznün zerrelerini bile bırakmasaydı onun gözlerinde.
     Vicdanının sesi miydi tüm bunları aklına getiren?
O korkunç, rahatsız edici ses miydi annesini özleten? Pişmanlıklarını gözlerinden yerlere döken?
Keşkeleri diline yerleştiren o korkunç ses miydi hep?
Üzmelerin bir sonucu muydu hayatına yöne veren?
Dirlik ve düzeni onun yüzünden toprağa karışan damlaları mı sebep olmuştu yoksa? Şimdi olsaydı da sarılaydı boynuna, affına sığınsaydı, öpseydi ayaklarının altına kadar teninin her yerini. Koklasaydı buram  buram anneliğini…
     Korkularıyla yüzleşme zamanı gelmişti işte. Düşüncelerin eseri, ruhunda yaralara sebep olurken, yaralar açılıp kanamaya başladı.
Vicdanı hiç ummadığı bir anda onu yokladı…
Meğer ne kutsal bir aşk’mış annesine duyduğu sevgisi. Cahilliğiyle birçok kez ayaklar altına almıştı kaç kere…
 Kaç kere “yaratık” olmuştu nankörce!
        Zaman; onun yaşamıyla oyun kurarken, hayatından günler gibi gücü de eksildi artık.
Çocuklarla birlikte dertler de büyüdü, büyüdü, büyüdü…
        Kapıdan bir kişiyi uğurlayıp iki kişiyi misafir etti. Derken iki, üç oldu taze umutlar getirdi yüreğine. “El’”e karışmak güzeldi güzel olmasına ama ya gelmekte gecikmeyen diğer dertlere ne demeli?
     Sıkıldı çoğu zaman hayatının günlerinden, sığındı onu bekleyen gölgelerin kapısına. Annesinden sonra tek sığınağıydı bu gölgeler. İçli içli ağlar, kederlenip, annesini düşünürdü çoğu zaman.
Hayaliyle kucaklaşır, rüyalarına yatardı çoğu gece…
Annesini, sonsuz rahmetin kucağına yolculadığı günler aklının bir köşesine yerleşmiş, o güne dair hiçbir ayrıntıyı unutmamıştı. 
        Bir zamanlar anasının dizi dibinde genç bir kızken, şimdi anne olmuş, kendi kızının anneliğini seyrediyordu.
Kıyas yaptı kendince, üç kuşak yenilenen nesillerine…
Seçim yapmaya gerek yoktu, onun “Annesi” bir taneydi.
 
 
365 günün her saatinde sevilesi “annelere” ithafımdır…