Yok, olmanın, korkutucu, bilinmeyen yüzünün, çıldırtan gizemine kapılıp, yaşarken yok olmamak için vicdanlarını terbiye etmeye çalışan insanoğlu, vicdanını sakinleştirip huzuru aramayı seçerken, kimi zamanda, vicdanını çıldırtıp raydan çıkmasına sebep olmuştur. Sorularla içerisinden çıkılamaz hale gelen aklını frenlemek isteyen insan, maneviyat dediğimiz o gücün doğru yol olduğunu algılamış, ona yönelmiştir. Fakat maneviyatın dahi, çılgın aklın kuklası haline getirdiği sahnelere de şahit olmuştur insanoğlu… İşte işin içerisinden çıkılamayacağının anlaşıldığı o tehlikeli noktalarda da, İnançların çıkarlara yönlendirildiği, uydurulduğu görülmüş, insanın kurnazlık olarak adlandırdığı akıl oyunları başlamıştır.

Zavallı tilkicik; insanoğlunun, bu benzetmesine, bu oyununa nasıl geldiğinin farkına dahi varamamıştır henüz… Ne yapsın bihaber zavallı tilki… İnsan bu kadar(!)… ki masum canlıları kendine yakıştıramadığı sıfatlara bürüyüveriyor.

Kurnaz Tilki,

Nankör Kedi,

Nesi betsiz, soğuk yüzlü yılan,

Eşekçik ne yapsın;

Birbirine kızan, itişen, kakışan yapıştırıveriyor karşısındakine babasını da dâhil ederek, sözüm ona aşağılayarak, eşek olduğunu…

İnatçı Keçi?

Ah, La Fonteine…

Şu leş kuşları, Akbabalar: Oysa ortalık temizliyorlar… Kokuşmuşluktan, pislikten arındırıyorlar ortamı… Neden söylenir hiç anlamam Akbabalar gibi dolanıyorsun tepemiz de diye… Söyleyen farkında mıdır acaba kendisine leş dediğinin?

Cümle âlem kuşlara yapılan hakarete ne demeli:

Ah insan! Düşünemeyen türüne, hakaret etmek için kuşları seçmiş olman bile (?)’i…

Zaman zaman insana bile insanlık dersi veren, yapısına orantılı beyni olan, ama ona yaşamını devam ettirecek kadar beyin bahşedilen bu sevimli ve cefakâr canlılara hakaret etme hakkını nereden buluyorsun?  

Kendini dahi idare etmekten aciz insanoğlu…

Yuvasını unutmayan, vatanına sahip çıkan, yavrusunu kendi kendine uçabilecek hale gelmeden terk etmeyen bu canlıyı,  kendi acizliğine eş koşma hakkını kim vermiştir ki sana… Yerine göre vatanını, yuvasını, kendi kendini dahi idare edip çekip çeviremeyen insan, neden haddini bilmez de gider bu canlılara kötü söz olarak sarf ettiğin bu sıfatları yakıştırırsın?

Biz kimden öğrendik insan olmayı?

Dünyanın yüzeyinde ilk sosyal canlılar hayvanlardır, yuva kuran, ölüsünü gömen, toplumsal kurallarla yaşayan… Liderini de ilk seçen canlılar yine hayvanlar âleminin içerisinden çıkmıştır.

Göçmen kuşlara akılsız demek ne kadar yerinde olur sizce?

Yeni doğum yapan kedinin ayaklarının üzerinde durmasını öğrenene kadar yavrusuna sahip çıkması, sonra o anneye saldıran köpeğe baş kaldıran yavru, ekmeğini yediği topraklara ihanet eden insanoğlunun yanında, ne kadar nankördür sizce?

Yeni doğan yavrusunu çöp konteynırına bırakan, sözüm ona analara, diyecek lâfım hiç yok zaten.

Hatta Yavrusunu terk edecek duruma getirilen bu anayı, bu kadar acımasız yapan, buna sebep olan nedenlere duyarsız kalan, sözde sosyal yaşayan diğer insanoğullarına, hiç sözüm yok… Üzerlerine rakamlar kazıdıkları kâğıt ve metal parçalarına verdikleri değeri, birbirlerine vermiş olsalardı insanoğulları, özlemini duyduklarını söyledikleri yaşama, belki de yüzlerce yıl evvel erişmiş olurlardı. Doyumsuz gözler, aç mideler, hatta doyuramadıkları vicdanlarını bile, tapınma seviyesine getirdikleri o metal ve kâğıt parçalarına bağladıklarını görebiliyor musunuz?

Yazık…

Kuşun küçük beyni, kedinin sadakati, eşeğin hantallığı, yılanın soğukluğu, akbabanın leş yemesi bu canlılara hiçbir zarar vermiyor. Ama insanoğlunun kendi türüne duyarsızlığı, nankörlüğü, soğukluğu, hantallığı, düşüncesizliği, sadakatsizliği kendisine çok zarar veriyor,  hem de tüm türüne birden…

O halde; o masum canlılara beğenmediğimiz sıfatları takarken, dönüp bir bakın hangi sıfata lâyık olduğumuza…