Derler ki; Balıkçılar, ölene kadar genç kalır çünkü balık tutmak, yaşla birlikte sönmeyen tek gençlik tutkusudur… 
Böyle midir acaba? 
Meslek balıkçılık olunca… Ah affedersiniz, ülkemizde hala “meslek” olarak sayılmıyor değil mi?

Aslında sayılıyor /sayılmıyor… Biliyorum okuyunca saçma geliyor insana ama öyle gerçektende. Eğer siz “Balıkçılık ve Teknolojisi Mühendisliği’ni” okuyorsanız ve yahutta okuduysanız şanslı insanlardansınız ki bir mesleğiniz var. Yok, eğer okumadıysanız bu işi sadece “hobi” olarak yapıyorsunuz.

Tabi burada ilk önce “meslek” nedir ona bir bakalım isterseniz…

Türk Dil Kurumu’nun resmi web sitesinde ki Büyük Türkçe Söz lük’te aynen şu şekilde yazıyor;

Meslek(1); Belli bir eğitim ile kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, insanlara yararlı mal üretmek, hizmet vermek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, kuralları belirlenmiş iş…

Meslek (2); Uğraş…

Meslek (3); Bir kimsenin geçimini sağlamak için sürekli yaptığı; bilgi, eğitim veya yaratıcı güç gerektiren etkinlik…

Buna göre eğer sizde geçiminizi “Balıkçılıktan” sağlıyor, evdeki çoluk-çocuğa bu şekilde ekmek götürüyorsanız “Balıkçısınız” ve mesleğiniz de “Balıkçılık”

Su Ürünleri Mühendisliği ya da Balıkçılık ve Teknoloji Mühendisliği’nde okumayan insanlarda balıkçılıkla uğraşıyorlarsa meslek sahibidir. Bana göre her ikisinin yeri de farklı… Aslında tartışmaya açık bir konu değil mi? Ben ezelden beri “meslek” gözüyle bakıyorum. Adam buradan kazanıyor, Yaratıcının ve denizin bonkörlüğünden yararlanıp, bin bir zahmetle tutup/yakaladığı deniz ürünlerini tezgâhında satışa sunuyorsa veya satışa sunulmasını sağlıyorsa ve karşılığında para alıyorsa sizce de meslek değil midir?

İster küçük, ister büyük balıkçı tekneleri olsun ve ya fevri takılmalarda önemli kazalar olduğunu da biliyor musunuz?

Kesinlikle bir balıkçının her adımı heyecan, her daim temkini de elden bırakmamaları lazım… Troller, ağlar, vinçler, çelik kablolar, çengellere çarparak, takılarak, düşerek yaralanan insan sayısının haddi hesabı yok.

Diğer yandan gemiden/tekneden kaynaklanan patlama, batma, yangınlar sonucu gemilerin/teknelerin kaybolması ve batması ile meydana gelen ölümler ise yadsınamayacak kadar ciddi boyutta.

Birleşmiş Milletlerin hazırladığı rapora göre ise; Balıkçılık, madencilikten sonra en tehlikeli meslek (bakın meslek diyorum onlar kabul etmişler) ve her yıl 24 bin insanın öldüğü istatistiklerde belirtilmiş.

Hastalıkları ise yaşama tuz-biber cinsinden…

Mesleki astım, intihar, işitme kaybı, cilt/dudak/akciğer kanserleri, zehirlenme ve asfiksi(normal hava solunumunun engellenmesidir) balıkçılar arasında en çok görülen hastalıkların başında geliyor.

Aslında derin bir konu… ve meslek olarak kabul edilmiyor. Bu insanların kayıplarından sonra geride kalanları sarıp-sarmalayacak güvenceleri var mı? Ya da yeterli mi düşünmek lazım…

Şimdi bu işi sportif olarak yapan insanlara bakalım…

Maddi güçleri elverdiğince hemen her fırsatta bulundukları yerlerin coğrafi koşulları el verdiği sürece ( ki bazıları yurt dışı turlarına katılarak bu zevki ortamları dâhilinde paylaşmaktadır.) kendi yöntemleri ile zevkini tatmin eder… Bu kişilerin birçoğu bilinçsizdir ve adeta doğayı katlederek bir kıyım yapar. Olta balıkçılığı ise bambaşka bir olaydır. O zevktir, sefadır, hayat meşgalesini unutmaktır, o sadece boş zamanı değerlendirmek ve güzel vakit geçirmektir.

Mektepliler ise…

Ziraat Fakültesi içinde küçük bir bölüm iken, artan talep ve gelişen sektör ile 1987 de ayrılarak “Su Ürünleri” adı altında eğitimde yer alan bu bölümün mezunlarının da elbette zor görevleri var. Denizlerde ki ve tatlı sularda yaşayan milyonlarca balığın, mikroorganizmanın, tabiri caizse envai çeşit bitkinin, yosun, böceğin, çiçeğin adını alfabeye göre ezbere bilmek, onların hastalıklarını, yaşamlarını, üremelerini ve daha nelerini nelerini öğrenmek zorundalar ( onlarda sektörün gelişmesini sabırla bekleyen, en önemlisi “keşfedilmeyi” bekleyen, çalışma koşulları hayli zor olan emekçilerdir. )

Mektepliler /Alaylılar…

Mektepliler bilimsel araştırmalar ile alaylılar atadan kalma sözleriyle, bilgileriyle ve alışkanlıklarıyla idame ettirirler icra ettikleri işlerini. Ama her ikisi de çipura, kefal veya sazan nedir bilir. Nerede yetişir, nasıl beslenir, kış-yaz nasıldır, nasıl yenir bilir…

Bu konuda yazılması gereken o kadar çok şey var ki… Azıcık oradan azıcık buradan yazınca belki biraz karıştı ama anlayacağınızı umuyorum.

Hayatı boyunca balık avlayarak yakaladığını satan ve bu işten para kazanan kişilerinde “mesleği” haline gelmiş olmuyor mu? Sizde bu “meslek” sayılmamalı mı hala?

“Sular yükselince, balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları yer.” (Afrika atasözü)

Peki, balıkçıların başına kötü bir olay geldiğinde, geride kalan balıkçı aileleri ne yer?

Ekmeğini “sudan” çıkaran/ kazanan tüm insanlarımıza kolaylıklar dilerim.