1960’lı yıllar darbelerin ve idamların olduğu yıllar, 1970’li yıllar muhtıralarla geçen yıllar, 1980’li yıllar ağır buhranla başladı, ülke sağ sol çatışmasından zor bela kendini kurtardı, 1983-1987 rahatlama yılları, 1990’lı yıllar koalisyon hükümetleri, krizli ve terörün kendini iyiden iyiye hissettirdiği yıllar, 2000’li yıllar yine krizlerin olduğu yıllar ve sonrasında 2002’de hükümet değişikliği tek parti döneminin başladığı bir yıl oldu.

Ülkemiz insanı geçmişten gelen tecrübelerle, (Ben dış güçler etkisiyle ve yönlendirmesiyle, bizim vatandaşımız cahil bir şeyden anlamaz, bir oduna, kömüre ve makarnaya tav oluyor diye bir yorumu onaylamıyorum.) dedi ki artık koalisyon istemiyorum, tek parti ve istikrarlı bir yönetim istiyorum, rövanş kültürüyle gelen iktidarların geçmişte yapılanların intikamını alır gibi politikalarla ayrımcılık yapılmasını istemiyorum dedi. O dönemde diğer partilerden ayrılan bir grup insan yeni bir oluşumla AK Parti adıyla toplumun karşısına çıktı, yeni bir soluk arayan vatandaşımızda büyük bir teveccüh göstererek bu partiyi geçerli oyların %34,63'ü ile tek başına iktidara getirdi. Ak Parti kendisini siyasi yelpazedeki yerinin muhafazakar demokratlık olduğunu belirtiyordu. Toplumun her kesimine açık olduğunu söylüyordu.

2002 ve 2007 Genel seçimleri sonrası ilk ve ikinci döneminde AB’den yana ve 3 Y (Yolsuzluk, Yoksulluk, Yasaklar) ile mücadele edeceğini söyleyerek ve de 70 milyonu bir görerek herkesin bu ülkenin eşit vatandaşı olduğu düsturu ile hareket eden bir yönetim tarzı gösterdi. Milletvekili, Bakan dağılımları, il ve ilçe yönetimleri genellikle toplumun tüm katmanlarından insanlardan oluşuyordu. Fakat her geçen gün bu dağılım biraz daha çekirdek kadroya doğru yöneldi. 2011 Genel Seçim sonrası, Gezi olayları ve 17-25 Aralık olayları sonrası Parti içindeki değişik görüş ve düşüncedeki insanlar partiden soyutlanarak gitmeye zorlandı. Adeta iktidar partisinde tek bir düşünce anlayışı hakim olmaya başladı.

Bu hakim düşünce anlayışı partide oluştuğu gibi; iktidar partisi ile oluşan ve büyüyen yan kuruluşlarda da aynı yöntemle zamanla evrim geçirerek baskıcı totaliter bir anlayışa doğru evrildi. İlk başta iktidarın desteğiyle palazlanan ve büyüyen özellikle çalışanları temsil eden sendikal anlayış git gide demokrat ve özgürlükçü düşüncelerinden sıyrılarak baskıcı, tahakkümcü, dayatmacı, tehditvari yöntemlerle büyüme yolunu tercih etti.

1980’li, 90’lı yıllarda çalışma hayatında hepimizin müzdarip olduğu objektif olmayan, torpilin, siyasetin egemen olduğu, ayrımcı ve ötekileştirici politikalar yeniden hortladı. 2000’li yılların sendikal kazanımları bir bir tırpanlanmaya başladı.

- Stajerliğe mülakat getirildi, stajer çalışanlar stajerliklerinin kaldırılmayacğı tehditiyle zorla üye yapıldılar.

- Atamalarda siyaset ve torpil anlayışı yeniden horlatıldı.

- KPSS ve Sınavlı atama yöntemi bertaraf edilerek mülakatlı atama anlayışı getirlidi.

- KPSS, Polislik ve Hakimlik sınavlarındaki şaibeli kopya olaylarının üzerine gidilmedi.

- Görevde yükselme ve ünvan değişikliği sınavlarında olmadık torpiller dönmeye başladı.

- Özellikle eğitim alanında yapılan uygulamalar bizi orta çağa geri döndürdü, 700.000 üniversite mezunu çalışanın olduğu Mili Eğitimde dalga geçer gibi layık olmayan, kariyeri yetmeyen insanlar sadece ve sadece siyaset yoluyla yönetim kademelerine getirildi.

- Benden olmayana yaşama hakkı vermiyorum tarzı bir anlayış tüm yönetime hakim oldu.

- Az biraz bir işi olupta çaresiz kalan ve aman dileyen insanlar kapılardan çevrildi.

- İşe yeni başlayanlar tercih hakkını kullanamadan hile ile iktidara yakın sendikaya üye yapıldılar.

- Atanmalarında sınav şartı olan makamlara atama yapmak için sınavsız bir üst makama getirilen kişiler, bir alt makama atıyorum denilerek sınav şartı bertaraf edilerek atamalar yapılmaya başlandı.

Bütün bu çağdışı haksız, hukuksuz uygulamaların tek bir savunması var; bu tür yöntemler geçmişte de uygulanıyordu. Geçmişte yapılıyordu evet ama vatandaş sana bunu değiştirmen için bu olumsuzlukları düzelt diye oy verdi, bir de toplumlar hep ileriye gider geriye gitmez. Kim doğruya, hakka, hukuka ulaştıktan sonra geriye dönmek ister.

Ama dersen ki benim asıl düşüncem zaten bu idi, ben takiye yaptım gerçek düşüncemi sakladım ve bu güne geldim, ben de kadrolaşmak için her türlü gayri ahlaki yöntemi kullanmakta bir beis görmüyorum dersen ona diyecek lafımız yok.

Önünüzde tek bir yol var; bu adaletsiz yönetim anlayışından bir an önce dönmek. Sınavlı, kariyerli, liyakatlı atama ve yönetim anlayışına geri dönmek. Yıl 2014 artık bünye dayatmayı kabul etmiyor, haksızlığı kabul etmiyor. Eğitimli insan nüfusu her geçen yıl biraz daha artıyor, karşınızda herşeyi kabullenenen boyun eğen bir cahil bir topluluk yok. Vücuda yapılan bir organ nakli gibi ilk başta bünye kabul etti gibi gözüksede bir süre sonra bünye bu organı kabul etmiyor. Sizin bu uygulamalarınız da biz çalışanlar tarafından kabul edilmiyor. Bunu bilmenizde fayda var.