Çok partili hayata geçişle beraber ülkemizde ortalama 5 ila 10 yılda bir kriz yaşamaktayız. Yıllardır ekonomimiz inişli çıkışlı seyir izlemekte ve her yaşadığımız kriz bir öncekini aratmaktadır. Her kriz sonrası IMF'ye, Dünya Bankası'na ve diğer ülkelere borç bulmak için gidilmekte.  İMF başta olmak üzere borç verenler verdiği borç sonrasında borcunu alabilmek için ülke yönetimine şartlar sunmakta ve ekonominin başına kendi istediği adamları getirtmektedirler. 
Bu şartlar;
1) Kamu personeli sayısını azaltacaksın,  personel giderini kısacaksın. 
2) Vergileri arttıracaksın, yeni vergiler toplayacaksın. 
3) Tasarrufa yöneleceksin. 
4) Devlette küçülmeye gideceksin, devlet varlıklarını satacaksın, şeklinde olmaktadır. 
2. Dünya Savaşı sürecinde Türkiye'nin tarafsız kalması Rusya'nın Doğu Anadolu'daki hak iddia etmesi ile Türkiye batıya ve Amerika'ya yakınlaşmaya başladı.
İsmet İnönü yönetimindeki CHP'nin 1950 yılına gelene kadar  tek parti olarak iktidarda kalması son yıllarda ekonomik sıkıntılar daralmalar II Dünya Savaşı sonrasındaki Sovyet tehdidi Amerika'ya yakınlaşma ve marshall yardım anlaşmasının imzalanması, vatandaşı bunaltan ekonomik sorunlar Adnan Menderes'in yönetimindeki Demokrat Parti'nin iktidara gelmesini sağladı. Demokrat Parti iktidara ilk geldiğinde Amerika'dan aldığı yardımlarla tarımda makinalaşmayla ekonomide bir canlanma oldu, tarım ürünlerinde artış oldu, insanlar nispeten daha refah bir hayata kavuştu. Arda ardı ardına büyüme rekorları kırıldı, ancak 50'li yılların sonuna doğru gelirken tekrar ekonomide duraklama başladı, hayat pahalılığı, enflasyon, ihracattaki düşüş, 1958 yılında yapılan devalüasyon ile 1 dolar 9 TL oldu, hükümet dış borçların ödenemeyeceğini ilan etti, borçlar taksitlendirildi. Ancak bu süreç Menderes'in idamına kadar gitti. 1960 darbesi Cumhuriyet tarihinin ilk darbesidir.
Menderes sonrası 1965 yılına kadar CHP-AP koalisyonu ile bunalımlı yıllar tekrar başladı. Bu koalisyon siyasi tarihimizin ilk koalisyonudur. 1961 Anayasası ve sonrası süreçte neredeyse ülkenin yarısında elektrik yoktu. Herkes taşı toprağı altın olan İstanbul’a taşınıyodu.
1965 ve 69 seçimlerini Demirel başkanlığındaki Adalet Partisi kazandı. Bu dönemde enflasyon 6.4, işçi ücretleri 775 TL, ekmek 1.13 kuruştu. 1965 yılıyla beraber tekrar ekonomi canlandı, köy yolları yapıldı, barajlar yapıldı, her köye elektrik iletilmeye başlandı, Almanya’ya işçi gidişi başladı, televizyona geçiş oldu, Murat 124 üretimi ve dağıtımı başladı, ekonomi adeta uçmaya başlamıştı. Ancak bu hızlı büyüme 70’li yıllarda ülke ekonomisini durgunluğa soktu. Enflasyon % 18, dolar 15 TL oldu. Sonuçta ekonomide daralmayla beraber krize doğru bir yol alındı ve askeriye iktidara karışmaya başladı, 71 muhtırasına  giden yol açıldı. Askerler Nihat Erim Başbakanlığında Teknokrat hükümeti kurdu. Dünya Bankası çalışanı Atilla KARAOSMANOĞLU ekonominin kurtarıcısı olarak getirildi ve Başbakan Yardımcısı oldu.
1970’li yıllarda siyasette yükselen yıldız Ecevit oldu. 1973’te iktidara Karaoğlan geldi, Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında, Dünya Petrol Krizi, karaborsa, yokluk ve kıtlık yılları, yağ-tüp-akaryakıt-şeker-sigara-deterjan kuyrukları başladı. 1978’de enflasyon % 69 oldu. Umudumuz Ecevit diye başlayan süreç hayal kırıklığına sebep oldu. Katlı kur* sistemi uygulandı. Dış ödeme dengesi bozuldu. Siyasal iktidarsızlık iç savaş ortamına doğru gidiyordu. TÜSİAD hükümete karşı gazete ilanları vermeye başladı, ülkede döviz yoktu. Geçmişte uygulanan ithal ikameli program krizi derinleştiriyor, bu üretim tarzı ile ülke döviz kazanamıyordu.
1979 seçimlerinde Süleyman Demirel, Bülent Ecevit’e ağır bir yenilgi tattırdı. Demirel herşeye sıfırdan başlanmalı diyor ve başta Turgut Özal olmak üzere ekonomi kurmayları ile iktisat politikaları oluşturdu ve 100 günde ekonomik sorunlar çözülecek diyordu. Karma ekonomiden, serbest piyasa ekonomisine geçiş oldu. 5 Aralık 1979’da program açıklanacaktı ancak askerlerin mektup yazmasıyla kararlar 24 Ocak 1980’e sarktı. Bu tarihte 1 dolar 47 liradan 70 liraya çıkarıldı, amaç ihracatı artırmaktı. Ekmek 10 liradan 22 liraya çıktı, enflasyon % 90’lara çıktı. Ekonomi % 2.8 küçüldü. 24 Ocak kararları öncesinde ve sonrasında Turgut Özal askerler brifing verdi. 24 Ocak kararları acı bir reçeteydi ve Turgut Özal ekonomiye yön veriyordu. Ücretler düşük tutulacak, vergiler artırılacak, özelleştirmeyle KİT’ler satılacak, değeri düşürülen TL ile ihracat artırılacak, böylelikle döviz girdisi sağlanacak vs. önceki krizlerdeki tedbirlerin aynısıydı bu kararlarda.
12 Eylül Askeri darbesiyle, susturulmuş bir halk oluşturuldu. Partisiz, demokrasisiz, sendikasız, derneksiz bir ortam oluşturuldu ancak sonuç yine hüsran oldu.
1983-89 yıllarında Turgut Özal serbest piyasa ekonomisi uyguladı. Otoban yapıldı, her yere telefon ulaştırıldı, birtakım yenilikler oldu ancak; ülke enflasyonla yaşayan, borçla semiren, alt ve orta gelir grubu ezilen bir ülke haline geldi.
1989 yılında Özal öldü, Demirel Cumhurbaşkanı oldu. Başbakan Tansu Çiller oldu, ekonomi yönetimi değişti. TÜSİAD açıklamalarıyla krize gidiyoruz dese de; Çiller faiz düşürmeye uğraşıyordu. Çiller piyasa faizi ile değil düşük faizle borçlanacağız dese de ihaleler iptal oldu, borç para bulunamadı.
Halk ekonomi yönetimine güvenmiyor, eline geçen parayla dövize yöneliyor bu da krizi derinleştiriyordu. Uluslararası derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin notunu düşürdü. Bürokrasi ile hükümet arasında uyum yoktu. İMF Türkiye için acil durum çağrısı yaptı. Dünya Bankası kredi musluklarını kapattı. Enflasyon % 100’lere ulaştı. 5 Nisan 1994 kararları ile TL dolar karşısında %38.8 değer kaybetti. Alınan önlemler; tarıma destek yok, emeklilik yaşı yükselecek, Kitler satılacak. Zonguldak Taşkömürü, Petkim, Sümerbank, Kardemir, Et-Balık Kurumu kapatılacak. Devlet herkesten bir defaya mahsus vergiler alacak. Akaryakıta, içkiye, sigaraya devasa zamlar yapıldı. Kaynak arayışına girişildi. Devlet 3 bankaya el koydu. Nisan ayı enflasyonu % 32 oldu. 800.000 kişi işsiz kaldı. Hükümet Telekomun özelleşmesine umut bağladı ancak Anayasa mahkemesi iptal etti. Devalüasyon yapan koalisyon ortakları Çiller ve Karayalçın seçimleri kaybetti.
1999 yılında DSP-MHP-ANAP koalisyonu kuruldu. 17 Ağustos 1999’da deprem oldu. Ekonomi % 6.4 küçüldü. 2000 yılında İMF programı uygulandı. Faizler düştü, üretim arttı, kitlerin zararı düşürüldü, ekonomi rayına oturmaya başladı. Hükümet bu özgüvenle, Kasırga operasyonu ile 8 bankaya el koydu. 2000 kasımında gecelik faizler % 250’lere çıktı. Yabancı bankalar bir gecede 2.5 milyar doları dışarı çıkardı.
Türkiye adım adım krize gidiyordu. 22 Kasım’da İTO hükümetle kuru dalgalanmaya bırakın diye görüştü. Aralık ayında gecelik faiz % 1700’lere çıktı. İMF’yle masaya oturuldu. Önceki krizlerde olduğu gibi herşeye zam yapıldı, yeni vergiler kondu. İMF 10.4 milyar dolar kredi verecekti. 19 Şubat 2001’de Anayasa kitapçığı krizi oldu. Gecelik faiz % 7500’lere çıktı. Ekonomi durdu, siparişler iptal oldu, Türk bankaları güvenilme ilan edildi, kur dalgalanmaya bırakıldı, esnaf faiz ve döviz kıskacına girdi, firmalar eleman çıkardı. Ülkeyi krizden çıkarmak için Karaosmanoğlu ve Özal’dan sonra yine Dünya Bankasından Kemal Derviş getirildi. Derviş, hiçbir partiye girmedi, dış kredi buldu, 20 milyar dolarlık bir fon buldu,ek vergi, zam, bankacılık sistemini geliştirici tedbirler alındı, tasarruf politikaları yeniden yürürlüğe girdi. Türkiye borcunu ödeyebilir imajını vermek istiyordu. Çözüm borcun döndürülmesi, uzun vadeye yayılması, ciddi yapısal reformlar yapılması idi. 
MHP’li bakanlarla Derviş arasında gerilim oldu, Ecevit Derviş’i getirdiğine pişman oldu, DSP bölündü. Devlet Bahçeli koalisyon ve ülke üzerine oynanan oyunları gördü, 3 Kasım’da seçim kararı aldı.
3 Kasım 2002’de yapılan seçimde iktidar olarak giren ve muhalefet partilerinin birçoğu % 10’luk seçim barajını geçerek Meclise giremedi. 
2002 sonrası ve şu anda yaşadığımız kriz ayrı bir yazı konusu, ancak tarih ders alınmadığı için tekerrür ediyor diyebiliriz.