”Yok artık!”

Ne kızmaya, ne sıkılmaya, ne de beklemeye vaktimiz, yok artık…

Ne mi yapacağız?

En iyi olmak; çok çalışmakla mümkün derlerdi atalarımız; o halde çok çalışacağız…

Demir ışıldayacak, ışığı bizi değil Hintliyi, Çinliyi, Amerikalıyı aydınlatacak. Onların aklı, bizim bilek gücümüz ve yıllar evvel kaybettiğimiz aklımız da kârımız olacak. Aç kalmayacağız, açıkta hiç olmayacağız.

Kimden akıl alacağız peki?

Akıl akıldan da üstün derlerdi aynı zamanda… Aklın bol olduğu o tarihlerde hakikaten çok çalışmak şartmış…

“Yok artık!”

Tabii ki “yok artık”,hiç olur mu öyle şey? Vardır kıyılarda köşelerde, sağ da sol da bir yerlerde aklın hakim olduğu çalışkan bedenler değil mi ya?

Peki; hakikaten yoksa?

Yoksa yüzde yetmiş için söylenenlerin aksini nasıl ispatlayacağız? Parmaklıklar ardından boşananları nasıl zapt edeceğiz şimdi?

Ne uykusu bu canım! Gaflet uykusu gibi…

Tanrım, uyanamıyorum ki uykudan… İlk defa bu kadar yorulmuşum demek ki; bedenim tamamen huşu ya ermeden alamıyor yastıktan başını… Bu ne uyku ayol? Uyanamayınca kâbusta bitmiyor. Biri başımızdan aşağıya buz gibi bir su dökse bari…

“Termik santrale hayır” şenliği vardı bu kâbusu gördüğüm gecenin bir gün evvelinde… Amasra Atatürkçü Düşünce Derneği Türk Halk Müziği Korosu, arkasından rakçı gençlerin konseri, cadde üzerinde tiyatrocu gençlerin “Amasra ölüyor yardım edin” çığlıkları ile dikkat çeken sokak gösterileri, inanın fazlası ile dikkati çekti. Hatta o kadar inandırıcı olmuşlar ki bu yetenekli gençler; gösterinin yakınlarında bir dükkândaydım o anda…

Bir bayan:

-Bir genç bayıldı, arkadaşı haykırıyor, kurtarın diyor. 112’yi arayın lütfen diyerek, heyecan ve büyük bir korku ile içeriye girdi. Hatta çok kızdı oyuncu arkadaşlara:

-Böyle olur mu canım, iyi hoş da böyle de olmaz ki; dedi, heyecanını ve korkusunu yenemeden, bu kadar gerçekçi olunur mu dercesine…

Rakçıların da, gençleri zıplatan, her zaman gürültü olarak düşündüğüm müziklerinde ki; ben söylüyorum sadece dinle, anlarsın, dercesine heyecanla sergiledikleri müziği dinlemek gerektiğini de işte o zaman anladım… Yabancı protest müzikmiş meğer ön yargı ile yaklaştığım bu müzik türü…Şarkının sözlerinde ki esprili protestoyu kulak verdiğinizde fark ediyorsunuz:-………………….. Keşke yaşamadan da algılayabilsek ilmin ışığında ki bazı gerçekleri…

Biz bu termik santralle yaşamadık. Ne zararlar verebileceğini, faydası zararından daha mı çoktur ya da azdır. Getirdikleri götürdüklerine değer mi?

Tüm bunlar, teknik açıklamalarla gün yüzüne çıkartıldı. Ortalıkta dolaşanlara da kulak misafiri olmak gerekir ayrıca… İşsizliğin yarattığı kargaşa, enerji konusunda ki açığımız, cehaletin yarattığı bilinçsiz ve tasarruftan uzak ihanet derecesinde ki milli değerlere saygısızca tüketimler, insanlara anlık kazanım gibi görünen büyük kayıplar yüzünden, bu gibi büyük paralarla yapılan projeler cazip görünüyor. Küçük hesaplar yaptırıyor kapitalizmin ağababalarına. Bundan gayri cazip gösterenler içinse, tek kelime dahi etmeyeceğim, siz nasıl yorumlarsınız bilmem. Keşke Yatağan’dan, Soma’dan mağdurları da getirtip konuşturabilseydik.”Bir nusubet, bin nasihatten iyidir.” Demeden; demek zorunda kalmadan uyanabilsek keşke…

Yatağan’da son iki yılda 35 kişi akciğer kanserinden ölmüş,60 kişi de bu hastalıktan tedavi görmüş. Yatağan tabipler odası, Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi araştırmalar yapmışlar. Bölgede ki koyunların kanında toksin maddelere rastlanmış ve karaciğer enzimleri yüksek bulunmuş.
240 çocuktan,228’inin kanlarında kurşun düzeylerinin yüksek olduğu tespit edilmiş. Yatağan’lılar alarm vermeye hazırlanıyorlar. Biz de başlamadan verelim ki “vah” demeyelim. Bartın, madenci şehri olduğundan kaynaklı akciğer rahatsızlıklarıyla zaten savaşıyor bir fazla bir eksik ne fark eder mi demeliyiz? Ya da sigara da aynı şekilde mi desek yoksa…

Soma’daki durumlar da farklı değil; Aliağa’da sesini duyurmaya çalışıyor Soma’daki termik santral nedeniyle Midilli Adası’na dek uzanan kirlilikten bahsederken…



Neyse, benim uykuya gelelim… Bu uykudan kalkamazsam ve sonsuza dek yaptığım bu hatanın sonucunda yatağa bağımlı kalıp, bitkisel hayatta kalıverirsem eğer, en son direksiyonda izlediğim tavşanın nereye gittiğini de göremeyeceğim demektir.

Çok güzeldi, hakikaten çok güzeldi… Yoldan çıktığımın bile farkına varamadım o beyaz tavşanı izlerken. Çok ta hızlıydı kerata… Yetişebilmem için onun hızına, gaz pedalını sonuna kadar köklediğimi, hangisinin sanal dünya, hangisinin gerçek dünya olduğunu algıladığımda kavrayabileceğim sanırım. Uyanıkken de uyuyormuş muyum ne? Aptal etti bu tavşan beni. İnanın konuşuyordu. Kim öğretti onca güzel ve süslü sözleri ona bilmiyorum ama hakikaten çok etkileyici ve inandırıcı olduğu da bir gerçekti.

Ah kızım ah…

Memur şehri Ankara’dan deniz havası almak,manzara eşliğinde balık yemek,yeşili ve maviyi karıştırıp renklerin içerisinde huzur bulmak, hem devlet işlerinin yorucu temposundan bir nebze de olsa uzaklaşıp bir sonraki iş gününe daha zinde başlamak için bizim kasabaya direksiyon sallayarak gelenler gibi yapsana…Görme diyorum sana direksiyondayken sağını solunu…Olasılıkların içerisinde yolda önüne atlayabilecek olanlar uzun kulaklılar değil ki sadece; boynuzlu çıkma ihtimali de daha da büyük olasılık.Yol bitmez valla…Bas duble yollarda gaz pedalına.Ama,yeni yamanan çukurlardan atan çakıllara dikkat!patlamasın arabanın ön camı sonra…Amortisörleri kurtardık derken memur maaşıyla ön camdan olmayasın.Kaş yapalım derken göz çıkarmayasın..Nefes almak için (inşallah havanı da bozmazlar bu arada) verdiğin onca para da kredi kartına 4 taksite takılmasın.Baktın olmuyor padokta atlara dikkatleri dağılmasın diye takılan at gözlüklerinden tak, tak ki dağılmasın dikkatin…

Şu peşinden koştuğun tavşanı görmek için uğraşmasana, merak etmesene kasaban da tavşan adası var… Manzara tepesinden tüm manzarayı izlerken, tavşan adasında hiç bir yerde türüne rastlamadığın tavşanlardan göreceksin ve ağzın açık kalacak. Zıplamıyor uçuyor bizimkiler, kanatlanmış. Bir çocuk martıyı tavşan zannetti dürbünle bakarken, çok hoşuma gitti:
“Anne bak;kanatları da var” derken…