Eski istibaratçı, yazar Yılmaz Tekin'in kaleminden: Renklerin Kucaklaştığı Cennet Köşesi BARTIN

Karadeniz dediğimiz zaman aklımıza ilk olarak yeşilin tonları gelir. Bir de bu güzelim renk, su ile birleşti mi havasına, suyuna ve seyrine doyum olmaz.

Bu tarifini yapmaya çalıştığım güzellikler Anadolu’ya fazla uzak değil. Ankara’ya 3 saatlik bir yol, Bolu’ya varmadan sağa dönülüp 25 kilometre gidildikten sonra, daha Mengen’de yeşilin içine giriliyor. Devrek’e, dağlardan akan soğuk suların toplandığı Devrek Çayı’yla birlikte giriyoruz. Her taraf yemyeşil, hem de bin bir tonuyla. Sabahın erken saatlerinde kalkıp, dik yamaçlarından inip fırından alınan sıcacık ekmeğiyle, sabah güneşine karşı Gökçebey’de Tahsin dayının balkonundaki sabah kahvaltısının tadı ise bambaşka…

İç Anadolu’nun bozkırlarından çıkıp, yeşilin, sarının, eflatunun bir renk armonisi içinde kaynaştığı kuzeye doğru gidildiğinde ise, vadileri ve tepeleri süsleyen güzelliklerle Karadeniz’in şirin bir iline ulaşıyoruz. İşte Bartın!..

Küçücük dar sokakların birleştiği ahşabıyla, eskisiyle yenisiyle, beton yapılarıyla bir sentezi oluşturuyor. Sokaklarda, başında yazması, sırtında sepetiyle dolaşanlardan tutun da en modern giyimli insanlara kadar herkesi görmek mümkün.

Ahşap binalar ise, geçmiş yılların ardından sesleniyor sanki. Kimi bunca yıllık tarihin izlerini taşıyor bedeninde, kimi ise bugün yapılmışçasına canlı, diri…

İnsanları da insanla dost, güler yüzlü, sevecen. Hiç tanımadığı yabancıları bile misafir edebilecek kadar sıcakkanlı.

Sular Tanrısı Perhenius ise, yıllar öncesi coşkunluğunu kaybetmiş, sanki durgun, sessiz, sanki küskün. Ama yine de vefasız değil. Artık “Bartın Irmağı” olmuş adı. 1998 yılında yaşanan sel felaketinde bu sessiz, durgun ve çevresine güzellikler saçan ırmağın taşmasıyla çevresindeki bütün güzellikleri ve evleri silip süpürüp götürmesi, eski çılgın halinin bir tekrarından başka bir şey değildi.

İnkum, Güzelcehisar, Mugada, Büyük ve Küçük Kızılkum, Bartın’ın enfes güzellikteki koyları…

İnkum, yıllar önce sadece deniz yoluyla ulaşılabilen ve ıssızlığı nedeniyle “İnkumu” diye adlandırılan, 3 kilometre uzunluğundaki kumsalı ile bir sahil beldesi. Bartınlıların sayfiye yeri… Denizin ortasında tüm doğa olaylarına karşı çıkarak, bir kayanın üstünde, kökleri ile bulabildiği en ufak toprak parçasına tutunup yaşama savaşı veren, neredeyse minyatür denebilecek küçüklükteki çam ağacı ise İnkum’un bir simgesi haline gelmiş.

Bartın’ın tarihi milattan önceye dayanıyor, ama o günden bugüne fazla eser kalmamış. Bartın yüzyıllar boyunca sürekli el değiştirmiş, yıkılmış, yıkıntıların üzerine yeni uygarlıklar inşa edilmiş. Eski uygarlıklar, yeni uygarlıklarla kaynaşmış, bugünkü Bartın ortaya çıkmış.

Karadeniz’in bu güzel ilinde turizm, ne yazık ki beklendiği kadar hızlı gelişmiyor. Koylar hâlâ bakirliğini, yöre otantik özelliğini koruyor. Burada patlamayı bekleyen bir turizm potansiyeli hüküm sürüyor.

Tabiat tüm maharetini kullanmış burada. Yeşil bir başka, mavi ise bir başka ziyafet sunuyor gözlerimize. Denize yaklaştıkça açık yeşilden koyu yeşile dönüşen ormanlar, altın sarısı kumsallarla birleşiyor. Bin bir çeşit mavinin köpük köpük kıyıya vurduğu denizle kucaklaşıyor.

Mavinin kanat çırptığı, yeşilin kucak açtığı bu yeryüzü cennetinin sesine kulak vermek, onun bakir koylarına teslim olmak zevklerin en güzeli.

Havası, suyu, ormanı ve insanı güzel yöremiz, gezilip görülmeye değer yurdumuzun cennet köşelerinden biri…