Bazı solcu arkadaşlarım yine takılacaklardır, ama yeni yılda bir kez daha şu "çiçek-böcek" meselesine değineceğim.

Yani doğa katliamına ve çevre sorunlarına...

Zira konu demokrasi, özgürlük, insan hakları kadar yaşamsaldır. Hatta bunların tümünü kapsar.

İster savunucuları tarafından başlı başına bir "ideoloji" olarak algılansın, isterse sınıfsal bir tahlille farklı dünya görüşleri kapsamında ele alınsın, çevre sorunları, giderek büyüyen krize dönüşmüştür.

Bu bakımdan tüm canlıları ilgilendiren küresel bir sorunla yüz yüzeyiz.

Adına "çevre" ya da "ekoloji" deyin, konu tümüyle ideolojiktir.

Bu gidişle daha da geniş kitlelerin ilgi alanına girecek ve politikleşecektir.

Dolayısıyla çevre sorunları ve mücadelesi sınıfsaldır, politiktir.

Mesele, türlerin yok olması ya da azalması, dünyanın kirlenmesi, kaynakların vahşice sömürülmesiyle ilgili değil salt.

Mesele, soluduğumuz havanın her nefeste zehirlemesidir. Küresel ısınmayla tüm canlıların yaşamının tehdit altında olmasıdır...

Temel olarak da bugün doğayı, çevreyi sömüren, kirleten ve yok eden, vahşi kapitalist sistemdir.

Çünkü sömürü sistemi paradan ve kârdan başka bir şeyi dikkate almaz.

Tarihsel olarak insanlığın binlerce yıllık geçmişine rağmen, dünyamız büyük ölçüde son 200 yılda kirletilmiştir. Bu kirlenme, son 50 yılda doruğa ulaşmıştır.

Dünyanın 50 yıl sonra kullanılacak doğal kaynakları bile, şimdiden tüketilmiştir.

Dolayısıyla çevre ve doğa koruma mücadelesi veren bazı kesimler, kendilerini sınıflar üstü görse de kapitalizm karşıtıdır.

Bu yüzden hem neoliberal düzeni savunup, hem çevre ve doğa mücadelesi yürütmek söz konusu olamaz.

Küçük iyileştirmelerle sorunu geçiştirmeye çalışan sermaye sınıfına yaslanarak, bugün Türkiye'de olduğu gibi toprağı, ormanları, dereleri, suları yağmalayan AKP iktidarını destekleyerek, çevre mücadelesi yürütülemez.

Yürütenler, halkı aldatmak gibi olumsuz bir niyetleri yoksa eğer, bilgisizdirler ya da büyük bir yanılgı yaşamaktadırlar.

Nitekim Tortum'da HES'e direnen başörtülü kadınlar, Kastamonu Loç, Kumluca Alakır, Göcek Kızıldere, Manavgat Değirmenözü, Çayeli Senoz, Antalya Köprüçay vadilerinde, Fındıklı Arılı Deresi'nde köylüler, Hopa'da, "Su hayattır, satılamaz" diye haykıran gençler, polis ve jandarma dayağına maruz kalıyor, mahkemelere sevk ediliyor.

Büyük Anadolu Yürüyüşü'yle Türkiye'nin dört bir yanından yürüyenler, Ankara'ya sokulmuyor.

Kirletenlerin ilk sırasında yer alan ABD, Kanada gibi ülkeler, küresel ısınma örneğinde olduğu gibi uluslararası yaptırımları onaylamıyor.

Sera etkisi sonucu küresel ısınma ve önemli bir felakete yol açacağı bilimsel olarak kanıtlanan deniz sularının yükselmesi konusunda, gelişmiş ülkeler hiçbir önleme başvurmuyor.

Suyun azalmasına aldırmıyor, ormanları yok ediyor, karbon emisyonlarını indirme yönünde ayak sürüyorlar.

Çünkü onlar sürekli üretim, aşırı tüketim ve para istiyor...

Oysa, her yıl 11 milyon çocuk hava kirliliği nedeniyle ölüyor.

1 milyardan fazla insan temiz içme suyundan yoksun.

Canlı türlerinin beşte birinin 20 yıl içerisinde yok olacağı belirtiliyor.

40 yıl sonra iklim mültecilerinin sayısının, bir milyara ulaşması bekleniyor.

Ote yandan konuyu sömürüden soyutlayıp gelinen olumsuzlukların devasa büyüklüğüne ve vahşetine bakarak çevreciliğin "geçerli tek küresel kimlik olduğu" yaklaşımı da yanlıştır.

Sonuç olarak çevre mücadelesini önemsemek gerekiyor. Çünkü özgürlük, insan ve diğer canlıların hakları, demokrasi kadar yaşamsaldır.

Gidebileceğimiz başka bir dünya yok!

MAVİ SURGUN
Serdar KIZIK
[email protected]