…bir şişe içki, biraz peynir ve türlü türlü mezeler, herkesten önce almıştı masada ki yerlerini. Çok değil birkaç dakika sonra konuklar gelmeye başladı…
Kadehler bir bir yuvarlanırken, akıllara da; sevinçler, kederler, özlemler ve hiç akla gelmeyecek şeyler gelerek demlenmeye başladı. Ev sahibi Ali;
-Geçen yaz Hüseyin amca'yı amma korkuttum seher vakti… Diyerek anlatmaya başladı yaptıklarını, Hasan ve Halil bir yandan içkilerini yudumlarken diğer yandan Ali'yi can kulağı ile dinleyip gülüyorlardı. Metin, babasına yapılan şakayı duyunca yüzünü astı. Ters ters baktı Ali'ye.
Arkadaşları gülerken o babasının nefes nefese eve geldiği günü hatırladı…
Güm! Güm! Güm! Güm!
-Neüzü billâh, Neüzü billâh!
-Hayırdır inşallah! Sabahın köründe…
-Açın kapıyı çabuk!
-Babam! Aç kapıyı hadi, çabuk!
Zavallı adamcağızın beti-benzi atmış, kalbi duracakmışçasına soluksuz ulaşmıştı evine. Pelte gibi yığılıp kalmıştı evin ortasına.
Birden Ali'nin kahkahası ile irkilerek kendine geldi Metin, Ali bir yandan gülüyor diğer yandan anlatmaya devam ediyordu;
-Otların arasından çıktım tamam mı? Hüseyin amca yakınımda sen de 30 ben diyeyim 20 metre ya var ya yok aramızda. Çarşafı başımdan aşağı örtmüşüm. Düşünün bir. Yemyeşil tarlanın ortasında bembeyaz, garip bir şey var hah hah hah haaa!
-Eee sonra? anlat anlat…
-Ne olsun işte. Sabah ezanı yeni okunmuş. Her yer yavaş yavaş aydınlanıyor. Hüseyin amca dua ediyordu belli ki, arada "Allahu Ekber!" diyor. Ses yok ya etrafta duyuluyor tabi. Sonra bir fırladım otların arasından bir bağırdım "Glu! Glu! Glu!" diye.
Bir kahkaha fırtınası esti üç arkadaşın başında. Hasan; gülerken oturduğu yerde düşecekti az kalsın, son an da Ali'ye tutunarak düşmekten kurtuldu. Halil içkisini yudumlarken "Glu! Glu!" sözcüğünü duyar duymaz ağzındakinin hepsini masa'ya püskürttü. Ali bir yandan gülerken diğer yandan Halil'e;
-Ne yaptın yaaa, bat… Hah hah haaa!
Gülmekten cümlesini tamamlayamamış, masayı kirlettiğini bir türlü söylememişti.
Gece; üç arkadaş için son derece eğlenceli geçiyordu. Bir tek Metin eğlenmiyordu, eğlenemiyordu söz konusu yaşlı babacığı iken. İçten içten diş biledi Ali'ye. Babası "hortlak gördüm" demişti ama olayı tam manası ile anlatamamıştı. Sonra ki günlerde yaşlı babası pek konuşmaz olmuş "demek çok kötü bir kul'um ki…" diyerek her şeyden elini-eteğini çekmiş her anını zikirle değerlendirmeye başlamıştı. Elbette Metin için bu kötü değildi. İnançları gereği güzeldi lakin yaşlı bir adamın böyle korkutulması insanlığa sığmazdı. Hele bunu yapan neredeyse yirmi dört saatini beraber geçirdiği arkadaşı ise, nasıl böyle vicdansız davranabilirdi ki?
"Ya o korkuyla ölseydi babam… Allah korusun!"
-Yeter! Gülmeyin ayıp oluyor artık! Dedi sinirli bir şekilde. Ali'ye dönüp;
-Demek sen günlerce düşündün, böyle bir şaka hazırladın ve yaşlı bir adama bu senaryonu uyguladın? Pes doğrusu!
-Canım şaka yaptım…
-Ne şakası Ali? Sen "şaka" dediğin şeyi yetmiş beş yaşında ki bir adama yapıyorsun. Hadi ölseydi babam senin yüzünden? Hadi bir yerine inme falan gelseydi de felç olsaydı. Bir de sorup duruyorsun "Hüseyin amca'ya ne oldu dediği hiç anlaşılmıyor diye?" bu o sabahtan sonra oldu biliyorsun ve bildiğin halde dalga geçer gibi hala da soruyorsun. Vallahi pes! Billahi pes! Nasıl arkadaşsan artık?
Bir an da buz gibi oldu sanki her yer. Yüzlerde ki gülümsemeler donarak; biraz şaşkınlık, biraz üzgünlük ile birleşerek değişik bir ifade çıktı ortaya. Metin;
-Ben gidiyorum ya! Diyerek kalkmaya yeltendi. Diğerleri hep birlikte itiraz ettiler bu kalkışa;
-Dur arkadaşım nereye? Özür diliyorum bak işte. Ben olaylara senin tarafından bakamadım affet. Gülelim diyeydi her şey. Ne bileyim ben sabahın köründe o yoldan senin babanın geçeceğini. O denk gelmişti işte. Hadi affet beni.
-Bak özür de diledi Ali. Metin sende kabul et dostum. Yarın da Hüseyin amcanın ellerinden öper helallik alır, ne dersin?
Israr; yalvarmaya dönüşmeye başladığında Metin;
-Olur. Ammaaaa benim adım "Metin"se ben de bunu unutmam Ali, bilesin diyerek oturdu yerine…
Ne zaman ne içki aynı kaldı saatler sonra. Biri ilerledi tan yeri ağardı, diğeri bitti yerini bir başka şişeye bıraktı. Dört arkadaşta ise bakışlar baygınlaştı, diller peltekleşti. Kimse bir diğerinin söylediğini tam olarak anlayamadı.
1 hafta sonra…
-…mahallesin de oturan Ali… Hakkın Rahmetine kavuşmuştur…
Cami hocası sözlerini bitirmeden Hasan, Halil'in yanına koştu.
-Duydun mu? Ali ölmüş. Daha akşam beraberdik.
Şaşkınlıktan ve üzüntüden ne yaptığını bilmiyordu. Halil'inde ondan aşağı kalır bir tarafı yoktu. Duyduklarına o da bir türlü inanamamıştı. bir müddet sonra;
-Hadi gidelim evine… Sözleri zorlukla çıktı ağzından.
***
Bahçe işlerini yapmak bir hayli yormuştu Zehra'yı. Sabah ezanıyla kalkmış, önce kümesi temizlemiş sonra ahırda ki hayvanları da tımar ettikten sonra motorlu ağaç testeresi ile birkaç ağacı budamıştı. Motorlu testerenin hem sesi hem ağırlığı nazik bünyesine ağır gelmiş olacak ki, dut ağacının altını seçti dinlenmek için. Alnında biriken terleri silerken asabi bir tavırla söylendi;
-Kalkıp yardımda etmiyor. Bunca sesi duymuyor mu sanki?
-Hıh! Dedi sonra körkütük sarhoştu gene nerden duyacak?
***
Yüzlerde ki "hayret" ifadeleri ile yola düşenlerden bir kaçı birbirine fısıldadı;
-İçkiden mi ölmüş?
-Daha akşam gördüm, bi şeyciği yoktu…
-Allah Allah… Vade işte.
Ali'lerin sokağına döndüklerinde "onun" evine giden adımlarda da bir hızlanma oldu. Ölüm sebebini merak ediyorlardı.
Avlu'ya adım attıklarında Zehra kadın şaşkın şakın baktı kalabalığa. Hemen toparlanıp ayağa kalktı.
-?
Koca bir soru işareti kalabalık ile arasına duvar olmuşçasına eğilip baktı tek tek yüzlerine.
-Başın sağ olsun Zehra gelin.
-Başın sağ olsun kızım.
-Başın sağ olsun bacım.
İyi dilekler, telkinler, sorular…
Hepsi yağmur gibi yağmaya başlamıştı Zehra kadının üzerine. Öylesine şaşkın öylesine saf bir duruşu vardı ki misafirleri karşısında. ne yapacağını bilemez halde;
-Sa sa sağolun… Diyebildi kekeleyerek. Dedi dedi ama neye, ne için, kimin içindi bu dilekler onu bir türlü kalabalığın uğultusundan anlamamıştı. Testerenin sesini hala kulaklarında yankı olarak hissederken hem de.
-Tamam da… Kim öldü ki? Diye utana sıkıla bir laf çıktı ağzından. Kalabalık birbirine baktı. Şaşırma sırası onlardaydı şimdi.
-Ali ölmüş ya!
-Ali ölmüş mü? Diye tekrarladı Zehra. Bacakları uyuşmaya başladığında peş peşe sıraladı sorularını;
-Ne zaman, nerde ölmüş? Kim öldürmüş Ali'mi? Hem Ali içerde yatıyordu. Ne zaman kalktı, gitti de öldü? Ne zaman?
-Tövbe, tövbeee… Dedi insanlar sanki tek tek. Her "Tövbe" Zehra kadının yüzüne güçlü bir tokat olup inmişçesine yakıyordu yanaklarını şimdi. Avlu'nun kapısı sürekli açılıp, kapanıyor her gelen "Başın sağ olsun" deyip bir kenara çekiliyordu. Dayanamadı Zehra kadın sonunda. Gözlerinde ki bulutlar büyüdü büyüdü ve saldı ıslaklıklarını yanaklarından aşağıya.
-Ali içerde uyuyordu… Diye fısıldadı en son. Düşündü…
İvedi bir hareketle kalktı yerinden, içeriye, yatak odalarına bakmaya gitti Zehra kadın. Kapıyı açtı, yaşlı gözlerle yatağa baktı.
-Ali!
Bir hayret nidası fırladı ağzından. Dilinden dökülecek başka kelimelere engel olmak istercesine elleriyle sıkıca kapadı ağzını. Usul usul Ali'nin yanına doğru gitti. Korkudan hiç dokunmadı, dokunamadı bir türlü. Önce yüzüne baktı Ali'nin sonra göğsüne, sonra karnına… Nefes alıp almadığını gözleyerek anlamaya çalıştı. Yok! Olmuyordu. Bir türlü anlamıyordu Zehra kadın. Etrafına baktı… Aklına bir şey gelmişçesine mutfağa koştu sonra. Yatak odasına geri döndüğünde elinde oklava vardı.
- Bismillah! Dedi ve oklavayı Ali'nin bacağına doğru usulca dürttü. Kıpırtı, ses… Hiçbir hayat belirtisi yoktu Ali de. Bir kez daha denemek istedi Zehra;
-Ali öldün mü?
Ali; bacağına değen bir şeylerin varlığından dolayı tedirginlikle açtı gözlerini. Ne olduğunu anlayamadığı için kıpırdamadı yerinden ama aklından bir sürü soru geçti anında;
"Ya yılansa? Hırsız da olabilir… Ya da başka…"
İşte o an duydu Zehra'nın sesini, kendisine ölüp-ölmediğini soruyordu.
***
Dışarıda ki kalabalıktan sabırsız sesler yükselmeye başladı.
-Burası hiç cenaze evine benzemiyor… Dedi birisi. Diğerleri onayladı.
-Zehra gelin de amma tuhaf. Gerçi kadıncağızın nerden haberi olsun zaten saf.
-Rahmetli Ali cin gibiydi amma… Onun aklı ikisine de yeterdi.
***
Yatak odasında hararetli bir çaba vardı. Zehra kocasının ölüp-ölmediğini, Ali ise bir yandan Zehra'nın sözlerini diğer yandan da bacağına neyin dokunduğunu anlamak istiyordu.
-Ali sen ne zaman öldün?
" Ne saçmalıyor bu kadın?"
Oklava son kez hazırlandı veee…
-Allahhh!
Zehra son denemesinde başarılı olmuştu. Oklava'yı Ali'nin baldırına öyle sıkı bastırmıştı ki Ali can havliyle bir an da fırladı yataktan. Zehra "öldü " sandığı kocasını ayakta görünce bayıldı. Ali telaşlandı.
-Zehra! Zehra!
Zehra saftı, başka kadınlar gibi öyle her şeyden anlamazdı ama Ali için deli olurdu. Ali de Zehra'yı arada beğenmezdi lakin çoğu kez de "bana böyle bir kadın verdiğin için sana şükürler olsun Rabbim" derdi. Zehra'yı kaybetme korkusu yerleşti birden Ali'nin aklına;
-Zehra sakın ölme!
-Hııı…
-Zehra… Dur su getireyim sana.
Ali koşar adımlarla mutfağa geçerken avlu'da ki kalabalığın uğultusunu duydu. Olduğu yerde durdu, dinledi. "Bir değil, on değil, bir sürü insan var dışarıda. Ne oluyor acaba?" diye düşünürken bir yandan da dışarıya doğru attı adımlarını.
-Ali! Sen ölmedin mi?
-Aaa! Ali!
Kapıda görünür görünmez sorular ok olup buldu hedef Ali'yi.
-Hayırdır ağalar?
-Sen öldün diye geldik. Hoca sen sabah sala vermedin mi Ali için?
-Evet verdim. Çocuğun biri bir kâğıt getirdi. Adres, isim… Her şey yazıyordu. Bana öyle bakmayın ben yanlış sala okumam.
-Eee nerden çıktı bu? Kim yaptı bunu?
-Çocuk kimindi?
Avlu da sorular yankı olup sağa-sola çarparken…
-Hah hah haaa! Aliii hiç bu kadar gülmemiştim!
Avlu'nun sokağa bakan tarafında ki duvar üzerinden geliyordu ses. Metin, kardeşlerini de yanına almış, babasına yapılan şakanın intikamını yine "Pes!" dedirtecek cinsten yapmıştı lakin ortada bir farkla. Ali'nin şakasına şahit sadece kendisi ve Hüseyin amca idi. Metin'se Ali'ye bir ders verebilmek adına tüm ahaliyi şakasına bilmeyerek de olsa "ortak" etmişti.
Her şey bittikten sonra…
Ali: Son şaka canına "tak" etmiş hatasını anlayıp bir daha asla "şaka" yapmayacağına dair hoca eşliğinde yemin etti.
Hasan ve Halil: Ali'yi bir "kaybedip" bir "bulmanın" şokunu yıllarca üzerlerinden atamadılar. Ali'yi her görmelerinde yüzlerine de garip bir ifade yerleşti.
Metin: Ali'ye "şaka"sından dolayı iyi bir ders verdiği için mutlu. Başta Zehra gelin ve tüm ahaliye bunu yaşattığı için pişman.
Zehra Gelin: Kocasını "ölüp-dirildiği" için ermiş olarak görüyor.
Hüseyin Amca: Anlatılanların hiç birine inanmıyor. Tarla da gördüğü "hortlak"ın, dualarından sonra "huri" olarak göründüğünü söylüyor.