Bir toplumda farklı düşünen, farklı değer ve yaşam tarzlarına sahip olan yapıların olması gayet normaldir. Sakıncalı olan ise iki farklı grubun, "biz ve onlar, siyah ve beyaz, rahmâni ve şeytâni" gibi ön kabuller ile biraraya toplanması durumudur. Yani farklı yapıların birbirlerine tahammülsüzlüğü ve birlikte yaşama isteğinin ortadan kalkması orada sosyal bir problemin varlığına işaret eder.
Ülkemizde toplumsal kutuplaşma, ötekileştirme ve kamplaşma geçmişten günümüze hep gündemde oldu.
Sadece seviyesi bazen düşük bazen de yüksek seyretti, derinliği ve şiddeti değişti.
Toplumun bütününü kucaklayıcı ve kapsayıcı bir dil yeterince geliştirilemedi.
Tolerans, empati, tartışma ve diyalog kültürü tam anlamıyla benimsenemedi.
Bu nedenle de çatışma ortamından uzlaşı ortamına geçiş bir türlü sağlanamadı.
Ülkemizde son dönemlerde çok yoğun bir şekilde kutuplaşma yine yaşanıyor. Bir tarafın bir hususta ki düşüncesi, sırf o öyle düşünüyor diyerek, karşıt görüş tarafından zıddı ile kâim oluyor, aksi yönde tutum takınılıyor.
Tarafsızlık durumu yitirilerek karşıdakinin durduğu pozisyona göre konum belirleniyor, yorumlarda ona göre yapılıyor.
Bireyler, bilhassa sosyal ve siyasal konularda, kendi bilgi ve fikirlerine göre değil, duygu ve hisleriyle ön plana çıkıyor.
Tâbi oldukları liderlerin ve partilerin söylemleri doğrultusunda düşünceler şekilleniyor.
Gündemdeki birçok konu gönül verilen cemiyet, fırka ve parti aidiyetiyle değerlendiriliyor.
* * * *
Toplumun bir kesimi de bireysel hayatına kutuplaşmayı sokmamaya, siyaseti gündelik yaşamından uzak tutmaya gayret etse de bu durum da pek mümkün olmuyor?
Kutuplaşmayı meydana getiren sosyal ve siyasal nedenler belirlenip ortadan kaldırılmadan, elele verelim kutuplaşmayı def edelim demekle de toplumsal gerilimler azalmıyor veya ortadan kalkmıyor?
Sorun bir yandan metastaz yapmaya devam ederken, diğer yandan toplumsal ve siyasal ayrışma gittikçe derinleşiyor.
Uzlaşı kültürü yok oluyor, ortadan kalkıyor.
Yaşanan tüm bu gelişmeler farklı hayat tarzı ve değerlerin birarada yaşamasını zorlaştırıyor.
Meydana gelen tüm bu gerilimlerin bir kutuplaşma olduğunu hiç kimse inkar etmese de, herkes tarafsızlığını sonuna kadar muhafaza ettiğini fakat karşısındakinin hem suçlu hem de tartışma ve kutuplaşmanın faili olduğunu iddia ediyor.
Makul oranlarda kutuplaşma oranı hemen her toplumda var olsa da, toplumumuzdaki kutuplaşma ve ötekileştirme oranın tehlike sınırının çok üzerinde olduğu her durumda fark ediliyor.
Esasında kutuplaştırma ve ötekileştirme meselesinin özü itibariyle psikolojik tarafları da görünüyor. Çünkü burada diğer insanlara güvenmemek, onlardan kendisine bir zarar geleceğini düşünme duygusu ve endişesi var?
Bu duygu ve kuşkuların arka planında daha birçok farklı nedenler bulunsa da, uzun bir dönem toplum sürekli olarak; sağcı-solcu, batılı-doğulu, alevi-sünni, dinci-laik gibi değişik biçimlerde katmanlara ve öğelerine ayrıldı.
Kutuplaşma ve kamplaşma olgularıyla karşı karşıya bırakıldı.
Ayrıca baskıcı ve dayatmacı, hukuk ve kural dışı zihniyet anlayışı toplumun geniş kesiminde korku ve güvensizlik hissini yerleştirdi. Neredeyse her 15 yılda bir yapılan darbeler derin bölünmelere, öfke yüklü mağdur kitlelerin meydana gelmesine ve demokratik kültürün yerleşmesine fırsat vermedi.
Öte yandan siyaset erkine, devletin adalet anlayışına ve kurumlarına olan güvenin zedelenmesine yol açtı. Bu sorunlar uzun süre düzeltilmeyince de kutuplaştırma ve ötekileştirme sanki siyasal bir miras gibi topluma iyice yerleşti ve kronikleşti.
Dolayısıyla farklı şekillerde sürekli mağdur ve mazlumun üretildiği bir toplumda öfke, korku, endişe ve kaygıları anlamadan, saygı, empati, tolerans ve diyalog kültürünü geliştirmek ya da güven, itimad ve uzlaşı anlayışını yerleştirmek, yani zihniyet devrimini yapmak kolay olmayacaktır.
Memleketimizde kutuplaşmanın en yoğun olarak yaşandığı alanlar ise siyasetle medyadır.
Bir tarafın ak dediğine diğer tarafın kara dediği ülkemizde makbul siyaset yapma anlayışının kavgacı ve herşeye karşı olmaya dayalı bir üslubu var. Müzakere ve ikna çabası ise neredeyse yok denecek kadar az.
Medya ise baş aktör olarak kutuplaşmayı tetikleyen, çoğaltan ve yayan bir özne konumunda. Özellikle sosyal medya insanlara tartışma ortamı sağlamasına rağmen doğru kullanılamadığı için kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Farklı görüşlerdeki insanları birbirine karşı biliyor.
Dolayısıyla toplum olarak gelinen bu noktadan sosyal medyanın önemli derecede sorumluluğu var.
Hülasa olarak siyasal kutuplaşmanın giderilmesine yönelik tedbirlerin ivedi şekilde alınması icab eder..
Sonuçta kutuplaştırdıklarımız da aynı bütünün ve aynı toplumun parçaları. Hepsi de aynı kader ortaklarımız.
Aynı dili konuştuğumuz, aynı dine mensup olduğumuz, aynı kültüre sahip olduğumuz yurttaşlarımız.
Ortak geleceğe ve güzelliklere aynı heyecanla, beraberce yol aldığımız aziz milletimiz.
Şunda hiç şüphe yok ki, dini ve milli meselelerde biraraya gelebilen, birbirini anlayan, dinleyen ve farklı görüşlerden olanlara saygı duyan, temel kırılma noktalarındaki çatışmaları durdurabilen ve milletçe bütünleşen bir Türkiye'nin sınıf atlayacağından ve kısa zamanda dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın.