İnsan, kendisine çeşitli nimetleri bahşeden Rabb’ine ne kadar şükrederse hayatından da o kadar haz alır. Aynı zamanda her şükür, başka nimetlerin sağanak sağanak yağması adına bir davetiyedir.
 
Güzel gören güzel düşünür. Güzeli görebilmenin şartı ise kötülüklere zorluklara takılıp kalmamak, hayatın zor tarafları sebebiyle yaşama enerjisini kaybetmemektir. İnsanda her şeyin en iyisine en güzeline sahip olma isteği vardır. Fakat kendi kendine hiçbir şeye sahip olamayan insan, kendisine verilen güzellikleri gördükçe mutluluk duyabilen ve mutluluk hissiyle daha iyilerine daha güzeline talip olabilen bir varlıktır. Kişi kendisine çeşitli nimetleri bahşeden Rabb’ine ne kadar şükrederse hayatından da o kadar haz alıp daha başka nimetlere de sahip olabilmektedir.
İnsanlarda bulunan; nimetlere kavuştukça daha fazlasını isteme özelliği bir doyumsuzluk da meydana getirebilmekte böylece kişi sahip olduklarını da göremez hale gelebilmektedir. Doyumsuzluk duygusu kişide sürekli bir huzursuzluk meydana getirerek hayattan zevk alma duygusunun azalmasına yol açabilmektedir.

Her şeyin kötü veya eksik tarafını görmek, kişinin pozitif enerjisini günden güne yiyip bitirir. Bu enerji düşüşü kişinin verimliliğini azaltır, hayattan insanlardan bağlarını gittikçe koparır. Doyumsuzluk duygusundan kurtulabilmek için sahip olunanların değerini bilme, nimetleri görebilme becerisini geliştirmek gerekir. Nitekim “Şükrederseniz nimetlerimi artırırım” (İbrahim, 14/7) ayeti bu hakikati bildirir.

ELİMİZDEKİLERİN KIYMETİNİ BİLELİM

Bir insan birçok nimete sahip olabilir. Fakat bu kadar nimetin içinde bazen tek bir nimetin eksikliği kişinin bütün hayatını etkileyebilir. Görme nimetini en iyi gözünü kaybeden anlatır. Yürüme nimetini yürüyemeyenin neler çektiğini dinlersek daha iyi anlarız. Çocuğu olmayanın, hele çocuğu olup da kaybedenin hasreti, çocuğu olan kişiye sahip olduğu nimetin büyüklüğünü hatırlatabilir.

Suyun ne kadar büyük nimet olduğunu ancak susuz kalınca tam manasıyla anlayabiliriz. Suyumuz, böyle berrak olmayıp acı ve tuzlu da olabilirdi. Hepsi ayrı renkte, ayrı lezzette yiyecekleri bulamayıp bir dilim ekmeği bile bulmakta zorlanabilirdik. Bulsak da yemeye sağlığımız elvermeyebilirdi. Güneş ışını birçok coğrafi bölgede olduğu şekilde ölçülü gelmeyebilir, hava dondurucu ya da yakıcı sıcak olabilirdi. Bizim için dinlenme vasıtası olan uykudan mahrum kalabilir sabaha kadar gözümüzü kırpmadan oturabilirdik.

Saymakla bitiremeyeceğimiz sonsuz sayıdaki nimetlerden bir tanesinin bile yokluğunun insanları ne büyük zorluklara soktuğunu hepimiz biliyoruz. Bununla beraber bu nimetlerin eksikliğinin yol açtığı sıkıntı ve zorluklara rağmen; başka nimetleri görüp bu eksiklikle başa çıkabilen kişiler de vardır. Görme duygusunu kaybettiği halde yıkılmayıp işitme ve dokunma gibi diğer özelliklerini kullanarak eğitim gören, meslek sahibi olan, zorluklarla mücadele edip mutluluğu yakalayan kişilere takdir duygusuyla şahit olmaktayız. Bu kişiler fiili olarak şükretmekte, kaybettikleri sebebiyle yıkılmamakta, sahip olduklarının değerini bilmektedirler.

HALİNİZE ŞÜKREDİN

Onlar da fiilî olarak Yaradan’ın verdiklerine şükrederek vazifelerini en iyi şekilde yapmaya çalışmaktadırlar. Rabbinin verdiklerini görebilen kişi kendisine nimetleri ulaştırmada aracı olanları da bilip takdir eder. İnsanlar arası ilişkilerde de yapılan iyi hareketleri güzel özellikleri görebilmek ve gördüğünü sözle ve beden diliyle ifade etmek önemli bir yer tutar. Bu ifade gücü ancak sosyal ve duygusal zekanın gelişmesiyle mümkün olabilir. Yaradan’a şükredebilmek insana teşekkür etmek ve takdir etmek için güzeli görebilen bir bakış açısına sahip olunmalıdır ki; bu da en iyi küçük yaşlarda verilen eğitimle kazanılıp kişinin kendi gayretiyle geliştirilebilir.

Akşam gurub vakti hüzünle tüllenen pembe–kızıl–mor bulutların arkasında kaybolan güneşi seyreden kişi, hızla geçen ömrünün kıymetini bilmesi gerektiğini daha derinden düşünebilir. Sabah yükselen güneşin verdiği coşkuyla neşeyle ötüşen, rızkını aramaya çıkan kuşları seyrederken kendisini tabiattaki bin bir renk ve ses cümbüşü içinde bulan kişi yaşama nimetinden dolayı şükrederek yeni güne daha bir ümit ve gayretle başlama isteğini kendinde bulabilir.

Kısaca şükür, nimeti artırmaktadır. Şükredebilmek ise kişinin aldığı eğitime ve kendisini geliştirmesine bağlıdır.
 
BİR SORU-BİR CEVAP

Oruçlu hanım dil ucuyla yemeğin tuzuna bakabilir mi?

Orucu bozan şeyi iyi bilirsek bu gibi soruların cevabını da rahatça verebiliriz. Bilindiği üzere orucu, yeme-içme bozar. Buna göre, gerek dil ucuyla yemeğin tadına tuzuna bakmada, gerekse diş fırçalamada yeme, yahut da içme gerçekleşiyor mu? Yani boğazdan aşağıya bir şeyler kaçıyor mu?

Bu ölçü ile baktığımızda şöyle diyebiliriz: Oruçlu hanım, pişirdiği yemeğin tadına, tuzuna dil ucuyla bakar da, sonra dilinin ucundakini boğazından aşağı kaçırmaksızın dışarıya atarsa, yeme de yok, içme de. Öyle ise oruç bozulmaz. Diş fırçalama da böyle. Boğazından aşağıya macun parçası ve suyu kaçırmazsa orucu bozulmaz, kaçırırsa bozulur. Çünkü burada ya yeme gerçekleşmiş ya da içme. Demek ki, diş fırçalamada kullanılan macunun parçaları yutulmuşsa yeme gerçekleşmiş, suyu gitmişse içme vaki olmuş, oruç bozulmuştur.

Bununla beraber oruçlu kimseler, böyle tehlikeli olabilecek şeylerden uzak kalsalar, daha isabetlisini yapmış olurlar. Yemeğin tadında tuzunda bir kontrol eksikliği olursa, yemeği yiyenler bunu tabii bulmalı, oruçlu hanım, dil ucuyla da olsa yemeğin tadını, tuzunu hissetmeye mecbur bırakılmamalıdır.
 
BİR DUA

Kalplerimizi imanla doldur
Rabbimiz! Gönüllerimizi ve cihanın dört bir bucağındaki bütün kullarının kalplerini iman lütfuna, İslam'a ve ihsana açmanı diliyoruz. Gökte ve yerdeki kulların arasında bizim için sevgi halket. Seni hakkıyla anabilmemiz, sana gerektiği gibi şükredebilmemiz ve en güzel şekilde ibadet edebilmemiz için bize yardım et.
 
HİS DÜNYASI
 
Yaşarken
Ağaçların daha bu bahçelerde
Bütün yemişleri dalda sarkıyor,
Umutların mola verdiği yerde
Geceler bir nehir gibi akıyor.
 
Baksan bir uzaklık var hangi yana,
Hangi eşyaya dönsen boş bir ayna;
Varmak istediğim uzak limana
Gemiler beni almadan kalkıyor.
 
Gelmedi gün daha çalmadı saat,
Daha uçurmuyor beni bu kanat;
Sabırsızlanma, ey kapımdaki at!
Güneş daha gözlerimi yakıyor.
Ahmet Muhip Dranas

REHBER İNSAN

Zengin-fakir ayrımı yapmazdı
Peygamberimiz’in insanlarla münasebetlerinde dikkat çekici yönlerinden biri de kesinlikle zengin-fakir ayrımı yapmamasıydı. O’nun nazarında zengin-fakir, büyük-küçük, efendi-köle; herkes eşitti.

İslam’ın ilk yıllarında Peygamberimiz’in çevresinde genellikle genç ve fakir kimseler bulunuyordu. Allah Resulü, etrafını alan bu ilk kadronun, bu fakir insanların bir gün cihan çapında bir inkılâp yapacak kadro olduğunu daha işin başında biliyor ve attığı her adımı ona göre atıyordu.

Nitekim bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Fakirleri arayınız, onları görüp gözetiniz. Zira siz ancak fakirler sayesinde yardım görüyor ve rızıklandırılıyorsunuz.” Sahabeden Ebû Zer Hazretleri, Peygamberimiz’in kendisine tavsiyelerini anlatırken, bunlardan birinin, yoksulları sevip onlara yakın olmak olduğunu söylemiştir.
 
ÖRNEK HAYATLAR

Çocuğum sözümü dinlemiyor!
Pek çok anne-baba çocuklarına sözlerini dinletememekten yakınır. Her ne kadar bunun değişik sebepleri olsa da, bu sebeplerin en önemlilerinden bir tanesi anne-babanın çocuklarına yapmadıkları şeyleri söylemeleridir. Sözlerinin çocukları üzerinde tesirli olmasını isteyen anne ve babalar, söylemek istedikleri şeyleri evvela kendileri hassasiyetle yaşamalı, daha sonra onu çocuklarından istemelidirler. Burada mezhep imamımız İmam-ı Azam Ebû Hanife’ye atfedilen bir menkıbeyi hatırlatmak yerinde olacaktır:

Çocuğun birine bal dokunuyordur; anne ve babası çocuğa onca “bal yeme!” tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam etmektedir. Derken bir gün anne ve babası çocuğu elinden tutup Ebu Hanife’nin huzuruna getirirler ve “Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor” derler. Ebû Hanife: “Şimdi bu çocuğu götürün, lütfen 40 gün sonra bana getirin” der. Kırk gün sonra yeniden getirilirler. Ebû Hanife çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve “Babacığım, bir daha bal yemeyeceğim” der. Oradakiler: “Ya İmam, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?” diye sorduklarında, Ebû Hanife onlara şöyle cevap verir:

- Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendim yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatim tesir bulmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim.

Evet, haddi zatında bu bir kıssadır ve burada önemli olan kıssadan hisseyi alabilmektir. Doğru sözler mutlaka doğru hareketlerle desteklenmelidir. Zira söz ile davranışlar arasında meydana gelen zıtlık veya çelişki çocuğun anne ve babasına olan güvenini sarsacaktır. Çocuğuna güven telkin etmeyen bir anne ve babanın sözleri ise çocuğun bir kulağından girip diğerinden çıkacak ve tesirli olmayacaktır.
 
ALTIN ÖĞÜTLER

Amelini gizli tut, böbürlenme
Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin şu altın öğütlerine kulak verelim:
Bir sâlih amel işleyince onu gözünde küçültesin ve gizli tutasın. Çünkü küçük görürsen seni ucuba (kendini beğenmeye) götürmez. Gizlersen, eksiği tamam olur yani fazileti artar. Acele edersen, o sâlih amele bir an önce kavuşmuş olursun. Zira nefis zaafa kapılıp onu geciktirebilir veya seni ondan vazgeçirebilir.
Mümin kardeşine ait sevmediğin bir şey duyarsan, ısrarla onun bir mazeretinin olabileceğini düşün. Bulamazsan, belki benim anlayamadığım bir özrü vardır, de ve ayıbını setret!
 
HADİS BAHÇESİ

Allah’a dayan, O’na teslim ol
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Yorgunluk, sürekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar Müslüman’ın başına gelen her şeyi, Allah, onun hatalarını bağışlamaya vesile kılar.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar
1. Bela ve musibetleri her zaman ceza olarak kabul etmemek gerekir. Çünkü onlar, çoğu zaman rahmet olurlar.
2. Sabreden mümin için sıkıntıları, günahlarına kefaret olur. Bu da bir nimettir.
3. Mümin, bela ve musibetler karşısında “Allah’ım, neydi günahım” türünden isyan kokan sözler sarf etmemeli.
 
BİR NÜKTE

Kibirlenme, mütevazı ol
İnsanın kendini beğenip büyük görmesi, aklının noksanlığına ve ruhunun hamlığına işaret eder. Akıllı ve ruhen olgunluğa ermiş bir insan, mazhar olduğu her şeyi Yüce Yaratıcı’dan bilir ve şükran hissiyle daima, O’nun karşısında iki büklüm olur. Mütevazı olma, Yaratıcı’nın takdirine, halkın tahkir ve tekdirine karşı, insanın gönlüne hoşnutluk hissi kazandırır. Baştan haddini bilip tevâzû kanatlarını yerlere kadar indiren birisi, insanlardan gelecek her türlü hor görmelere karşı en emin bir zırh içine girmiş, en sağlam emniyet tedbirini almış demektir.
 
BİR HATIRLATMA

İftara bir-iki bardak su içerek başlayın
Ramazan’da nasıl beslenilmesi gerektiği hemen herkesin merak ettiği bir konudur. Pek çok kimse Ramazan’da aldığı kilolardan yakınır. Oysaki kiloyu korumak kişinin elindedir. Tek yapılması gereken dengeli ve sağlıklı bir beslenmeyi Ramazan’da hayata geçirebilmektir.

Ramazan’da neden kilo alınır?
Tüketilen karbonhidratlı gıdaların fazlası vücutta yağa çevrilerek depo edilir. Özellikle Ramazan’da artan tatlı yeme isteği sofralarda şerbetli tatlıların varlığını kaçınılmaz kılmıştır. Ayrıca pilav, makarna, ekmek ve pidenin çokça tüketimi kilo alımına neden olmaktadır.

Çok hızlı yemek yeme sindirim sistemini olumsuz etkilemekte ve bağırsaklara fazla yük getirmektedir, böylece kilo alma daha da kolaylaşmaktadır. Ayrıca sahura kalkılmaması vücudun yağ depolama eğilimini artırmaktadır.

Peki neler yapılabilir?

1.İftara bir-iki su bardağı su ile başlamak tokluk hissinin erken oluşması açısından önemlidir.

2.
Yemeklerin çok hızlı yenilmemesi gerekir.

3.
Şerbetli tatlıların yerine kalsiyum ve enerji açısından dengeli sütlü tatlılar tercih edilmelidir.

4.
Hazmı kolaylaştırmak için iftardan bir süre sonra kabuklu meyveler yenmelidir.

5.
Mutlaka sahura kalkılmalıdır.