Peygamber Efendimiz, Müslümanın özelliklerini anlatırken, inanan insanın kesinlikle yalan söylemeyeceğini üstüne basa basa ifade ediyor.
 
Yalan ferdi ve toplumu yakından ilgilendirdiğinden dinimizde günahların en çirkinleri arasında sayılmıştır. Bu yüzden Allah Resulü ashabına ısrarla yalandan uzaklaşmalarını, ona bulaşmamalarını tavsiye etmiştir. Bu konuyla alâkalı sahabe efendilerimizin kendilerine yönelttikleri; “Mü’min korkak olur mu?” “Mü’min cimri olur mu?” sorularına ‘Evet’ diye cevap verirken “Pekiyi yalancı olur mu?” sorusuna da mü’minin yalancı olamayacağını belirtir şekilde “Hayır” diyerek yalanın “nifak kapılarından bir kapı olduğunu” bildirmişlerdir.

YALAN SÖZDEN KAÇININ

Yalan öylesine bir günahtır ki yakasını ona kaptıran kişi bir daha iflah olmama durumuyla karşı karşıya kalır. Bu, bir kul için son derece acı ve zor bir durumdur. Bu hali bir başka hadislerinde ifade ederken Allah Resulü, “Kul yalan söylemeye ve yalan söyleme niyetini taşımaya devam edince bir an gelir ki, kalbinde önce siyah bir nokta belirir. Sonra bu nokta büyür ve kalbinin tamamı simsiyah olur. Sonunda Allah nezdinde “yalancılar” arasına kaydedilir.” demektedir. (Muvatta, Kelam 18).
Çünkü yalancı hem fişlenerek toplum tarafından dışlanır, bu ahlakı yüzünden yer yer rencide olur, kendisine güvenilmeyen, emniyet edilmeyen birisi olur, hem de ahirete yönelik bir azaptan yakasını kurtaramaz. Böylece o iki kere pişmanlık yaşayan bir zavallı durumuna düşer ki bu da İslam’ın insanlar için iki dünya saadeti olma hikmetine ters düştüğünden dinimiz bunlara sebep olan yalanı şiddetle reddeder.

YALAN BİR ZULÜMDÜR

Yalan karşılıklı ilişkilerde kullanıldığından doğrudan insan haklarına aykırı bir tavır ve dahası zulüm olduğundan yanlış ve haram olmuştur. Yalnız bazı durumlar var ki o durumlarda da yalan söylemek caiz, yerine göre bazen sevap da olabilir. Nitekim Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyuruyorlar: “Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi sizi yalanın peşine düşmeye sevk eden şey nedir? Üç yer hariç, yalanın her çeşidi âdemoğluna haramdır: Bu üç yere gelince:  

1.
Erkeğin, rızasını sağlamak için hanımına yalanı. (Safvan İbnu Süleym ez-Zühri radıyallahu anh anlatıyor: “Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü! Ben eşime yalan söyleyeyim mi?” demişti. Peygamberimiz: “Yalanda hayır yoktur!” buyurdular. Adam: “Vaadde bulunmama, lehinde söylememe ne dersiniz?” diye tekrar sordu. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Öyleyse sana bir vebal yok!” buyurdular.”) (Muvatta, Kelâm 18)

2.
Harpte söylenecek yalan. Çünkü harp bir hileden ibarettir. 

3.
İki Müslüman’ın arasında sulhü sağlamak kastıyla söylenen yalan.” (Tirmizi, Birr 26)

İmamı Gazali hazretleri de İhyau Ulumi’d-Din isimli eserinde yalan söylenilebilecek yerleri şöyle sıralıyor.

“Bazen yalan söylemekte fayda bulununca yalana izin verilir. Tıpkı gıybette olduğu gibi. Bazen de yalan söylemek vacip olur. Mesela; Doğru söylendiği takdirde zalim birisinden kaçıp gizlenmiş olan kişinin kanı dökülecekse burada yalan söylemek vaciptir. Bunun gibi harbi amacına ulaştırmak, dargınları barıştırmak, kendisine fenalık edilmiş kimsenin gönlünü almak veya hanımla beyinin arasını bulmak ancak yalanla mümkün oluyorsa bu hallerde yalan söylemek mübahtır. Yalnız haddi aşmamak için zaruret sınırında durulmalıdır.’’
 
BİR SORU-BİR CEVAP

Ramazan ayını inanarak geçirmek ne demek?
Merhamet Peygamber’i Hz. Muhammed (aleyhisselâtü vesselam): “İman ederek ve ecrini Allah'tan bekleme niyetiyle, Ramazan orucunu tutan kimsenin geçmiş günahları affolunur.” (Buhari, Savm 6) müjdesini vermiştir.

Bu kuşatıcı af ve mağfirete mazhariyet için iki önemli esas vardır:

1.
İman etmek,

2.
Ecri Allah'tan bekleme niyeti.
Buradaki iman etme meselesi çok mühimdir. Şöyle ki: Zaten Ramazan orucunu tutacak olanlar müminlerdir. Fakat Allah Resulü'nün burada “Kim iman ederek” kaydını koyması, o imanın taklidî değil, hakiki, samimi ve kuvvetli bir şekilde olması gerektiğini ifade sadedinde olduğu anlaşılmaktadır. Biz buna “hakiki bilgiye hakkıyla iman” diyebiliriz. Biraz daha açarsak:

DOĞRU BİLGİLERE İNANMAK

Ramazan ayı başta olmak üzere bütün mübarek zaman dilimleriyle ilgili ayet ve hadis-i şeriflere ait doğru bilgilerimize yakînen iman ile kişi onları hayata taşıyabilir, zamanı hakkıyla değerlendirme şuurunu elde edip gayrete gelebilir. Bilgi başka, iman başka, bilgiye iman ise bambaşka. Doğru bilgilerimize inanmamız gerek. Dimağımızda kültür düzeyinde bulunan doğru bilgilere iman etmek için, aklî kabul kadar, hissî kabul de gerekli, kalbî kabul de gerekli. Tekrarlar ve telkinler böyle bir kabulü kolaylaştırır. Haricî yönü olan bilgilerin fiiliyata dökülmesi ve o fiillerin itiyat edinilmesi de imanı pekiştirir.

Tecrübe ile de beslenen kültür düzeyindeki nazarî bilgi, böylelikle içselleşmiş, imanlaşmış olur ve inancımızın bir yanı haline gelir. Doğru bilgilerin imanlaşması, akideleşmesi diyebiliriz buna. Çok bilmek, kâmil bir iman için yeterli bir altyapı değil. Bildiklerine inanmaktır esas olan. Avamdan herhangi bir mümin kadar imanı olmayan nice unvanlı insanlar vardır. İman gücünün göstergesi amel-i salih çokluğudur. İnsan, inancı ölçüsünde amel yapar, bilgisi ölçüsünde değil. Bildiklerimizin hakkıyla inansaydık, hepimiz bir Tavus b. Keysan, bir Veysel Karani olurduk. “Bilmediklerimi ayağımın altına koysaydım, başım göğe değerdi.” demiş İmam-ı Azam Ebu Hanife Hazretleri.

BİR DUA

Bizi bize bırakma!
Allah’ım! Bizlere, her türlü endişe ve tasa karşısında çıkış ve kurtuluş yollarını göster. Sürekli kötülüğü emredip duran nefislerimizin dar kafeslerinden ve hevalarımızın ağından bizi kurtar. Gözlerimizi ve gönüllerimizi günah atmosferinden uzak eyle. Bizleri rızan istikametinden bir an olsun ayırma. Bizi, bize bırakma ya Rabbi!
 
HİS DÜNYASI
 
Çekme şu dünyanın endişesini
Çekme şu dünyanın endişesini
Devir eyle gönlün dört köşesini
Kemlik ile kırıp kal şişesini
Dönüp ona derman olsan ne fayda
 
Arabi Farisi dilin olmazsa
Bülbüle münasip gülün olmazsa
Elbet bir meslekte elin olmazsa
Dava ile sultan olsan ne fayda
 
Bir gün olsun Yaradan’ı anmazsan
Mecnun olup aşk oduna yanmazsan
Bir güzelin sinesine konmazsan
Hayal ile mihman olsan ne fayda
 
Bir yazı ki kara gelir kalemde
Sözü hor görünür her bir kelamda
Bir yar seni sevmediyse alemde
Sen o yara kurban olsan ne fayda
 
Sümmani der Yaradan’ı zikreyle
Birliğini bilip daim şükreyle
Ta ezelden gelen işi fikreyle
Başa geçip pişman olsan ne fayda

Sümmani
 
REHBER İNSAN

O, daima halkın içinde halktan biriydi
Allah Resulü otururken, kalkarken daima Allah’ı anardı. Oturmak için belli bir yeri ve makamı yoktu. Halkı da böyle bir yer edinmekten men ederdi. Bir topluluğun yanına vardığında boş bulduğu yere oturur ve bunu emrederdi.

Huzurunda oturan herkesle ilgilenirdi. Öyle ki hiçbir fert başkasına kendisinden daha çok iltifatta bulunduğu zannına kapılmazdı. Herhangi bir ihtiyacı için birlikte oturduğu veya ayakta dikildiği kimse kendiliğinden ayrılmadıkça onu bırakıp gitmezdi. İhtiyaçlarını iletenlerin ya isteklerini kabul edip yerine getirir, yahut tatlı sözlerle yol gösterirdi.

Müsamahasına ve güzel huylarına güvenen halk O’na sığınmıştı, onların babası olmuştu. Herkes, hak konusunda huzurunda eşitti. Meclisi hilim, haya, sabır meclisi idi. O’nun bulunduğu yerde sesler yükselmez, kimsenin şerefiyle oynanmaz, kimsenin ayıbından söz edilmezdi. Halk eşitti, aralarındaki üstünlük takva ile idi. Ashabı alçakgönüllü idi. Yaşlıya hürmet, küçüğe sevgi gösterirlerdi. İhtiyaç sahiplerini nefislerine tercih eder, yabancıyı korurlardı.
 
ÖRNEK HAYATLAR

Sahabideki şu namaz aşkına bakın

Bir savaş dönüşü Allah Resulü bir yerde konaklama hazırlığı yaptı ve yanındakilere sordu:

- Bu gece istirahatımızda bize kim bekçilik yapacak?

Muhacir ve Ensar’dan iki sahabi cevap verdiler:

- Ya Resulallah, biz sizler için nöbet tutarız.

- Öyleyse şu vadinin giriş kısmında bekleyin.

Bu iki gönüllü, sahabeden Hz. Ammar b. Yâsir ile Hz. Abbâd b. Bişr idiler. Gece nöbetine duracakları sırada Ensar’dan olan Abbâd, Muhâcirler’den olan Ammar’a:

- Gecenin hangi bölümünde nöbette olmamı istersin? diye sordu. O da:

- Gecenin ilk bölümünde benim yerime sen bakıver, dedi.

Bu karardan sonra Muhacir, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının yanına uzanıverdi. Nöbetteki Ensar da, vaktini değerlendirmek için gece namazına durdu.

O sırada ileride çalılıklar arasında gizlenmiş bir müşrik onları izliyordu. Namazda duran sahabiyi fark etti ve onun nöbette olduğunu anladı. Bir ok atıp sapladı ve atmaya devam etti. Nöbetçi sahabi üçüncü okla ağır yaralanmıştı. Derhal rükû ve secdeleri yapıp namazının tamamladı ve arkadaşını uyardı:

- Kalk artık kalk! Ben yaralandım arkadaş, hareketten kesildim!..

Arkadaşı yerinden fırlayınca, okçu müşrik de korkup uzaklaştı. Yaralı arkadaşının durumunu gören sahabi hayretle sordu:

- Fesubhanallah! Sana ilk ok atılanca beni uyandırsaydın ya!

- Namazda okumakta olduğum bir surenin ortalarında idim. Onu kesmek istemedim. Eğer Rasulullah’ın bize verdiği nöbetçiliğe zarar gelmeyecek olsaydı, canım çıkasıya okuduğum sureyi kesmezdim.

ALTIN ÖĞÜTLER

Allah'ın huzurunda olduğunu unutma!
İmam Gazalî Hazretleri şöyle buyuruyor: Şu üç ibâdetinde mutlak surette kalbini teyakkuz hâlinde bulundur, aklın ve kalbin başka yerde olmasın! Bunlar, Kur'an-ı Kerim okurken, Rabbini zikrederken ve namaz kılarken. Bu üç hâlde bir an bile aklını ve gönlünü başka yere verme. Allah'ın huzurunda olduğunu unutma! Yoksa yönünü kıbleye çevirip de, aklın başka şeyler peşinde olursa, bunun değeri zaafa uğrar.Yönünü İslâm'ın doğduğu ilk mâbed olan Kabe'ye, kalbini de Hazret-i Allah'a bağla! Ayrıca ariflerden olmak istersen; sükûtun fikir, bakışın ibret ve dileğin tâat olsun. Zîra bu üç haslet, ariflerin alâmetidir.

HADİS BAHÇESİ

Gerçek delikanlı kimdir?
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Gerçek, babayiğit, güreşte rakibini yenen değil, öfkelendiği zaman nefsine hakim olan kimsedir.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar
1. Nefisle mücadele ve ona hakim olmak, bir mümin için en önemli meselelerden birisidir.
2. Ferdi ve sosyal zararını düşünerek öfkelenmemeye çalışmak gerekir. Unutmayalım ki öfkeyle oturan zararla kalkar.
3. Öfkesine hakim olamayan bir insan hayatı boyunca kaybetmeye mahkumdur.
 
BİR NÜKTE

Akıllı insan kimdir?
Akıllı bir insan, çevresiyle münasebetleri bozulduğunda, onlarla arasındaki hoşnutsuzluğu çarçabuk giderip, dostluğunu yenilemesini bilen insandır. Bundan daha akıllısı da, titizlik gösterip dostlarıyla hiçbir zaman uyumsuzluğa düşmeyen kimsedir. Arkadaşlar arasında, sevgi ve alâkanın devamı, meşrû yol ve makûl işlerde birbirlerine karşı gösterecekleri anlayış ve ferâgat düşüncesine bağlıdır. Düşünce ve davranışlarında birbirlerine karşı fedakâr olamayan kimselerin dostlukları da kısa ve geçici olur.
 
BİR HATIRLATMA

Sahurda ne yemeli?
Ramazan ayı, oruç tutanlar için, günde iki öğün gibi özel beslenme uygulanan ve alışılmışın dışındaki saatlerde yemek yemeyi gerektiren bir dönemdir. İftar ve sahur gibi alışılmış öğünler dışındaki beslenme, gün boyu vücudun ihtiyacı olan enerji ve besin öğelerinin karşılanamamasına sebep olabilir.

Sahura kalkılmaması, akşamdan alınan besinleri yetersiz kılabilir. Bütün gün vücudun ihtiyacı olan enerji ve besin öğelerinin karşılanamaması sonucu oluşan enerji açığı, sağlığı olumsuz etkileyebilir.

Sahur öğünü nasıl olmalı?

Sahur mutlaka yapılmalı. Akşam yediği ile oruç tutmak ve yirmi dört saatlik sürede bir kez ve çok yoğun yemek yenmesi sağlık için uygun değildir, kilo almaya sebep olabilir. Sahurda arzu ediliyorsa çorbalara da yer verilebilir. Sahurda ne yenilirse yensin, midenin boşalması için gereken sürenin belirli olduğu ve aşırı yemek yemenin sakıncalı olduğu unutulmaması gereken en önemli hususlardan biridir.

Sahurda aşırı yemek yerine daha yavaş sindirilen, besin değeri yüksek posalı yiyeceklerin seçilmesi, insülin salgısını uyararak çabuk acıkmaya sebep olan beyaz undan yapılmış hamur işleri ve şekerden kaçınılması gereklidir. Sahurda tok tuttuğu gerekçesiyle pilav-makarna-börek ve komposto türü besinler yenilmesi, insülin salgılanmasında altta yatan problemi ortaya çıkarabilir. Bu yüzden özellikle diyabet açısından riskli kişilerin, hipoglisemisi (şeker düşüklüğü) olanların şeker yerine tatlandırıcı ile yapılmış komposto vb. kullanmaları uygun olur.