Sâlebe, fakir bir müslümandı. Zengin olmayı çok istiyordu. Zengin olduktan sonra fakirlere yardım edecekti. Efendimiz’in duasını alan Sâlebe, zengin olmuştu. Acaba sözünde durup ihtiyaç sahiplerine yardımcı olmuş muydu?
 
Sâlebe, ismini bilmiyorum duydunuz mu? Kendisi Efendimiz zamanında Medine’de yaşayan bir müslümandır. Belki de çoğu insan gibi o da çok mala sahip olmak istiyordu. Ama hakkında hayırlısı çok mal mıydı onu hiç düşünmüyordu.
Bu yüzden tam üç defa Efendimiz’e müracaat ederek zengin olması için dua etmesini istemiş, hatta sonuncu müracaatında da yemin ederek demişti ki: “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, istediğim serveti verirse yoksullara da çokça yardımda bulunacak, onların da ihtiyaçlarını karşılayacağım!..”
Bu kadar ısrardan sonra Efendimiz istediği duayı yapmış; “Sâlebe’yi istediğine kavuştur ya Rab!” diye niyazda bulunmuştu.
Bundan sonra Sâlebe’nin sahip olduğu koyun sürüsü kısa zamanda öylesine çoğaldı ki, cami güvercini denilen Sâlebe, artık vakit namazlarını bırak, cumalara dahi gelemiyor, çölün derinliklerinde sürüsünün arkasında sürünüp gidiyordu. Efendimiz, camiden çıkmayan Sâlebe’yi hiç göremez olunca:
- Yazık oldu Sâlebe’ye. Keşke hakkında hayırlı olanı isteseydi!.. diye hayıflanıyordu. İşte bu sıralarda zekât âyeti nazil oldu. İmkân sahibi zenginlere görevliler gönderildi. Zekâtlarını toplayıp hazineye getirecekler, oradan da ihtiyaç sahibi fakirlere dağıtacaklardı. Sâlebe’ye giden görevliler de durumu anlattılar.
- Gelen ayetler, zenginlerin zekât vermelerini emrediyor. Sen de zengin olduğundan zekât vermen gerekiyor, bunun için geldik, dediler. Buna beklenmedik tepki gösteren Sâlebe:
- “Bu çölde malın peşinde koşup kazanan benim, hiç ilginiz olmadığı halde hisse isteyen sizsiniz. Bu sizin istediğiniz şey haraçtan başka bir şey değildir!..” diyerek zekât memurlarını azarlayıp eli boş çevirdi. Sâlebe’nin bu tutumunu duyan Efendimiz:
- Yazık oldu Sâlebe’ye, keşke mutlaka zengin olmayı değil de hakkında hayırlı olanı isteseydi, diyerek üzüntülerini bir daha izhâr etti. Bu olay üzerine Tevbe Sûresi’ndeki münafıkları anlatan âyetler nazil oldu:
- Münafıklardan bazıları da, mal mülk verip zengin ettiği takdirde yoksula yardım edeceklerine Allah’a söz verirler de, istedikleri mala kavuştuklarında cimrilik edip yoksulun hakkını vermezler!.. (Tevbe, 9/76)

AH SÂLEBE, AH!
Ayet-i kerime, verdiği sözünde durmayan Sâlebe’nin münafıklar sınıfına kaydığını işaretliyordu. Bunu anlayan akrabaları, gidip ona derhal malının zekâtını vermesini, yoksa münafıklardan biri olarak damgalanacağını hatırlattılar. Yakınlarının zorlaması üzerine zekâtını alıp Resulullah’a gelen Sâlebe, yoksulun hakkını getirdiğini söyledi ise de Peygamber Efendimiz: “Bu sizin yaptığınız, haraççılıktan başka bir şey değildir!” diyen Sâlebe’ye üzüntülü bir eda ile:
“- Senin yardımını alamam artık Sâlebe. Allah men etti!” karşılığını verdi.
Efendimiz’in vefatından sonra Hazreti Ebû Bekir’e müracaat eden Sâlebe, sırasıyla Hazreti Ömer ve Osman’a da müracaat ettiyse de hepsi de,:
“- Resulullah’ın kabul etmediğini bize mi kabul ettirmek istiyorsun?” şeklinde karşılık verdiler.
Hazreti Osman zamanında hasta yatağında son anlarını yaşadığı sıralarda kulaklarında Resulullah’ın ilk ikazları yankılanıyordu:
- Sâlebe! Çok malın sorumluluğu vardır. Yerine getirmezsen hakkında hayırlı olmaz. Mutlaka zengin olmayı değil, hakkında hayırlı olanı iste!.. (A. Şahin’den)
Ama artık her şey için çok geçti. Sâlebe’nin zekatı kabul edilmemişti ve o bu şekilde ahirete, gerçek dünyaya göç etmişti.
Evet, Sâlebe hayatıyla maddi durumu yerinde olduğu halde sorumluluklarını zamanında yerine getirmeyen imkan sahiplerine bir ibret örneği veriyordu.
 
BİR DUA
Senin yardımına muhtacız
Ey, bir belaya maruz kaldıklarında sabırları, lutfedilen nimetler karşısında da şükürleri pek az olan biz zayıf ve çaresiz kulların Rabbi! Dünyanın feci ve korkutan hadiseleri ve musibetleri karşısında bize yardımcı ol; şer odakların şerlerinin bize ulaşmasına mani ol. Ey Rabbimiz! Ancak Senin inayetinle bozguncuların şerlerini defedebiliriz.
 
ALTIN ÖĞÜTLER
Başkalarının kusurlarını araştırma
Sahabeden sonra gelen neslin büyüklerinden Hasan-ı Basrî Hazretleri bizlere şu nasihatte bulunuyor:
Sizler kalplerinize çok dikkat edin. Onları devamlı Allah’ın zikri ile yenileyin. Zira kalp çabuk paslanır. Nefislerinizi de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer siz nefislerinizin kötü isteklerine mâni olmazsanız, o bir gün sizi korkunç bir uçuruma yuvarlar.
Kendi ayıplarınız dururken başkalarını ayıplamaktan vazgeçmedikçe kâmil iman sahibi olamazsınız. O hâlde, başkalarının ayıplarına bakmadan evvel kendi ayıplarınıza bir göz atın; onları düzelterek işe başlayın!
Ey insanlar! Kur’an-ı Kerim müminler için şifâ, müttakîler için rehberdir. Kim O’na uyarsa, hidâyete erer ve doğru yolu bulur. Ondan yüz çeviren bedbaht olur ve felâketlere sürüklenir.
 
HADİS BAHÇESİ
Sabret, rahat et!
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah şöyle buyurdu: Dünyada sevdiği bir dostunu aldığım zaman sabredip karşılığını Allah’tan bekleyen mümin kulumun katımdaki karşılığı cennettir.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)
Hadisin verdiği mesajlar
1. İnsanın dostunu kaybetmesi en büyük musibetlerdendir.
2. Büyük musibetlere sabretmenin zorluğu nispetinde sonucu da büyüktür.
3. Başa gelen bela ve musibetlerin karşılığını Allah’tan ummak, Müslümandan beklenen yegane tavırdır.
 
BİR NÜKTE
İnsana benlik niçin verilmiş?
İnsana bahşedilen benlik emaneti, en büyük gerçeği tanıyıp bulma yolunda ona verilmiş mukaddes bir armağandır. Vazife biter bitmez de taşa çalınıp kırılması gerekli olan bir armağandır. Böyle yapılmadığı takdirde kabarır, şişer ve sahibini yutacak bir ifrit hâline gelir. Fert, onunla Yüce Yaratıcı’yı, O’nun kudretinin, ilminin, iradesinin sonsuzluğunu; eksiklik ve kusurların O’nun semtine sokulamayacağını idrâk edecek, sonra da sînesinde tutuşturduğu marifet ve muhabbet ateşiyle onu eritip bitirecek; sadece Yüce Yaratıcı’nın varlığıyla bakıp görecek, O’nunla düşünüp O’nunla bilecek ve sadece O’nunla soluyacaktır.
 
BİR HATIRLATMA
Her bir nefes, iki şükür ister
Namaz, Cenab-ı Hakk’a bir teşekkür borcudur. Allah, nimetlerini insanlara o kadar bol ihsan etmiştir ki, saymak, beşerin kudreti dâhilinde değildir. Çünkü hesapsızdır. Şark’ın büyük alimi Şeyh Sadî merhum: “Bir nefeste iki şükür mevcuttur. Halbuki her nimete bir şükür ifa etmek lâzım gelse, Hakk’a şükretmeye maddeten imkân yoktur. Daima onun nimetlerinin minneti altındayız” der.
En büyük nimet akıldır. Artık ondan sonra diğer duyularımızın bize bağışladığı nimetleri düşünelim. Âmâyı görünce gözlerimizin, sağırı görünce kulakların, sakatları görünce elimizin, ayağımızın ne kadar büyük bir nimet olduğunu, felçli bir kimseyi görünce irâdemiz altındaki varlığımızın kıymetini bilip, onların ne büyük nimet olduğunu anlamamız lâzımdır.