Bereketi nerede, ne zaman ve nasıl yakalayabileceğimiz belli değildir. Kimisi onu, anne-babasına saygı ve hürmet edip onların duasına mazhar olmakla, kimileri de ihtiyaç sahiplerini gözetmekle yakalar.
 
Hayatınız bereketli olsun ister misiniz?

Bolluk, verimlilik, artma, azın çoğalması, huzur kaynağı gibi manalara gelen bereket aslında hayatımızın en önemli dinamiklerinden biridir. Yüce Rabbimiz, kıymetli şeyleri değerini daha da artırmak için gizlediği gibi bereketi de gizlemiş ve bizim onu arayıp bulmamız konusunda dikkat etmemiz gereken bazı prensipler ortaya koymuştur.

Hakikaten bereketi nerede, ne zaman ve nasıl yakalayabileceğimiz belli değildir. Kimisi onu anne ve babasına saygı ve hürmet ederek onların duasına mazhar olmakla, kimileri düşkünlere ve yaşlılara saygı ile yakalamıştır. Kimileri hocasına, öğretmenine vefalı kalmakla elde etmiştir. Çoğu insan da fakir fukaraya bir şey vermek, ikram etmek ve cömertlikle kazanmıştır. Ve daha nice bereketi elde etme yolları sayılabilir.

Öyle insanlar görürüz ki, işinde hiç olmayacak derecede başarılıdır. Ne tecrübesi vardır o işte, ne altyapısı mevcuttur ve ne de tahsili. ‘Nereden geliyor bu muvaffakiyet?’ deriz. Kim bilir belki de o insan her gün sabah evinden çıkarken hanımına ‘Allah’a ısmarladık’ diyerek çıkarken onun kendisine yaptığı bereket duasına mazhar oluyordur.

Öyle insanlara şahit oluruz ki, el attığı her işte, girdiği her faaliyette başarılı olurlar. Halk dili ile “şansı açık” deriz onlara. Halbuki, o kimseler berekete mazhar olmanın avantajına sahiptirler belki de. Anne duası mı almışlardır, hanımlarının yüzü suyu hürmetine mi öyledir, komşularına karşı çok saygılı olmanın bereketi midir o bilinmez. Fakat o insanlardan bir kısmına sorulsa bu bereketin nereden geldiğinin farkında olanlar da yok değildir herhalde.

BEREKET GİZLENMİŞTİR

Günümüzde bereketin misallerini çok görürüz. Mağaza üstüne mağaza açan ve işinde çok başarılı olan bir işadamı, hanımının vefatı ile bütün işini yavaş yavaş kaybederek çok zor bir duruma düşünce bir dostu kendisine sorar: “Neden böyle oldu? İşin çok iyi idi?” Cevap gerçekten manidardır: “Ben der, o esnaf, hanımımın duası ve onun bereketi ile ayakta idim. Onu kaybettim, duam kesildi ve bereketi de yitirdim.” Yine girdiği sınavları bir türlü geçemeyen ve başarılı olamayan bir kardeşimiz anne ve babasını incitip, onların ellerini öpmeden, dualarını almadan evden ayrıldığından bu başarısızlığa düştüğünü bizzat kendisi itiraf etmişti.

Her gün Kur’an okuyarak büyük bir berekete nail olan insanlar vardır. O yüce kitaba duyduğu saygı ve alaka Osman Gazi hazretlerine altı yüz yirmi dört yıl sürecek ve kendi adı ile yad edilecek dünyanın en uzun ömürlü devletini kurmayı nasip etmiştir. Hz. Bilali Habeşi (ra)’nin vefatından sonra onu rüyasında cennette çok güzel bir makamda gören başka bir sahabi bu mazhariyeti nasıl elde ettiğini kendisine sorunca; sürekli abdestli gezdiğine ve her abdest aldıktan sonra da Peygamber Efendimiz’in tavsiyesi ile iki rekat namaz kıldığına borçlu olduğunu ifade etmiştir.

Bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz aleyhissalatü vesselam “Kim ki, gençliğinde yaşlılara hürmet eder, onlara yardımcı olursa Allah da ona yaşlılığında yardımcı olacak gençler ihsan eder.” buyurmaktadır. Ya bir de bu hürmet edilen yaşlılar en layık olan ihtiyar peder ve validelerse...

BEREKETİN KAYNAĞI

Cenab-ı Hak, bereketi hususiyle bazı şahıslara özel olarak tahsis ettiği gibi, kim olursa olsun belli şeyleri yapanlara bereketi ihsan etmektedir. Mesela, peygamberler, Allah’ın veli kulları, ehl-i kalp insanlar, saf ve duru bir gönle sahip, iç alemleri pırıl pırıl insanlar hayatlarının her safhasında bereketi yakaladıkları gibi bazı insanlar da bazı hal ve durumlarda aynı mazhariyete sahip olabilmektedirler.

Sürekli abdestli gezmek, her gün belli sayfa Kur’an- ı Kerim okumak, anne ve babanın duasını almak, iyi niyetli olmak, büyüklere karşı kim olursa olsun saygılı ve hürmetkar olmak, komşularla iyi geçinmek, sürekli ikramda ve ihsanda bulunmak, kötülere ve kötülüklere karşı hep iyilikle muamelede bulunmak, israf ve lüksten kaçınmak, kanaatkar olmak, haramlardan ve haram kazançlardan uzak durmak, şüpheli şeylere karşı mesafeli durmak, sürekli Efendimiz (sas)’e salatu selam getirmek gibi daha sayabileceğimiz nice güzel hasletler müminlerin bereketi ve bolluğu yakalamalarına birer vesiledir.
 
BİR SORU-BİR CEVAP

Kolay sevap kazanma yolları nelerdir?

Sevap kazanmak sanıldığı kadar zor değildir. Niyetinizi düzeltin, işlerinizi niyetinize göre yapın. Bu şekilde hem Allah’ın rızasını kazanır, hem de her şeyde sevap elde edebilirsiniz.

1.
Mesela, sadaka sevabı mı kazanmak istiyorsun? Karşılaştığın insanlara hep mütebessim dur. Sadaka sevabı aldın gitti. Onun için Peygamber Efendimiz buyurmuş: “Mü’minin mü’mine karşı tebessümü sadakadır!”

2.
Günahların sararmış yapraklar gibi dökülmesini mi istiyorsun? Hiç de zor değildir. Yeter ki yeni karşılaştığın insanlara elini uzat, iyi niyetle tokalaş. Bundan dolayıdır ki Peygamberimiz buyurmuş: “İki mü’min karşılaşınca biri elini uzatır da tokalaşırsa, sararmış yaprakların dökülüşü gibi dökülür günahları.”

3.
Sadakanın en çok sevaplısını mı vermiş olmak istiyorsun? Bu da zor değildir. Küsleri barıştır, dargınların arasını bul. İşte sana en makbul sadaka sevabı. Bu konuda da Peygamberimiz’in ikazı vardır. Şöyle buyurmuştur: “Sadakanın sevaplısı, dargın insanların arasını bulup barıştırmaktır.”

4.
Rabbimizin yardımını mı istiyorsun? Sana hep İlâhî ikram ve yardımlar durmadan gelsin mi? Öyle ise sen de insanlara yardımcı ol, desteğini esirgeme. Hep sürdür. Bu konuda da Peygamberimiz’in hatırlatması şöyledir: “Allah kulunun yardımındadır. Kul kardeşinin yardımında bulunduğu müddetçe.”

5.
Kâmil Müslüman mı olmak istiyorsun? Bu da zor değildir. Yeter ki kimseyle küs durma, küsleri de barıştırma konusunda bir gayretin içinde olmaktan geri kalma. Bu konuda da şöyle buyuruyor Peygamberimiz: “Kâmil Müslüman’a din kardeşiyle üç günden fazla küs durması helal değildir.” Demek ki kırılıp incindiğimiz kimselere en çok üç gün küs ve dargın olabiliriz.

6.
Rabbimizin merhametine mi nail olmak istiyorsun? Öyle ise hem insanlara hem de diğer canlılara merhamet et. Bu konuda da söyle buyurmuştur Peygamberimiz: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez. Siz bu dünyada canlılara acıyıp merhamet ediniz ki, Rabbiniz de ahirette size acıyıp merhamet etsin...”

Ne dersiniz bunlara? Bunlar çok mu zor, yoksa çok mu kolay? Çok kolay değil mi? Öyle ise ne duruyorsunuz, eksik etmeyin yüzünüzden tebessümünüzü. Uzatın elinizi insanlara. Kimseyle küs durmayın, kimseyi de küs bırakmayın. Barıştırın bütün tanıdık ve dostlarınızı. Yardımcı olun Allah’ın bütün kullarına. Merhamet edin hep canlılara. Acıyın sıkıntıda kalmış tüm varlıklara.
 
BİR DUA

Lütfunla kusurlarımızı bağışla

Ey Rabbimiz! Üzüntüden, tasadan, cimrilikten, açlıktan sana sığınırız. Bizi nefislerimizin şerrinden koru. Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma, bizi affet, lütfunla kusurlarımızı bağışla, bize merhamet et. Şüphesiz ki Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.

HİS DÜNYASI
 
Dua
Ulu tanrım, şu karanlık yolları,
Bizi sana ulaştıran yollar et!
İhtirasla kilitlenmiş kolları,
Birbirini kucaklayan kollar et!
 
Muhabbetin gönlümüzde hız olsun,
Güttüğümüz hakk'a veren iz olsun,
Önümüzde uçurumlar düz olsun,
Yolumuzda dikenleri güller et!
 
Dalaletle bırakıp da insanı,
Yapma arzın en korkulu hayvanı;
Unutturma doğruluğu vicdanı
Bizi sana layık olan kullar et!
Orhan Seyfi Orhon
 
REHBER İNSAN

Sevgili Peygamberimiz, tane tane konuşurdu

Allah Resulü, yanında oturan bir kimsenin ezberleyeceği şekilde, tane tane konuşurdu. Kötü söz söylemez çirkin iş yapmazdı. Sokakta bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Ancak affeder, vazgeçer ve genişlik verirdi. Resulullah, duada, kısa fakat genel manalar ifade eden sözleri severdi. Bazen mizah yapar, ancak yine de gerçeği söylerdi.

Hiçbir ferdin ahlakı Resulullah’tan daha güzel değildi. Ashabından ya da ailesinden birisi onu çağırmaya görsün o, hemen buyurun derdi. İki iş arasında kalınca, günah olmadıkça kolay olanı tercih ederdi. Allah Resulü, geceleri içi kuru otla doldurulmuş, deriden bir yatak üzerinde uyurdu.

ÖRNEK HAYATLAR

Dileğiniz kabul olsaydı ne dilerdiniz?

Halife Hz. Ömer bir mecliste hazır bulunanlara sordu:

- Eğer dileğiniz hemen kabul ediliverecek olsa ne dilerdiniz?

Birisi, “Benim falan vadi dolusu altınım olsun isterim. Onu harcayarak İslâm’a daha çok hizmet edeyim diye” dedi. Bir başkası, “Şu kadar sürüm (davar, koyun, keçi), mal ve mülküm olsun isterdim. Gerektikçe onları sarf ederek dine yararlı olayım diye” dedi. Herkes buna benzer şeyler söyledi. Hz. Ömer hiçbirini beğenmedi. Bu defa meclistekiler, Hz. Ömer’e sordu:

- Ya Ömer peki sen ne dilerdin? Cevap verdi:

- Ben de Muaz, Salim, Ebû Ubeydegibi müslümanlar yetişsin isterdim. İslâm’a onlar vasıtasıyla hizmet edeyim diye.
 
ALTIN ÖĞÜTLER

Haram ve helale dikkat et

Bahâüddîn Nakşibendi Hazretleri anlatıyor:

Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle, öfke ile veya istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka feyiz ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allah Teâlâ’yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir.

İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına dikkat etmemeleridir. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşu ve huzur hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye ve yemeği Allah Teâlâ’yı hatırlayarak pişirip O’nun huzurunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş olan bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.
 
HADİS BAHÇESİ

Yaptığımız işler bizi cennete götürmeli

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlar ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte kalır.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1.
İnsanın ölümünden sonra ailesi, yakınları, malı ve mülkü dünyada kalır. Bunlar hayırlı ise, kendisinin sevabının devamına vesile olabilir.

2.
Ölen kimsenin amelleri, yani iyi ve kötü davranışları onunla birlikte kabre girer. Bunlar, o kişinin ahirette mutluluğuna veya ceza görmesine sebep olur.

3.
Bir mümin, dünya-ahiret dengesini iyi kurmalı, gününün belli bir kısmını da ahireti için yatırıma ayırmalı.

BİR NÜKTE

Tefekkür şart!

Kalbin yumuşamasının en önemli vesilesi, tefekkür etmek ve kâinatı ibret nazarıyla süzmektir. Tefekkür sayesinde, kalp nurlanır, vesvese ve şüphelerden sıyrılır, şeytanın hilelerine karşı dayanıklılık kazanır. Aksi hâlde, okumayan, düşünmeyen ve kendini yenilemeyen kimseler, sararır solar ve savrulur giderler. Bu itibarla, ülfete düşmemek ya da düşme eşiğinde bulunanları oradan çekip almak sağlam bir tefekkür şarttır.

BİR HATIRLATMA

İlâhi ve mevlidin kaynağı nedir?

İlâhi ve mevlidin tarihi bir hayli eskidir. İslâm tarihine göz gezdirdiğimizde bunların hiç bir şekilde Hıristiyanlıktan geldiği neticesine varamayız.

Efendimiz, hicret edip Medine’ye teşrifleri sırasında Medine halkı, çoluğuyla çocuğuyla tam bir bayram havasına bürünmüşlerdi. Şiirler okuyorlar, ilâhîler söylüyorlardı. Bugün de hâlâ dillerden düşmeyen ve koro halinde söylenen “Talaa’l-bedrü aleynâ” ile başlayıp devam eden ilâhî, Medineli Müslümanların hep birlikte söylediği bir manzumeydi. Türkçesi şöyledir:

“Veda yokuşundan doğdu dolunay bize./ Allah’a yalvaran oldukça şükretmek gerekir mes’ut halimize./ Ey bize gönderilen yüce Peygamber, sen,/ İtaat etmemiz gereken bir emirle geldin bize!”

Neccaroğullarının kız çocukları da defler çalarak Peygamber Efendimize “Hoş geldin” diyor, hep birlikte şunları söylüyorlardı:

“Nahnü cevârin min benî’n-Naccar/ Yâ habbezâ Muhammedün min câr.” (Biz Neccaroğulları kızlarıyız/ Muhammed’in komşuluğu ne hoştur!)

Evet, İslâm tarihinde koro halinde söylenen ilk ilâhi budur diyebiliriz. Hıristiyanlıkta dinî mûsikinin olması, koro halinde ilâhi söylenmesi, bugün büyük bir repertuar teşkil eden tasavvuf mûsikimizdeki bize has edâ ve ifadenin onlardan kaynaklandığını söylemek, dayanaktan mahrum bir sözden başka bir şey değildir.

Mevlid ise, Peygamberimiz’den üç dört asır sonra icad edilen İslâmî bir âdet olmakla birlikte, bid’atın hasene (güzel) kısmına girmektedir.

Bugünkü İslâm ülkelerinde Peygamberimizin doğumunu yâd etmek, ona salât-selâm getirmek maksadıyla çeşitli dillerde okunan mevlidler vardır. Arapça “Bâned Suâd, Bürde ve Hemziyye” kasideleri birer mevliddir. Türkçede ise yirmiden fazla mevlid manzumesi vardır. Fakat bunların içinde en çok tutulan ve okunanı Süleyman Çelebi merhumun 1409 yılında yazdığı Vesiletü’n-Necât isimli mevlid kitabıdır.

Önceleri yalnız Peygamberimizin doğum gününde okunan ve tertip edilen mevlid merâsimleri, daha sonra bütün mübarek gecelerde tekrarlanmış, bilhassa memleketimizde daha da yaygınlaşarak, ölüm, hastalık ve daha birçok vesilelerle okunagelmiştir.

Bazı İslâm âlimleri mevlidi bid’at sayarak karşı çıkmışlarsa da, Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, zamanımızda bu meseleyi şöyle tashih etmiştir:

“Mevlid-i Nebevî ile Miraciyenin okunması gayet nâfi (faydalı) ve güzel âdettir ve müstahsen (iyi, hoş) bir âdet-i İslâmiyedir. Belki hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyenin gayet lâtif ve parlak ve tatlı bir medar-ı sohbetidir (sohbet sebebidir). Belki hakaik-i imaniyenin ihtarı (iman hakikatlerinin hatırlatılması) için, en hoş ve şirin bir derstir. Belki îmanın envarını ve muhabbetullah ve aşk-ı Nebevîyi göstermeye ve tahrike en müheyyic (heyecan uyandıran) ve müessir bir vasıtadır.”