Daha önümüzde atlatmamız gereken kışın son demlerini yaşayacağımız Abrul ayı olsa da, karın beyazlığını belleğimizden silmeye, ayaz gecelerin ılımaya başladığı, sisli puslu havaların güneş ışığı ile parladığı günlere geldik. İlkbaharı karşılamaya hazırlanıyoruz artık. Cemrelerin düşmesiyle toprak ısınmaya, toprağa sığınan börtü böcek uyanmaya, ağaçlara su yürümeye, tomurcuklanmaya sonra yeşermeye, tohumlar filizlenmeye başlar bu günlerde. Göç eden göçmen kuşlar Leylekler, kırlangıçlar, çaylak ve niceleri sürü sürü geri gelir, fidan dikmenin, toprağa tohum atma zamanı geldiğinin habercisi olurlar.

İsmini ötüşleri sırasında çıkardığı sesten aldığını bildiğim (bölge ve yöreye göre: gukku, gugu, kuko, kukki  guguk) denilen kuşun sesi duyuldu mu anacığımı bağlasan tutamazdın evde.  Daha dün gibi hatırlarım çocukluk yıllarımda annemin; sabah erkenden kalkıp ineği sağmış, sütü pişirip bardaklara koyup kahvaltı sofrasına hazırladıktan sonra artık kalkın bakalım guguklar ötmeye başladı bak diyerek bizi yataktan kaldırdığını. Sonra küfesini hayvan gübresiyle doldurur yeteri kadar tekrar ederek karık dediği bostanda önceden hazırladığı çukurlara, arklara döker (domates, biber, patlıcan, salatalık, kabak, vb. envai çeşit otsu marul, ıspanak, pazı, arpacık soğan gibi sebze tohumu) fide dikerken günlerinin uzunca bir bölümü bostanda geçerdi.

Babam da (namı diğer kulağı kesik Tahsin) dükkana ya da pazar takibi yaparak satışa gitmediği günlerde bağ bahçenin kazığını, çitini onarır, üzümleri, meyveleri budar, değişmesi gereken herekleri değiştirir, çardaklarını tamir eder, çevrede beğendiği meyvelerden yıllık dediği çeliklerden getirtip fidanları aşılatır, ahırlarda onarım yapar. Hava bozuksa ahırda, güneşli ise evin önüne çıkardığı atını “şikkıdı şıkgıdı” ses çıkaran kaşağı ile bir güzel tımar eder,  arada verdiği sigara molasında da elini kulağına getirir yanık sesiyle birde türkü patlatırdı. 

Kahpe felek değirmenin döndü mü?
Bağın bahçen güller inen doldu mu?
Ban yaparım sen yıkarsın bendini 
Döne döne nöbet bize geldi mi?

Armudun dalında duran kuş mudur?
Mektubun gelmiyor yollar kış mıdır?
Genç yaşımda yaktın gavurun kızı
Yüreğin demir midir taş mıdır?

Giderim giderim yolum yan gelir
Ah çektikçe ciğerimden kan gelir
Mezarımı yol üstüne kazsınlar
O yar geçer iken belki bana can gelir.

Söz guguk kuşundan açılmışken sohbete guguk kuşunun kurnaz hikayesini anlatarak devam edeyim.

 Gug guk Kuşu: İsmini çıkardığı guk gu. guk gu sesinden alan, güvercin büyüklüğünde göçmen bir kuştur.  Kesin bir tarih verilmemekle birlikte Anadolu’ya Mart ayı sonu yada Nisan ayı gibi gelirler. Yazın habercisidirler. Onun sesi, toprağın tavını aldığı habercisidir. 
Bilindiği gibi kuşlar yumurtlamadan önce yuvalarını hazırlarlar. Gagalarıyla ve ayaklarıyla çalı çırpı, yaprak, sarmaşık, tüy, çamur vb. taşıyıp kendilerine bir yuva inşa eder. Guguk kuşu sevimli görüntüsünün aksine, acımasız ve fırsatçı bir kuştur. O nu ilginç kılan, kuluçkaya yatmamasıdır. Kuluçka olarak gözüne kestirdiği bir başka kuşu kullanır. İşe yumurtlama mevsimi gelince uygun bir yuvayı uzun süre uzaktan dikkatle kontrol ederek başlar. Yuvanın gerçek sahibi olan anaç kuş yuvasından birkaç dakikalığına uzaklaşır uzaklaşmaz, gözetlediği yerden hızla yuvaya gelir ve bir yumurtasını ev sahibi kuşun yumurtaları arasına bırakır. Yaptığının fark edilmemesi için de yuva sahibi kuşun yumurtalarından birisini yuvadan atar. Gözüne kestirdiği her yuvaya sadece bir tek yumurta bırakır, birden fazla yumurta bırakırsa durumun fark edilebileceğini düşünür. Bir diğer enteresan taktiği de kendi yumurtasını, o kuşun yumurtasının renk ve desenine benzetmesidir Guguk yavrusu 12 gün sonra genellikle üvey kardeşlerinden önce doğar. Doğar ama annesinin genleri ile kendine geçen kurnazlıkları, ağzını geniş bir şekilde açar ve devamlı öter. Guguk kuşu yavruları, bu aşırı ötüşleri ile sadece yuvadaki anne-babadan değil, yakın çevredeki diğer anne-baba kuşlardan da yiyecek alabilir. (Gug guk kuşunun Anadolu'da yaygın bir kaç değişik hikayesi var)

Bir ata sözü vardır  “Oğlan babadan öğrenir sohbet düzmeyi (kuzu yüzmeyi), kız anadan öğrenir sofra düzmeyi” diye. Babamdan çok şey,  bir o kadar çoğunu da dayısının oğlu sonradan kayın babam olan Tahsildar Niyazi Yılmaz’dan öğrendim.

Susulacak yerde susmayı, konuşulacak yerde konuşmayı bilirdi kayın babam. Karşısındaki konuşurken onun lafını bölmeden sonuna kadar sabırla dinler, söz aldığında diksiyon dersi verircesine özenle seçtiği kelimeleri arka arkaya sıralayarak tamamlardı diyeceklerini. O’nun için önemli olan, söylenenin ne olduğu kadar nasıl söylendiği, söylenenin nasıl anlaşılacağı, dinleyenlerin anlayabilmesi ve aklında kalıp yer etmesiydi. Anlattığını pekiştirmek için konuyla ilgili kısa ve özlü bir öykü veya özlü sözler ile konuşmasına başlar fazla uzatmadan dinleyenleri sıkmadan sadet-e gelir hemen söylemek istediğine bağladığı konuşması taş yazıt misali dinleyenlerin kafasına kazınırdı.

Delikanlı adamı çok severdi. Hasım bildiğine de düşman bellediğine de değer verir, sevdiğini gözünden sakınırdı. Kimseye diş bilemez, dedikodu yapmaz,  arkadan konuşmaz, tezgah çevirmez, kahpece davranmaya tenezzül etmez.,söyleyeceğini yiğitçe, muhatabının yüzüne söyler bize de öyle öğretirdi. Her ne şartta olursa olsun başkalarının yardımına koşar. arka planda durarak zor durumda olan kişiye faydalı olmaya çalışır, yardımda  menfaat düşünmez, etrafa duyurmadan, rencide etmeden gizlice yardımını yapar, ne olursa olsu sonradan ona hatırlatmaz, yüzüne vurmazdı. 

Askerden yeni gelmiş henüz işe girmemiştim. Günü birlik iş bulup harçlığımı çıkarmaya çalışıyordum. Birkaç gündür iş çıkmamış harçlıksız kalmış çarşı içinde avare avare dolaşıyordum. Durumu sezmiş ki beni yanına çağırarak “yarın işin var mı seninle işimiz var” dedi. Ertesi sabah gittim henüz kahvaltıdan kalkmamışlardı. Bende biraz atıştırdıktan sonra yarım saatten fazla keyif çayı içip sohbet ettik. “Hadi dayı, beni neden çağırdın işe koyulayım” dedim. Boşveer der gibi elini sallayarak sohbete devam etti en az yarım saat daha. Sonra evin önüne indik beraber, kanarda ayak bileği kalınlığında 2,3 metre boyunda  on-onbeş kadar meşe odunu vardı. El testeresinin bir ucundan o bir ucundan ben tutarak 45-50 dakikada sobaya-kuzineye sığacak boyda kestik odunları. Sonra kalktı yürüdü harmana doğru bende onu takip ediyordum.  Oturdu çimenlerin üzerine, sigarasını çıkardı cebinden yak diyerek içinden iki tanesini yarısına kadar çıkardığı paketi uzattı. Arada bazen içiyordum ama yanında içmezdim. Sağ elimi göğsümün üstüne bir iki defa vurarak “Sağ ol dayım ban almıyorum” dedim. O da biliyordu bunu ama nezaketen yapıyordu işte. Bağdaş kurup içti sigarasını ardından birde uzun hava türkü çektirdi.

Ey siyah gözlü kadın, ben sana hayran oldum
Senin aşkınla güzelim mahv-u harap oldum
Gördüm ki senin gözlerinde sevda izi var
O kadar naz etme güzelim senin hayranın var.

Güzel zurna çaldığı dibi güzelde türkü söylerdi. Favori türküsü  bu uzun hava ile birlikte “Ham meyveyi kopardılar dalından” türküsü idi. Sohbete daldık tekrar, derken evden yemek hazır diye seslendiler. Öğlen yemeğini yiyip çaylarımızı içtikten sora çıkardı bir günlük işçi yevmiyesi sayılacak para uzattı. Almam dedim, seninle daha işlerimiz olacak şimdi al bu günlük işimiz bitti artık gidebilirsin dedi. Ara da bir böyle çağırır her seferinde hak edilenden fazlasını verirdi. O’nu daha yakından tanıdıkça anladım ki; rencide etmemek için elden harçlık vermiyor, çalışma-emeğin karşılığı gibi vermeyi uygun görüyordu.

Beni yolcu etmek için harmana kadar refakat etti . Herkese selam söyle deyip esenleme yaptıktan sonra bir sigara yaktı. Evin etrafındaki bostanı çevreleyen tel çitteki çıkrıktan çıkıp kapamak için arkamı döndüğümde gördüm, yine oturmuştu çimenlerin üzerine sigarasından nefesleniyordu. Kınakayası Çatalçam mevkiinden Araçlar Mahallesine çıkana kadarda girmedi eve arkamdan takip etti beni türkü söyleyerek Araçlar Mahallesinden geçene kadar.

Gidiyom elinizden, kurtulam dilinizden. 
Yeşil baş ördek olsam, su içmem gölünüzden

Ah aman aman güzelim kapeley (*) sarı
Gel seninle kaçalım geceler yarı.
Ah aman aman güzelim kapeley beyaz
Gel beraber yatalım geceler ayaz.

Kayadan aşan akrep, ağzında yeşil yaprak
Gel kavuşalım sevdiğim sonumuz kara toprak

Nakarat

(*) Kapele: Bölgesel dilde Gömlek