Bir ülkenin; geri kalmışlık ve fakirlikten, gelişmiş, zengin bir ülkeye dönüşebilmesinin arka planında, sanıldığının aksine farklı ve değişik kriterler vardır...

Yalnızca sıkı bir mali politika izleyerek, büyüme yanlısı ekonomik reformları benimsemek, bir ülkenin kalkınması ve büyümesi için tek başına yeterli değildir.
Fakir bir ülkenin yasa ve mevzuatını, gelişmiş zengin ülkelerin yasa ve mevzuatına göre değiştirmesi de, bir ülkeyi bulunduğu kategoriden daha üst bir kategoriye taşımaz.
Doğrusu güçlü bir yönetim veya güçlü bir liderin, geri kalmış bir toplum ve ülkeyi, daha uygar ve kalkınmış bir topluma dönüştürmeye gücü de yetmez.
Almanya'yı yöneten Merkel ile, Mısır'ı yöneten Sisi karşılaştırıldığında aralarında kabiliyet, yetenek ve zeka açısından çok büyük farklar olmamasına rağmen, Almanya'nın çok zengin ve gelişmiş bir ülke, Mısır'ın ise, son derece fakir ve geri kalmış bir ülke oluşu bu durumu yeterince izah eder.
Yeraltı zenginliği ve Doğal kaynaklara sahip olmakta bir ülkeyi yeterince geliştirmez...
Misal; Allah'ın bahşettiği petrol ve gaza sahip olmayan, fakat tarım ve hayvancılığın küçük ama dev bir ülkesi olan Hollanda, ciddi toprak sıkıntısı yaşamasına, topraklarının da yüzde 20'sini denizi doldurarak ve bir kısmını da bataklıkları kurutarak elde etmesine rağmen, avuç içi kadar küçük ve minik saksılara diktikleri fidelerden, yenilikçi tarımsal teknoloji sayesinde yüzlerce kilo hasat elde edebiliyor. Bunun yanısıra Hollanda, dünyanın en büyük çiçek üreticiliğini yapıyor.
Bütün imkansızlıklarına rağmen tarım ihracatında her yıl, dünya çapında dereceler alabiliyor.
Yine topraklarının yüzde 73'ü tarım, hayvancılık ve yerleşim alanı olarak kullanılmaya müsait olmayan, yeraltı zenginliğinden de yoksun olan Japonya, halkının çalışkanlığı ve katma değerli üretimi sayesinde dünyanın en büyük 3'üncü ekonomisine sahip olabiliyor. Robot teknolojisi ve elektronik gibi alanlarda uluslararası dereceleri olan Japonlar, günde 12 saat arı gibi çalışıp, yılda bir hafta yıllık izin kullanarak başarıyı yakalıyor.
Bazı ülkelerin tarihsel geçmişleri de gelişmişliğe hiçbir şekilde tesir etmiyor?..
Örneğin, kutsal kitaplarda bile kendine yer bulan ve yaklaşık 5000 yıllık bir maziye sahip olan Mısır ile, 2800 yıldan fazla bir geçmişe sahip olan ve Habeşistan ismiyle bilinen Etiyopya'nın, günümüzde hem gelişimini yeterince tamamlayamamış, hem de son derece fakir kalmış ülkeler olduğunu görüyoruz.
Buna mukabil, devlet olarak 177 yıl önce kurulmuş olan Kanada ile, 117 yıl önce kurulmuş olan Avustralya'nın, bu kadar kısa bir süre içinde, hem de ulus bilincini topluma iyice yerleştirerek, hayatın birçok alanında kalkınmışlık ve zenginleşmeyi sağlamaları, bir ülkenin yükselmesinde tarihsel kökenin de tek başına bir etken olmadığını bize göstermektedir.
Öyleyse, geri kalmış ülkelerin fakirliği ile, gelişmiş ülkelerin zenginliği arasındaki fark nedir?
İşte aradaki fark, ülkeleri meydana getiren toplumun benimsediği prensiplerden ileri gelmektedir.
Bu prensipler arasında en önemlisi; temel ahlaki kuralların benimsenip, içselleştirilmesidir.
Şahsi çıkar ve kişisel menfaati değil, toplumun ve ülkenin çıkarları ile menfaatlerinin öncelikli olarak düşünülmesi...
Kanun ve kurallara uyulması, başkalarının hakkına saygılı olunması....
Kendini vatanına borçlu hisseden, çalışarak ve üreterek borcunu ödediğini düşünen, elinden gelenin en iyisini yapmayı kendine yaşam gayesi edinen, üzerinde yaşadığı topluma ve herkese karşı dürüst ve erdemli olan bir toplum oluşturulmasıdır.
Okuyup, araştıran, bilimi ve fenni kendine esas alan, yeniliğe açık ve düşünce çemberini ülke menfaatleri ekseninde kırabilmiş, prangalardan kurtulabilmiş bir topluma sahip olunması gibi bir dizi düsturlar vardır.
Geri kalmış ülke ve toplumların çoğunluğunun benimsemediği bu prensipler, kalkınmış ve zengin ülke olmuş toplumların çoğunluğunun benimsediği prensiplerdir.
Çünkü geri kalmışlık ve fakirlik; sadece ekonomik anlamda yönetimsel bir başarısızlık değil, aksine toplumun çoğunluğunun doğru prensipleri benimseyip, yaşamında tatbik etmemesinden ileri gelmektedir.
Yani kural ve kaidelere riayet edilmeyerek, kişisel menfaatlerin, umumun menfaatlerine tercih edilmesinden meydana gelmektedir.
Yine geri kalmışlık ve fakirlik; doğru ve mazbut, farklı ve değişik bakış açısına sahip olunmadığından, yeniliğe ve değişime kapalı olunduğundan zuhur etmektedir.
Geri kalmış, fakir ülkeler; petrol, gaz, altın ve elmas gibi yeraltı zenginliği ve doğal kaynaklardan mahrum olduklarından dolayı değil, gelişmiş zengin ülke insanlarının çalışkanlığı ve üretim gücünden yoksun olduklarından dolayı geri kalmış, fakir ülkelerdir.
Devletine güvenmeyen, vatan bilincine sahip olmayan, millet olarak el ele vermeyen ve umumun menfaatlerini öncelikli olarak ele almayan toplumların düze çıkması, yükselmesi veya zenginleşmesi çok zordur.
Altı ay gece, altı ay gündüz iklimine sahip olan bir ülke, hayatın bahşettiği birçok nimetlerden mahrum olduğu halde, yaşamdaki doğru prensipleri benimseyerek zengin ülke kategorisinde kendine yer bulurken, topraklarının altı doğal zenginliklerle dolu olan birçok ülkenin aynı kategoriye girememesi toplumsal kalkınma için gerekli olan doğru prensiplerin yeterince benimsenmemesinden kaynaklanmaktadır.
Oysa, kalkınma ve zenginleşmenin ön koşulu; insani gelişim ve kalite, toplumun zihinsel, sosyolojik değişimi ve dönüşümü ile mümkün olur. Halkın değer yargıları, yaşam tarzı, davranış ve tutumlarıyla da ivme kazanır.