Polisin Hakkı Ödenmez.’’ Polislik mesleği ne kadar şanlı bir meslektir. Canını hiçe sayarak, toplumun huzuru, korunması, için ne kadar fedakârlık yaptığını ne yazık ki bizim toplumumuz bilmez. Bilmediği gibi de polisine ’’ HAKARET, KÜFÜR, TEHTİD’’ savurur. Polisimizin en yoğun ve hareketli geçen mesai saati genelde gece devriyesinde olmaktadır. Fakat bu ilden ile göre değişiklik gösterebilmektedir. Gece sarhoşuyla, kaçakçısıyla, hırsızıyla, çevreye rahatsızlık veren kişilerle polisimiz uğraşmaktadır. Bu tarz olaylarda polisimizin can güvenliği ne olursa olsun % 90 tehlikededir. Polisin silahı var kullansın, can güvenliğini sağlasın diyebilirsiniz. Şayet gerekli bir durumda polisimiz o silahı kullandığında polisimizin arkasında kimler durabilecek? Ayrıca polisimizin ailesi çok saygın bir ailedir. Çünkü eşi, babası, amcası, dayısı görevde olan insanlar onlar için her gün sağ salim dönmeleri için daima dualar etmektedirler.

Sağlık açısından da bakacak olursak, insan vücudunun gece dinlenip gündüz çalışması dinimizce de belirtildiği gibi sabittir. Ama polislerimiz, ’’12 saat çalış – 24 saat dinlen’’ çalışma sisteminde 1 gün gece ve 1 gün sabah çalışmaktadır. Doğal olarak, vücut yorgunluğu, mide sisteminin bozulması, sindirim ve hareket sisteminin erken yıpranmasına neden olacaktır. Fakat İçişleri Bakanlığımız ve Emniyet Genel Müdürlüğümüz, çalışma sistemlerini böyle yapmalarının altında elbette güvenlik açısından bir strateji vardır. Şayet bu çalışma saatleri, güvenlik açısından ilden ile de değişiklik gösterebilmektedir. Fakat ümit ediyorum ki bu sistem daha da güzel bir sistem haline gelsin. Polis teşkilatındaki Müdürlerimizin, Amirlerimizin, Polislerimizin ne kadar istekle çalıştıkları, görevlerini yerine getirmek için çok fedakâr olduklarına bizzat şahidim. Polislerimize vatandaşlar olarak, her türlü konuda yardımcı olursak, piyasada ne hırsız, ne dolandırıcı, ne tacizci kalır. Kısacası toplumdaki suç oranı oldukça düşer. Bundan 20 – 25 yıl öncesini düşünelim.

Sokakta birine bir şey yapmaya kalktıklarında tüm halk birden ayaklanırdı. Oysa şimdi biz modern bir millet olduk ya hani, hani biz batıyı, Avrupa’yı örnek aldık ya böyle şeyleri artık yapmıyoruz. Sokakta birini dövüyorlar izliyoruz. Sokakta bir bayanı dövüyorlar, taciz ediyorlar yine biz izliyoruz. Bu milletin Anadolu kültürünü düşman devletler yok etmeye çalışıyorlar. Bunu da ne yazık ki başarmaya doğru gidiyorlar. Bir de eskiden insanlar polise yardımcı olurdu ve zorluk çıkarmazlardı. Fakat şimdi görüyorum ki polise zorluk çıkaran mı ararsın, polise saldıran mı ararsın ne ararsan var artık. Herkes keyfine göre sapıtsın, başkalarını rahatsız etsin, suç işlesin, polis görevini yapmaya kalktığında vay anam polis bana orantısız güç kullandı, beni dövdü.

Arkadaş!

Hangi mesleği yaparsan yap. Birisi çıksın ’’ Anana, avradına, bacına, mesleğine, haysiyetine, şerefine küfür etsin’’ böyle bir insana karşı kim olursa olsun kendini tutamaz. Hele de bizim ülkemizin insanı böyle bir durumu kesinlikle kaldıramaz. İşte polisimize, kendi ülkesinin vatandaşı ana – avrat, haysiyetine, bacısına, mesleğine küfür ediyor. Sonra da vay anam polis bana şöyle davrandı böyle davrandı. Sen polise insanca yaklaşıyor musun da polis seni zor kullanmadan alsın. Orantılı güç diye bir terim var kanunlarda. Polis orantılı güç kullanamıyor falan deniyor. Kardeşim o kadar çok biliyorsan kalk gel sen polislik yap! Kalk gel sen sarhoşa, suçluya, tecavüzcüye nazik davran! Biz ne çok şey biliyor muşuz böyle kardeşim. Bir diğer mevkutede maksat sadece ’’haber olsun diye basının haber yapması’’! Polisimizi görev esnasında görüntüleyen basın – yayın organları yanlış haberler yaparak ve yayınlayarak polisimizi topluma karşı rencide ediyorlar. Kardeşim sen haberini yapacaksan tarafsız ve kimseyi rencide etmeden adam gibi haberini yap. Kuruluşunda tarafsız, doğru haber yapacağım diyorsun, Basın-yayın kurallarını çiğnemeyeceğim diye söz veriyorsun ama benim görev yapan polisimi de yanlış haberle rencide ediyorsun. Polisimiz bu kadar olayla başa çıkmaya çalışırken, nasıl bir psikolojide olabilir bu güzel insanlar söyler misiniz? Bir ara İstanbul’da bir Profesör : ’’ Meslekte 10 yıl görev yapmış bir memura deli raporu veririm’’ demesi bile olayın önemini belirtiyor. Ayrıca toplum, polise karşı bir anti sempatiklik kazanıyor.

Toplumumuz polisine yeterince önemi vermemektedir. Dışarda, çarşıda, otogarda, çalışan polislerimize bir bardak çay ikram etmekten bile aciz bir toplumuz. Evet, polisi dışarda soğukta görev başındayken bile bir bardak çay ikram etmekten aciz bir toplumuz. Eskileri düşünüyorum da eski nesillerdeki dedelerimiz, babalarımız, amcalarımız, dayılarımız polisine ve askerine karşı daha sıcak bir yapıdaydılar. Buram buran Anadolu kokan o mert insanlar, o mert annelerimiz, babaannelerimizden ne yazık ki eser kalmamış. Şu örneği vermek konunun önemini daha da ön plana çıkaracaktır. Doğudaki, Karadeniz’deki köylere giden öğretmenler, hemşireler veyahut çalışanların yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını o güzel, yüreği geniş insanlar karşılarlar. Bir iş için çalışmaya gelenler bile kimin işini yapıyorsa orada misafir olarak kalmak zorundadırlar. Çünkü ev sahibi bir yere göndermez. Bir otelde bile kalmalarına izin vermezler. Çünkü Anadolu’da şöyle bir adet vardır. Misafirleri kendi evinde ağırlamazsan, seni o yörenin insanı kınayıp, gülerler. Bu ne güzel bir adettir böyle.

Polislerle en çok uğraşan bir diğer kesim ise tabiri caizse okumuş kesimdir. Okumuş insan bir şeyleri kabullenmekte zorluk çeker. . Okumuş, tahsilli insanların polise daha da yardımcı olması toplumdan beklenen en temel anlayış biçimidir. Polisin psikolojisi her türlü insanla karşılaştığı için çokta normal olmayabilir. Doktor bile suçlu gelince hemen suçluya soruyor, polis seni darp etti mi, yok polis orana vurdu mu, burana vurdu mu? Diye suçluya soruyor. Bunu sormaları normal. Fakat polisimizi rencide edici bir biçimde ve abartılı bir şekilde olması hiç normal değildir. Bu da polis doktor arası bağların zayıflığını göstermektedir. Oysa doktorlar gelsin bir suçlu yakalamaya çalışsın bakalım yakalayabilecekler mi? Elbette polisler de doktorluk yapamazlar. Fakat burada polise karşı bir suçlayıcı, polisi rencide edici bir durum söz konusudur. Umuyorum ki doktorlarımızın kendi mesleklerinde karşılaştıkları vatandaş sıkıntılarında göz önünde bulundurarak, polislerimizinse mesleklerindeki karşılaştıkları suçlularla nasıl uğraştıklarını anlayacaklarını düşünüyorum. Özellikle 2012 yılındaki hastanelerde görülen hastaların ve hasta yakınlarının doktorlara nasıl saldırdıkları, ve doktorlarımızı nasıl darp ettikleri televizyonlarda, gazetelerde sürekli gösterilmektedir. Toplumumuzu bu ve bu tarz davranışlardan ancak eğitimle, seminerlerle uzaklaştırabiliriz. Toplumuna hizmet eden kamu görevlilerine bu tarz davranışlarda bulunmaları hiç şüphesiz ki kamu çalışanlarını mesleklerinden nefret ettirecektir. Bunun akabinde de zararı görecek olan yine toplum olacaktır. Kamu görevlileri de farklı mesleklerde ekmek arayacaklardır.

Ülkemizde okuyan öğrenciler, ne yazık ki terör örgütüne maşa olabilmektedir. Bu öğrencilerin fikir sağlığından şüphe duymaktayım. Öğrenciler, üniversitelerde okurken, okuduğu bölüm, alan, meslekten çok ideolojik konularla ilgilenmektedirler. Polisine taş, sopa, Molotof kokteyli atan bir zihniyet Türk evladı olamaz! Bizim dedelerimiz, ninelerimiz Çanakkale’de tarih yazdılar. Kendi evlatları, askerine, polisine saldırsın diye mi, o kadar uğraş verdiler? Şimdi burada önemli bir soru söz konusudur. Bu gençler neden bu haldeler? Bu gençler okumaya mı yoksa gidip siyaset, ideolojik eylemlere alet olsunlar diye mi okumaya gönderiliyor? Bu gençler için mi aileleri yokluğa göğüs germektedirler. Burada en önemli sorun, gençlerin aileleri tarafından yeterince algılanmayışı, ailelerle olan bağların kopukluğu, anne – babanın ayrı olması veya vefat etmiş olması gençleri farklı alanlara çekmektedir. Üniversiteye gelen bir öğrenci kendini boşlukta hisseder. Aileden uzaktasın, farklı bir ildesin, ne yapacağını bilmiyorsun. Doğal olarak, ilk yapacağın şey bir arkadaş ortamı oluşturmaktır. İşte bu arkadaşlık ortamları, öğrencileri amacından saptırabilmektedir. Öğrenciyi farklı faydalı görünmelerle her yöne çekebilmektedirler. İşte ülkü ocağına gidiyim, çevre yapayım, veya doğuluysa, doğulu öğrencileri ülkücü öğrenciler hemen terör sempatizanı gördüğü için doğal olaraktan doğulu öğrenci, doğulu arkadaş çevresi edinmeye çalışmaktadır. Doğunun insanı merttir, merhametli ve yardım etmeyi seven insandır. İşte burada dışlanan gurubu yem olarak gören terör yandaşları öğrenciye kucak açarak, eylem çemberine rahatça almaktadır. Bu ülke de kimsenin Türk, Kürt, Laz, Çerkeş, Abaza, Rum ayrımı yapmaya hakkı yoktur. Hepimiz kardeşlik içerisinde hayatımızı idame ettirmeliyiz. Bu gibi durumların önüne ancak eğitimle geçilebilir.

Rasim KIRVELİ
Uzakdoğu Sporları Uzmanı
Bartın Üniversitesi Öğrencisi
Web: www.rasimkirveli.com