Etrafımızdaki cenazeler, sırası gelince bizlerin de bu dünyadan ayrılacağını haykırıyor. Bir gün bu hayata veda edeceğimiz hiç aklımıza gelmiyor. Bizim ölümü unuttuğumuz, ölümün bizi unuttuğu manasına gelmiyor.
 
Dünyada ölümden başkası yalan

Acaba, hepimizi yüzde yüz ilgilendirdiği halde, kendisine karşı gözümüzü kapadığımız “ölüm” gerçeği bizi ne kadar ilgilendiriyor? Etrafımızdaki pek çok cenaze, sırası gelince bizlerin de bu dünyadan ayrılacağını haykırmakta; meskun mahallerin dışına itsek de arada bir zihnimizin kaydığı mezarlıklar kaçınılmaz akıbetimizi haber veriyor. Bazen bir yakınımızın vefatı, bazen de hastalılıklar münasebet(siz)liği ile günün birinde her şeyden koparılacağımızı, arada bir hatırlasak da, şükür ki (!) bu tatsız konuyu unutturacak yoğunlukta spor, siyaset ve magazin misüllü gündemlerimiz bulunuyor.

Ama bütün bunların mukadder gerçeği değiştiremeyeceğinin de farkındayızdır. Ne aktüalite ne de modern hayatın oyuncakları ve fantezileri bu vakıayı unutturmakta… Kim bilir hangi şekliyle ecel bizleri takip etmektedir. Zira bizim onu unutmamız onun da bizi unuttuğu anlamına gelmemekte, bir gün ismimizin anons edileceği hakikatini değiştirememektedir.

BU GİDİŞAT NEREYE!

“Öyleyse biraz daha cesur olmak gerekmez mi? Başımızı kuma gömmek bir anlam ifade etmiyorsa var oluş sırrını araştırmaktan, araştırmacı bir gözle etrafı sorgulamaktan başka yol var mıdır? Kimim ve nasıl var oldum? Bu dünyada ne arıyor ve ne amaçla bulunuyorum? Beni diğer varlıklardan ayıran bunca farklılık ve üstünlüklerimin anlamı ne?” gibi sorular niçin manevi bir doğum sancısı olmasın?

Bu ve benzeri soruların bizleri götüreceği yeri aslında tahmin edebiliriz. Ne var ki bu inanışı derinleştirmek birtakım ahlak ve ibadet kriterlerine uymayı da beraberinde getireceği için maalesef bazılarımızın işine gelmemektedir. Hele hele genç ve sağlıklı isek ürperti hasıl eden bu mevzuu alelacele aklımızdan kovarız. Böylece zevk ve eğlence katsayımızı yükselttiğimizi -en azından düşürmediğimizi- sanırız.

Halbuki bizi değerli kılan aklımızın, ruh ve vicdanımızı örseleyen bir sopaya dönüşmesini engelleyememesi bir tarafa, zevkimizin peşinde koşarken gerçek huzuru elden kaçırdığımızın farkında bile değiliz. Uçamayan bir kuş, koşamayan bir at ve ötemeyen bir bülbül ne kadar talihliyse, varlık sırrını çözememiş birisi de ancak o kadar talihlidir denilebilir.

EN BÜYÜK SÜRPRİZ: ÖLÜM

Hayat sürprizlerle doludur. Sürprizlerle dolu bu hayatın son basamağını da ölüm oluşturmakta. Aslında bu dünyaya anlam katan da, değerli kılan da yine o. Elverir ki kendimizin farkına varalım. Yokluktan gelmediğimize ve tesadüfen burada bulunmadığımıza, ölümle yine yokluğun kollarına atılmayacağımıza inanalım. Burada sadece bir misafir olduğumuzun, mülkün gerçek sahibinin bizden bazı beklentilerinin olduğunun şuuruna varalım.

Zira mutluluk, hayatın her safhasında O’nun (c.c.) izleri silinerek değil, aksine takip edilerek elde edilebilir. Gönüller böylece sükuna erer ve kalpler doygunluğa ulaşır. Yoksa, vicdanından yükselen “ebed! ebed!” feryatlarına kulağını tıkamış ve ilahi kudretin kendisine bahşettiği inanç ateşini küllenmeye terk etmiş birisinin dünyadaki tedirginlikleri yanı sıra, ölüm ötesinde de başka sürprizlerle karşılaşması kaçınılmazdır.
 
BİR SORU-BİR CEVAP

Peygambere niçin ihtiyacımız var?

İnsanların peygamberlere ihtiyaç duymalarının sebeplerinden en önemlilerini özetle şöyle ifade edebiliriz:

1.
İnsanlar, akıllarıyla varlıkta cereyan eden hâdiselere bakıp Allah’ı bulabilseler bile, yaratılışlarındaki gaye ve hikmeti, nereden gelip nereye gittiklerini ve yaratıcılarına nasıl yöneleceklerini, ibadetlerinin nasıl yapacaklarını peygambersiz bilemezler. İşte yüce Allah insanların bu ihtiyacını gidermek için, peygamberler göndermiştir.

2.
Öteden beri insanın aklını kurcalayan soru, dünya misafirhanesine niçin gönderildiği, gönderenin kendisinden ne istediğidir. İşte peygamber gönderilmesinin sebebi Yaratıcının insana neleri yapmasını, neleri yapmamasını emrettiğini, verdiği nimetlere karşılık nasıl bir şükür istediğini ve kâinatın yaratılış gayesini öğretmektir.

3.
Peygamberler olmasaydı, insanlar, geçici arzu ve isteklerinin baskısı altında doğru olan ile nefislerine hoş gelen zararlı şeyi birbirine karıştıracaklar ve isabetli karar veremeyeceklerdi. İnsanların, belli işlerde sorumlu ve yükümlü tutulabilmesi ve bundan ötürü onlara sevap ve ceza verilebilmesi için de, peygamberlere ihtiyaç vardır. Ancak bu şekilde, ölüm sonrası hayatta insanların “bilmiyorduk” diye Allah’a karşı mazeret ileri sürmelerinin önüne geçilmiş olur. Kur’an bu hususa bir ayetinde şöyle temas eder: “Biz müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberler gönderdik ki, artık peygamberlerden sonra insanların, Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın..” (Nisa, 4/165)
 
BİR DUA

Bizleri muhafaza buyur

Rabbimiz! Bizleri muhafaza buyur.. buyur ki Sen biricik koruyucumuzsun. Dünyanın bütün kötülüklerinden, bizim için ar vesilesi olabilecek durumlardan ve ahiret azabından koru.. koru ki, Sen bizim korkup endişe ettiğimiz şeylerin üstesinden gelebilecek kadar büyük ve yücesin!. Biz günahkar kullarına merhamet buyur...
 
HİS DÜNYASI

Bahar ve biz
Yılda bir kere çıldırır ağaçlar sevincinden
Rabbim ne güzel çıldırır.
Yılda bir kere uzatır avuçlarını yaprak;
Sevincinden titreyerek.
Yılda bir kere kendini verir toprak
Yılda bir kere yarılır bahçeler hazdan
Rabbim ne güzel yarılır.
Biz de bir kere sevinebilseydik.
Çiçek açmış ağaçlar gibi çıldırasıya.
Kim bilir belki bir gün sulh olunca
Biz de deliler gibi seviniriz,
Ağaçları ve baharı taklit ederiz
Renkli bez parçalarıyla donatırız şehri
Renkli ampuller asarız pencerelerden
Kim bilir belki bir gün sulh olunca
Biz de çatır çatır çatlarız bin bir yerimizden
Ağaçlar gibi.
 
Bedri Rahmi Eyüboğlu
 
REHBER İNSAN

Peygamberimiz, güler yüzlü idi

Gülümseme, tek kelimeyle “sevgi”dir ve “seninleyim” demektir. Peygamber Efendimiz sürekli güler yüzlü ve mütebessim idi. Sahabeden Abdullah b. Hâris, “Resûlullah’tan daha çok tebessüm eden/O’nun kadar güleç yüzlü hiçbir kimseyi görmedim.” diyerek bu hususu anlatır.

“Kardeşinin yüzüne gülümsemenden ötürü sana sadaka sevabı verilir.” “İyiliğin hiçbir çeşidini sakın küçümseme. Hatta kardeşini güler yüzle karşılaman bile olsa.” mübarek sözleri de Efendimiz’e aittir.

Peygamberimiz mütebessim çehresiyle insanları kendisine cezp ederdi. Onun simasına bakan kendisini ona bakmaktan alıkoyamazdı. Sevgi Peygamberi’nin iç güzelliği simasına yansımıştı.
 
ÖRNEK HAYATLAR

Dört dirhemlik gömlek

Sahabeden Hz. Ebu’d-Derda Hazretleri günün birinde bir gömlek almak için çarşıya çıkmıştı. Yolda Ebu Zerr Hazretleri onunla karşılaştı, nereye gittiğini sordu. Hz. Ebu’d-Derda dedi ki:

- On dirheme bir gömlek satın almak istiyorum. Hz. Ebu Zerr ise:

- Dikkat edin! Ebu’d-Derda müsriflerdendir! diye seslenmeye başladı. Ebu’d-Derda gizlemek istediyse de bunu yapamadı ve dedi ki:

- Ebu Zerr, böyle yapma! Benimle gel de beni sen giyindir.

Birlikte çarşıya gittiler. Ebu Zerr, Ebu’d-Derda’ya onun parasından dört dirheme bir gömlek alıverdi.

Bundan sonrasını Ebu’d-Derda Hazretleri anlatıyor:

Dönüp gelirken, avret yerlerini bile kapatmaktan uzak, çıplak bir adama rastladım. Onu örtüsüne dikkat etmesi için uyardım. O ise örtünecek elbisesi olmadığın söyledi. Ben de aldığım giysiyi ona verdim. Çarşıya dönüp dört dirheme bir gömlek daha aldım.

Evime dönerken, bu kez de yolda ağlayan bir hizmetçi kadın gördüm. Ona niçin ağladığını sordum. Şunu söyledi:

- Yağ konan kabım kırıldı. Aileme dönmek için de geç kaldım.

O kadınla birlikte çarşıya gittim. Bir dirheme ona bir kap yağ alıverdim. Bu defa kadıncağız dedi ki:

- Ey efendi, bana yapacağın iyiliği yaptın. Aileme kadar da benimle geliver. Çünkü ben eve geç kaldım. Beni dövmelerinden korkuyorum. Benimle gelirsen, belki bana dokunmazlar.

Onunla beraber efendisine gittim ve ona dedim ki:

- Hizmetçiniz geç kalmış da onu dövmenizden endişe etmiş. Bunun için benimle birlikte size gelmemi istedi, onun için buradayım.

- Madem seninle gelmiştir, dedi adam; artık o Allah için hür ve serbesttir!

Bunu görünce kendi kendime dedim ki:

- Ebu Zerr benden doğrusunu yaptı. Toplam on dirheme bana bir gömlek alıverdi, bir fakire de bir gömlek giydirdi, bir köleyi de hürriyetine kavuşturdu.
 
ALTIN ÖĞÜTLER

Yalancılarla dost olma!

Hz. Ali, oğlu Hz. Hasan’a şu tavsiyelerde bulunur:

Oğlum! Dörder maddeden ibâret şu iki tavsiyemi iyi belle, onlara riâyet edersen, yapacağın hiçbir şey sana zarar vermez:

1.
En büyük zenginlik, akıl.

2.
En koyu fakirlik, ahmaklık.

3.
En yaman yalnızlık, böbürlenmek.

4.
En değerli âlîcenâplık, güzel ahlâktır.

Diğer dört şey ise:

1.
Ahmakla dostluktan sakın, çünkü o sana faydalı olmak isterken zarar verir.

2.
Yalancıyla dost olma. Zira o, senden uzak duranı sana yaklaştırır, yakınını da senden uzaklaştırır.

3.
Cimriyle de dostluk kurma, zira ihtiyaç duyduğun şeyi senden uzaklaştırır.

4.
Fâcirle (açıktan günah işleyen) de dost olma, çünkü seni ucuza satıverir.
 
HADİS BAHÇESİ

Her işte bir hayır vardır

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Mü’minin durumu gıpta ve hayranlığa değer. Çünkü her hali kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: Sevinecek olsa, şükreder. Bu onun için hayır olur. Başına bir bela gelecek olsa, sabreder. Bu da onun için hayır olur.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1.
İman, bela ve musibete uğramaya mani değildir.

2.
Sabretmek suretiyle bela nimete dönüştürülebilir.

3.
Nimete şükür, nimetin arttırılmasına sebep olduğu gibi belaya sabır da onun hayra dönüşmesine vesile olur.

4.
Şükür ve sabır, bütün hayatı hayır üzere geçirme imkanıdır. Bunu da Allah, müminlere ihsan buyurmuştur.

BİR NÜKTE

Başkasını kendinden küçük görme

Halkın sana karşı olan teveccühünü -haklı dahi olsa- bir büyüklük emâresi sayıp hüsn-ü zannın verdiği makamlara bel bağlamamalısın. Ve hele başkalarını kendinden küçük görme gibi bir görgüsüzlüğe katiyen düşmemelisin! Zira Allah katındaki kıymet ve değer, ruh safveti ve gönül yüceliğine göredir. Cismaniyete değer vererek, etin kemiğin altında kalıp ezilmek ne acı bir talihsizliktir..! Büyüklere karşı hürmet hissi bir esas olsa bile, ona talip olmamak gerektir.
 
BİR HATIRLATMA

İftarda acele etmeyin, yiyecekler bir yere kaçmıyor!

Ramazan’ın gelmesiyle birlikte yemek tercihlerimizde çoğumuza göre sofraları iyileştirmek ve de zenginleştirmek adına bazı değişiklikler meydana gelir. Ne yazık ki bu değişiklikler çok da sağlığımızı destekleyecek yönde değildirler.

Aslında yapılması gerekenler çok basit birkaç düzenlemeden ibaret. Neden oruç tuttuğunuzu kendinize tekrar hatırlatın!.. Bu Ramazan’da sağlığınıza dikkat etmezseniz bir dahaki Ramazan’da oruç tutmanızı engelleyecek bazı sağlık sorunlarıyla uğraşıyor olabileceğinizi unutmayın...

Su, su, su... Yaşam içeceğimiz ve vücudunuz eksikliğini hiç sevmez. İftarla sahur arasında gündüz içemediklerinizi telafi ediniz... İftarda acele etmeyin! İlk dakikalarda kan şekeriniz düşük olduğu için yemeğe saldırmak isteyebilirsiniz; ama ufak bir açılıştan 15 dakika sonra daha mantıklı seçimler yapabileceğinizi unutmayın!..

Sahur gerekli bir öğün olmasaydı böyle bir öğünün bahsi geçmezdi zaten. Farz edin ki sabah kahvaltınızı biraz daha erken yapıyorsunuz. Gece yiyip yatarsanız bilin ki vücut o anda ihtiyacı olmayan enerjiyi yağ olarak muhafaza edecektir!.. Ayrıca ertesi gün 12 değil 18 saat aç kaldığınız için kan şekeriniz daha da düşük seyredecektir... Sebzelerden de iftar için çok güzel ana yemekler yapılabileceğini unutmayın... İftarla sahur arasında en iyi ara öğün tercihi meyvedir.