çünkü onlar ağırkanlı adamlardır.
değişen bir dünyaya karşı
kerpiç duvarlar gibi katı
çakır dikenleri gibi susuz
kayıtsızca direnerek yaşarlar.
aptal, kaba ve kurnazdırlar.
inanarak ve kolayca yalan söylerler.
paraları olsa da
yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
herşeyi hafife alır ve herkese söverler.
yağmuru, rüzgarı ve güneşi
birgün olsun ekinleri akıllarına gelmeden
düşünemezler...
ve birbirlerinin sınırlarını sürerek
topraklarını
büyütmeye çalışırlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar karılarını döverler
seslerinin tonu yumuşak değildir
dışarıda ezildikçe içeride zulüm kesilirler.
gazete okumaz ve haksızlığa
ancak kendileri uğrarsa karşı çıkarlar.
karşılığı olmadan kimseye yardım etmezler.
adım başı pınar olsa da köylerinde
temiz giyinmez ve her zaman
bir karış sakalla gezerler.
çocuklarını iyi yetiştirmezler
evlerinde kitap, müzik ve resim yoktur.
birgün olsun dişlerini fırçalamaz
ve şapkalarını ancak yatarken çıkarırlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar yanlış partilere oy verirler
kendilerinden olanlarla alay edip
tuhaf bir şekilde başkalarına inanırlar.
devlet; tapu dairesi, banka borcu ve hastanedir
devletten korkar ve en çok ona hile yaparlar.
yiğittirler askerde subay dövecek kadar
ama bir memur karşısında -bu da tuhaftır-
ezim ezim ezilirler.
enflasyon denince buğday ve gübre fiyatlarını bilirler.
onbir ay gökyüzünden bereket beklerler,
dindardırlar ahret korkusu içinde
ama bir kadının topuklarından
memelerini görecek kadar bıçkındırlar
harmanı kaldırdıktan sonra yılda bir kez
şehre giderler!...

köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar köpekleri boğuşunca kavga ederler
birbirlerinin evlerine ancak
ölümlerde ve düğünlerde giderler.
şarkı söylemekten ve kederlenmekten utanırlar
gülmek ayıp eğlenmek zayıflıktır
ancak rakı içtiklerinde duygulanır ve ağlarlar.
binlerce yılın kabuğu altında
yürekleri bir gaz lambası kadar kalmıştır.
aldanmak korkusu içinde
sürekli birbirlerini aldatırlar.
bir yere birlikte gitmeleri gerekirse
karılarından en az on adım önde yürürler
ve bir erkeklik işareti olarak
onları herkesin ortasında azarlarlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar otobüslerde ayakkabılarını çıkarırlar
ayak ve ağız kokuları içinde kurulup koltuklara
herkesi bunalta bunalta, yüksek perdeden
kızlarının talihsizliğini ve hayırsız oğullarını anlatır,
yoksulluktan kıvrandıkları halde, şükür içinde
bunun, tanrının bir lütfu olduğuna inanırlar.
ve önemsiz bir şeyden söz eder gibi, her fırsatta
gizli bir övünçle, uzak şehirdeki
zengin akrabalarından sözederler.
kibardırlar lokantada yemek yemeyi bilecek kadar
ama sokağa çıkar çıkmaz hünküre hünküre
yollara tükürürler...
ve sonra şaşarak temizliğine ve düzenine
şehirde yaşamanın iyiliğinden konuşurlar.

köylüleri niçin öldürmeliyiz?
çünkü onlar ilk akışamdan uyurlar.
yarı gecelerde yıldızlara bakarak
başka dünyaları düşünmek gibi tutkuları yoktur.
gökyüzünü, baharda yağmur yağarsa
ve yaz güneşlerini, ekinlerini yeşertirse severler.
hayal güçleri kıttır ve hiçbir yeniliğe
-bu, verimi yüksek bir tohum bile olsa-
sonuçlarını görmeden inanmazlar.
dünyanın gelişimine katkıları yoktur.
mülk düşkünüdürler amansız derecede
bir ülkenin geleceği
küçücük topraklarının ipoteği altındadır
ve bir kaya parçası gibi dururlar su geçirmeden,
zamanın derin ırmakları önünde...

köylüleri söyleyin nasil
nasil kurtaralim?

Evet değerli okuyucular, şiiri ilk kez okuduysanız eğer, okurken hayretlere düşüp, kızgınlık, şaşkınlık, hatta yazan şaire nefret duygusu hissettiniz muhtemelen…

Hemen söyleyeyim bu satırların yazarı Şair Şükrü Erbaş son derece hümanist biridir.Köylüleri öldürmeyi hiç düşünmemmiş olup aslında içinde şark kurnazlığını, cahilliği,kısmen yobazlığı, kirliliği ve özensizliği barındıran “köylülük” kavramının bir öz eleştirisini yapmak istemiştir.

Şiir aslında uzun bir manzumenin merdiven şeklinde alt alta yazılmasından oluşmuştur.

Bu şiir nedeniyle o dönemde Cumhurbaşkanı olan Çoban Sülü lakaplı –ki buda bir köylülük motifi içermektedir-  Demirel tarafından sorgulanmış, Şaire “köylülere dokunmaması, sanatını başka alanlarda icra etmesi” salık verilmiştir.

İşte edebiyat böyle bir şeydir.Bir şiir, bir roman ile ülkeyi hatta dünyayı sarsarsınız. Şair bu şiiri nedeni ile soruşturmalar geçirmiştir. Heykelini dikmek isteyenler de olmuş, tehditlerde almıştır.şair ilk bakışta zalim gibi gözükse de, sadece retorik bir yaklaşımla köhne bir anlayışın öz eleştirisini yapmıştır. Sadece özel bir teknik kullanmıştır.

Şiirin sonundaki Köylüleri nasıl kurtaralım sorusu da aslında çarpık sistemin ürettiği, çoğu zamanda siyasetçilerin işine gelen sistemin bir sonucu olarak karşımıza çıkan çürümüş anlayışları nasıl değiştirebiliriz, ıslah edebiliriz tartışmasını başlatmak amaçlıdır.

Şair ve yazanların her dönem işi zor, çünkü değişim istemek ve sorgulamak hep birilerini rahatsız eder.

Bizim de amacımız, köylülük kentlilik ayrıştırması yapmak değil, 6.Köksal Toptan Lisesi Geleneksel Edebiyat günlerinin başladığı bu günde Edebiyatın çeşitliliğine, gücüne, toplumlar üzerinde yaratabileceği sarsıcı etkisine , düşünmeye iten yönüne hatta toplumda değişim ve gelişim adına oynayabileceği role dikkat çekmek.

Yazandan çizenden hep korkulmuştur ama siz korkmayın, her sabah, bir hafta boyunca saat 10.30 da Halk Eğitim Merkezi salonunda yerinizi alınız.