Nefis, insanı günaha çağırır. Nefsinin böylesi seslerine kulak verip onun peşinden gidenler, çıkmaz sokaklara, uçurumlara ve bataklıklara düşebilir. Akıllı insan, nefsini terbiye edebilendir. Peki nefsimizi nasıl terbiye edeceğiz?

Nefsimizi nasıl terbiye edebiliriz?

İnsan günlük hayatında devamlı suretle nefsiyle savaş halinde. Zaman zaman nefsimiz sırtımızı yere getiriyor. Zaman zaman da biz onu tuş ediyoruz. İnsanın nefsini yenmesi çok mühim, mühim olduğu kadar da çok zor bir meseledir. Allah Resulü bir hadislerinde, “En can alıcı düşmanın, benliğin, muhtevan içindeki nefsindir.” buyurarak nefsin insan için ne denli bir tehlike oluşturduğuna dikkatleri çekiyor.

Nefsin insanı yoldan çıkarmak için kullandığı değişik silahlar vardır. Bunlardan bir tanesi kuvve-i şeheviyye (Cinsi istek kudreti.. yemek, içmek, konuşmak, uyumak gibi kabiliyetler.)dir. Nefis, yeme, içme ve uyuma gibi hisleri tahrik ederek insanı tuş etmek ister. Arap şairlerinden birisi bu hakikati şu dizelerle anlatır:

“Nefis, çocuk gibidir, sütten kesti mi kesilir. Kesmezsen emzirdikçe emmek ister. Bir de onun üzerinde gelişirse öyle gelişir ki, üstesinden gelemezsin. Kuvvet kazanır, önüne geçemezsin. Bu sebeple onu sütünden kesmek gerekir.” İnsan, vücuduna gerekli olan yeme ve içmeyi temin ederek, şehevi duyguları tahrik eden yollara girmeyerek, onlara ait meseleleri dile getiren batıl tasvirlere göz dikmeyerek ve onları hatırlatacak her türlü söz ve davranıştan uzak kalarak nefsinin dizginleyebilir. İbrahim Hakkı Hazretleri,

“Az ye, az uyu, hayrete var fani ol andan

Bul cân-ı beka ol âna mihman gecelerde” diyerek meseleyi nefis bir şekilde özetler. Bir

insan yeme ve içmesini azalttığı ölçüde az uyuyacaktır. Yeme, içme ve uyku azaltıldığı nispette -inşallah- Cenab-ı Hak nefse hakimiyet ihsan edecektir.

ÇABUK ÖFKELENME

Nefsin ikinci silahı kuvve-i gadabiyedir. Kuvve-i gadabiye, çabuk öfkelenme, -halk diliyle- küplere binme, en küçük hadiseyi büyütme demektir. İnsanın kendi kendini frenleyebilmesi, öfkeleneceği yerde öfkelenmemesi, nefsine gem vurabilmesi çok önemlidir. Bir bedevi, Allah Resulü’nün arkasından cübbesini çeker. Hatta çektiği yer mübarek boynunda iz bırakır. Efendimiz, kendisine “Hakkımı ver” diyen bu kaba-saba adam karşısında herkesin şiddetlenmesine karşılık tebessüm ederek, “Ona istediğini verin” der. Kişi, kendisini öfkelendirebilecek bir hadisede kendisini yenebilmelidir. Şayet yenemezse nefis, öfke silahını kullanmış demektir.

NEFİS AKLI KULLANIR

Nefsin diğer bir silahı ise akıldır. O, demagoji yapma, başkalarını mağlup etme, batılı hak gösterme, siyahı beyaz gösterme şeklinde akıl silahını kullanır. Bir insan nefsi adına bu silahı kullandığı zaman mağlup olmuş demektir. Kişi, söz kalabalıklarıyla kendisini ve başkalarını aldatmadan geri durursa nefsin bu silahı kullanmasına sebebiyet vermeyecek, bu şekilde nefsini frenlemiş olacaktır.

NEFİS VESVESE VERİR

Bunun dışında insan, nefsini dizginlemek için şunları düşünebilir: “İnsan kendisine ait vazifeyi yaptıktan sonra kendisine eşlik eden ruh, güvercin gibi kanat çırpacak ve uçup gidecek. Ebedi bir aleme intikal edecek, “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” sırrı zuhur edecek ve kişi, Allah’ın huzuruna gidecek. Allah’a hesap verecek. Dünyada yaptığı her şeyin hesabı iğneden ipliğe kendisine sorulacak.” Bu şekilde sonunu düşünen insan, nefsinin verdiği vesveselere mani olabilir ve onu frenleyebilir. Bir diğer tefekkür neticesinde Allah’ın her an hazır ve nazır olduğunu düşünebilmektir.

İnsan, sağında ve solunda binlerce dille Allah’ın mevcudiyetini ilan eden delillere kulak verip, “Yüzüm, sözüm, duruşum, kalbimin çarpışı bana O’nu anlatıyor. Bende her şey O’nu dile getiriyor. Her şeyi gören ve bilen Rabbim her halükarda beni gözetliyor. Nefsime uyarak niye kör olayım!” diyerek nefsin burnunu kırıp ondan uzaklaşmaya çalışabilir.
 
BİR SORU-BİR CEVAP

İtikaf nedir, nasıl yapılır?

İtikaf, Ramazan’ın son on gününü camide veya başka bir ibadet mahallinde inzivaya çekilerek devamlı ibadetle meşgul olmak demektir.

Kur’an, “Mescidlerde itikafa çekildiğiniz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) ifadeleriyle itikaf ibadetine yer vermektedir. Hadis kaynaklarında Allah Rasulü’nün Medine’ye hicretten sonra her yıl Ramazan’ın son on gününde itikafa çekildiği ve hanımlarını da teşvik ettiği mevzuunda bilgiler yer almaktadır. Bu hadislerden biri şöyledir: “Ramazan’ın son on günü girince, Resulullah geceleri ibadetle geçirirdi. Ailesini de ibadet etmeleri için uyandırırdı. İbadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi.” (Buhari, itikaf, 1, 6; Müslim, itikaf, 2, 7; Tirmizi, savm, 71)

Ramazan’da yapılan itikaf, orucun fayda ve maksatlarını tamamlayıcı ve oruçlu kimsenin, kendini toparlayıp nefsini teskin edememesi, kalbi ve kafasıyla Allah’a yönelememesi gibi hususları telafi edici bir ibadettir. Zaten onun aslı, Allah’a koşmak, O’nun eşiğine yüz sürmek ve her şeyden yüz çevirip O’nun rahmetinin kucağına atılmak manası taşır. O bu manaları taşıdığından dolayıdır ki Efendimiz (sas) hep Ramazan’ın son on gününde itikafa girmiş, O’ndan sonra gelen Müslümanlar da aynı vakti gözeterek onu eda etmeye çalışmışlardır. Böylece bu ibadet de, Ramazan ayının bir şiarı ve sürekli yapılan sünnetlerinden biri olmuştur.

Günlük meşgaleleri içinde insan, çoğu zaman dünyaya gönderilmesinin asıl gayesini unutmaktadır. Esasında her müminin hayatın anlam ve gayesini tefekkür etmeye ihtiyacı vardır. Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan’ın son on gününde yapılacak olan itikaf, bu tefekkür için iyi bir fırsattır. Ayrıca Kur’an’ın ifadesiyle bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin de Ramazan’ın son on günü içinde gizli olması itikafın önemini daha da artırmaktadır. Her ne kadar bu güzel âdet, son yıllarda unutulmaya yüz tutsa da öteden beri müminler tarafından uygulanmış, her beldede mutlaka birkaç kişi camilerde itikafa girmişlerdir.

Bir mana büyüğü itikaf yapan kişiyi şöyle resmetmektedir: “İtikaf yapan, ihtiyacından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup dilediğini elde etmedikçe ‘Buradan ayrılıp gitmem.’ diye yalvaran bir kimseye benzer ki, Allah’ın bir mabedine sokulmuş, ‘Beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem.’ demektedir.”

BİR DUA

Üzerimize hayırlar yağdır

Allah’ım! Kabir azabından, şeytanın şerrinden, nefsin eziyetinden, zalim olmaktan, adaletsizlikten, rızık endişesinden, sabırsızlık ve şükürsüzlükten Sana sığınırız. Üzerimize hayırlar yağdır, güzellik indir, esenlik ver. Bizi cennetin ve cemalullah’ınla serfiraz eyle. Bizi her türlü bela ve musibetlerden koru muhafaza eyle ya Rabbi!

HİS DÜNYASI

Dua
Biz, kısık sesleriz... minareleri,
Sen, ezansız bırakma Allah’ım!
Ya çağır surda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allah’ım!
Mahyasızdır minareler... göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!
Bize güç ver... cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma Allah’ım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah’ım!
Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah’ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah’ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah’ım!
Bizi sen sevgisiz, susuz, havasız;
Ve vatansız bırakma Allah’ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah’ım!
Arif Nihat Asya
 
REHBER İNSAN

Peygamber Efendimiz, hurmayı çok severdi

Sevdiği bir şeyi gördüğü zaman, ‘verdiği nimetlerle güzellikleri tamamlayan Allah’a hamd olsun’ derdi. Hayra yormaktan hoşlanırdı. Her şeye sağdan başlamayı severdi. Allah Resulü hasta ziyaretine önem verir, hastaların ziyaret edilmesini isterdi. O, hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık verirdi. Takvadan başka hiçbir şey onun yanında insanın şerefini ne azaltır ne de eksiltirdi.

O’na hoşlanmadığı bir söz ulaştığı zaman ‘Sen şöyle şöyle söylemişsin!’ demezdi. ‘Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar?’ derdi. İki öğün yemek yese, bunlardan biri mutlaka hurma olurdu. O’nun en çok sevdiği içecekler, soğuk ve tatlı olan içeceklerdi.
 
ÖRNEK HAYATLAR

Hz. Ali’yi niye çok seviyorum?

Bir gün ashab Peygamberimiz (s.a.s)’den Hz. Ali’yi niçin çok sevdiğini sordu. Hz Peygamber o anda mecliste bulunmayan Hz. Ali’yi çağırmaya adam gönderdi ve orada bulunanlara sordu:

- Birisine iyilik etseniz, o da size kötülük etse ne yapardınız? Cevap verdiler:

- Yine iyilik ederiz.

- Yine kötülük yapsa?

- Biz yine iyilik ederiz?

- Yine kötülük yapsa?

Ashab cevab vermedi, başlarını öne eğdiler. Bunun anlamı kötülüğe kötülükle mukabele etmesek bile iyilik yapmaya devam etmeyiz, demekti.

Bu sırada Hz. Ali o meclise geldi. Rasulullah Hz. Ali’ye sordu:

- Ya Ali, iyilik ettiğin biri sana kötülük etse ne yapardın?

- Yine iyilik ederdim.

- Yine kötülük yapsa?

- Yine iyilik yapardım.

Hz. Peygamber soruyu tam yedi defa tekrarladı. Hz. Ali yedi defasında da “yine iyilik ederdim” diye cevap verdi. Ashab,

- Ya Rasulallah, Ali’yi çok sevmenizin sebebini şimdi anladık, dediler.
 
ALTIN ÖĞÜTLER

Hz. Ömer’den on öğüt

Hz. Ömer buyuruyor:

1.
Günah ve harama düşme endişesiyle şüpheli şeylerden uzak durmadıkça aklın faydası olmaz.

2.
İlmin olmadıkça erdemin faydası olmaz.

3.
Allah’a karşı alçak gönüllü bir duyarlılık sevgi ve ürperti duyguları taşımadıkça kurtulmanın faydası olmaz.

4.
Adalet olmadıkça yönetimin faydası olmaz.

5.
Edep olmadıkça asaletin faydası olmaz.

6.
Cömertlik olmadıkça zenginliğin faydası olmaz.

7.
Güven olmadıkça sevincin faydası olmaz.

8.
Kanaat olmadıkça fakirliğin faydası olmaz.

9.
Alçak gönüllülük olmadıkça yükselmenin faydası olmaz.

10.
Allah’ın başarıya ulaştırması olmadıkça çalışmanın faydası olmaz.

HADİS BAHÇESİ

Kazancının bir kısmını dağıt!

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ey ademoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür. Yeterli miktarda mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın. Harcamaya, bakmakla yükümlü olduklarından başla.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1.
Malının ve servetinin ihtiyaçtan fazla olanını infak etmek en büyük hayırlardandır.

2.
Mal ve serveti elde tutup hakkını vermemek ve cimrilik göstermek haram ve günahtır.

3.
Kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kimselerin ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda malı biriktirip elde tutmak caizdir.
 
BİR NÜKTE

Elindekini muhtaçla paylaş!

Çocuklarımıza daha erken yaşlarda iki duyguyu mutlaka aşılamalıyız. Onlar, başkalarının elindekine karşı olabildiğine isteksiz ve tok gözlü davranırken, kendi ellerindekini de herkesle paylaşacak kadar cömert olmalılar. Onlara küçücük bir harçlığı bile zorla kabul ettirmelisiniz. Onlarsa, bir elleriyle sizin verdiklerinizi alırken, diğer elleriyle onu başkalarına ulaştırmanın hesabını yapmalılar.
 
BİR HATIRLATMA

Dualarımız niye kabul olmuyor?
 
İbrahim b. Edhem, Basra Çarşısı'ndan geçiyordu. İnsanlar onu bulmuşken etrafına toplandılar ve sordular: “Allah’a dua ediyoruz da, O, bizim duamızı kabul etmiyor. Neden?” 

İbrahim b. Edhem şu cevabı veriyor:

Çünkü, sizin kalpleriniz on şeyden dolayı ölmüş:

1.
Allah’ı bilirsiniz ama O'na kulluk etmezsiniz.

2.
Kur'an okursunuz, ama onunla amel etmezsiniz.

3.
Peygamberimiz’in ümmetinden olduğunuzu iddia edersiniz ama O’nun sünnetiyle amel etmezsiniz.

4.
Allah'ın nimetini yersiniz, ama onun şükrünü eda etmezsiniz.

5.
Şeytana düşmanlık iddiasında bulunursunuz fakat onu takip eder ve onun isteğine uygun hareket edersiniz.

6.
Cennete girmek iddiasında bulunursunuz ama onun için hiç bir hazırlık yapmazsınız.

7.
Cehennemin hak olduğunu söylersiniz ama ondan kaçmazsınız.

8.
“Ölüm haktır” dersiniz, fakat onun için hazırlık yapmazsınız.

9.
Yataktan kalktığınızda insanların kusurlarıyla uğraşırsınız. Ama kendi kusurlarınızı unutursunuz.

10.
Ölülerinizi gömersiniz ama onlardan ibret almazsınız.

Allah sizin duanızı nasıl kabul etsin! Haydi, hemen Allah'a karşı işlerinizi düzene koyun ki, Allah da bütün hallerinizi düzeltsin.”