Çağımızın getirdiği teknolojik yaşam tarzı ve modern hayat anlayışı, toplumların en büyük sorunlarından biri haline geldi. Toplum olarak, globalleşen dünyanın gelişmiş ekonomilerinin baş döndürücü hızına bilim ve teknoloji alanlarında ayak uydurmayı beceremesek de, tüketim çılgınlığı ve toplumsal rehavet konularında bu sözünü ettiğim ekonomilerden pek de aşağı kalır yanımız yok!

Peki aradaki ekonomik farkı nasıl kapatıyoruz? Nasıl oluyor da güçlü ekonomileri olan, teknoloji üreten, her yıl ihracat rekorları kıran ülkeler kadar –hatta onlardan daha fazla- kişi başına düşen araç sayımız var? Neden hala ülke olarak insan ve yük taşımacılığında karayolu ulaşımı açık ara ilk sırada? Üstelik coğrafi olarak 28 ilimizin denize kıyısı varken, yani en basit ifadeyle üç tarafı denizlerle çevrili bir yarımada ülkesiyken.

‘Kendi kaynaklarımızı zinhar kullanmamayı toplum olarak bize kim öğretti?’ sorusuna girmeyeceğim. Ülke olarak ne başardıysa bunu kendi kaynaklarına borçlu olan bir millet başka nasıl tökezletilebilir ki…

Tam da bunları düşünürken Bartın’ın borçlanmasına ve kredi kullanım miktarlarına bir göz atayım dedim, demez olaydım. BDDK raporlarına göre Bartın halkının bankalardan kullandığı kredi miktarı bir önceki yıla göre her yıl ortalama %20 artmakta. Yani bankalara olan borç zincirine her yıl binlerce birey ekleniyor ilimizde.

Artan kredi miktarı ise aynı oranda geri dönmüyor. Bankaların takipteki alacaklarına baktığımızda ise bu acı gerçekle karşılaşıyoruz. Takipteki kredilerde her yıl bir önceki yıla göre ortalama %27 artış yaşanıyor. Bu da maalesef gün geçtikçe artan iflaslar demek, kararan hayatlar demek, sosyo-ekonomik çöküntüler demek.

Zamana ayak uydurmak tabii ki güzeldir. Fakat yazımın başında da belirttiğim gibi, çağı yakalamak sadece tüketim ve rehavet olarak değil, ekonomik gelişmelerle, bilimsel araştırmalarla, yönlendirilen değil, hedeflerine koşar adım ilerleyen bir toplumla mümkün olur.

İkinci dünya savaşından sonra tamamen çöken Avrupa ülkeleri, Hiroşima’dan sonra yerle bir olan Japonya, 60 yıl evvel kendi iç savaşında tüm kaynaklarını tüketen Kore, devletler için kısa sayılabilecek bir süre olan 40 – 50 yılda deyim yerindeyse küllerinden doğarak dünyanın en dirençli ekonomilerini kurabildilerse, bunu tüketime değil, üretime borçlular. Ellerindeki kaynakları rehavet içinde yaşamak için değil, üretime yönlendirmelerine borçlular.

60’lı yıllarda başlayan Almanya göçleriyle genç nüfusunu göçe kurban veren ülkemizin yaşadığı iş ve beyin kaybından dolayı üretken olmasının beklenemeyeceği gibi, genç nüfusunu kaybeden bir ilin de güçlü ve üretken olması elbette beklenemez. En acısı ise, bu kayıpların o ili rahatsız etmemesi ve yaşanan bu kayıplar için yakın tarihten hiç ders çıkarılmayarak önlem alınmaması.

Böyle giderse ilimizin her yıl çoğalarak verdiği göç kurbanları ve Bartın için onunla doğru orantılı olan borçluluk oranları arttıkça artar, artar…

İlerleyen yılların böyle devam etmemesi, daha da geç kalınmadan ilimizin üretime ve sanayiye ağırlık vererek genç nesillere istihdam ve kaynak oluşturması temennisiyle.

* * *

Merhaba, ben Muhammet PINAROĞLU. 1985 Bartın doğumluyum. İstanbul'da Türkiye’nin Önde Gelen Bir Katılım Bankasında Ticari Kredi İzleme Uzmanı olarak çalışıyorum. yazılarımla bartin.info'da sizlerle olacağım.