2014 yılında yapılacak yerel seçimlerin şimdiden ülkemize milletimize siyasilerimize, partilerine hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Ancak bu yapılacak olan yerel seçimlerin ne kadar yerel olup olmadığı konusunda ciddi tereddütlerim var
Genel başkanlar belediye başkan adaylarını tek tek açıklamaya başladılar, acaba bu adaylar siyasi partilerin belirlediği adaylar mı yoksa halkımızın istediği adaylar mı acaba?
Her şeyin Ankara’dan belirlendiği, adayların merkez yoklamalarla tespit edildiği, yerel örgütlerin bypass edildiği, göstermelik temayül yoklamaları, siyasi parti üyelerinin demokratik hak ve yükümlülüklerin unutulduğu bir düzlemde seçimlere gidiliyor.
Yıllardır yerel yönetimlerde belli bir siyasi partiye hizmet eden insanların, yerel seçimlerden hemen önce başka partilerden aday olmaları, bunu doğal bir gelişme olarak algılamaları, bence siyaseten de vicdanen de etik olmadığı kanaatindeyim.
Yerel seçim adı üzerinde yerel olmak zorundadır. Adaylar yerel olmalıdır. Programlar yerel olmalıdır. Yerel örgütler bu işin motoru olmalıdır. Üyeler ve demokratik katılım her yönü ile adaylara damgasını vurmalıdır. Karar verme mekanizması yerel olmalıdır. Seçimlerde öne çıkan sorunlar genellikle yerel olmalıdır yoksa, bu yapılacak olan seçimin adı YEREL olmaktan çıkar.
Yerel seçimler nedeniyle medyaya göz attığımızda siyasetin, iktidar ve muhalefet için bir çekişme alanı olduğundan başka bir şey gelmiyor akla. Daha seçimlere 4 ay gibi bir zaman varken siyasi parti yöneticilerinin kavgaları, sataşmaları, terbiyemin müsaade etmediği kelimeler halkımızın gözüne sokulmaya başladı bile, Bu denli kavga gürültü olduğuna bakılırsa siyaset kıymetli bir şey olmalı, demek ki siyasete katılan herkesin kendince elde etmek istediği bir getiri var. Siyasetin ne olduğunu anlamak için karışık tanımlara gerek yok. Zaten siyasetin okulu olmadığı için de, lacivert bir takım elbise beyaz bir gömlek güzel bir de kravat yeterli, bir de ağzın güzel laf yapıyorsa eğer senden daha iyisi yok, bunun için bir engelde söz konusu değil,
Şaka bir yana; kendi bildiğimizce dile getirelim.
Öncelikle siyasetin öznesi insandır. Siyaset insan için vardır. Vatandaş için vardır. İşsizine iş imkanı Aşsızına aş verme asıl gaye olmalıdır. Kısaca siyasetin başarısı, vatandaş ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Siyaset, duruma göre kısa / orta / uzun vadede yurttaş ihtiyaçlarını karşılayarak başarılı olur. Eğer sonuçta vatandaşın ortalama olarak elde ettiği sosyal veya ekonomik getiriler yoksa siyaset başarılı sayılmaz. Başarı değerlendirmesini her seçmen kendi yaşam standartlarına bakıp sonucu açıkça görebilir.
Özetle; siyaset, tarafların birbirini anladığı ve doğru iletişimin kurulabildiği bir alan olmalıdır. Başarı ardından gelecektir. İstenilen de bu değil mi ?
Bizleri yönetmeye talip olan insanların bu hikayeyi mutlaka okumasını istiyorum,
Zamanın birinde bir adam yaşarmış. Bu adamın hayatta tek isteği bir at sahibi olmakmış. Nitekim o zamanlar ulaşım zor, at değerli, adamsa inadına fakir. Adam azmetmiş çalışmış çabalamış. Ne iş olsa yapmış. Yememiş içmemiş kazandığını biriktirmiş. Yıllar sonra oturup biriktirdiği parayı saymış, hesabını kitabını yapmış. Parasının Bakmış ki parası iyi bir at almaya yetiyor. Ama almak istediği at öyle sıradan bir at değil. Bu yüzden bir sabah vurmuş torbasını sırtına köy köy kasaba kasaba gezip at aramaya başlamış. Kimi yerlerde gösterilen atları adam beğenmemiş kimi yerlerde gösterilenleri beğenmiş ama parası yetmemiş. Bir gün bir köyde hem isteği gibi hem de parasına uygun bir at bulabilmiş. Eller tutulmuş, pazarlık yapılmış velhasıl adam atı almış. Vakit kaybetmeden yola koyulmuş. Birkaç gün sonra bir yaya yolcuyla karşılaşmış. Yolcunun üstü başı perişan belli ki günlerdir aç, sefil yollarda. Atlı adam, yaya yolcunun haline acımış. Kendi azığında da pek bir şey olmamasına rağmen yiyeceğini yayayla bölüşmeye karar vermiş. Bir ağacın gölgesine oturup azığı yemişler. Gidecekleri istikamet de aynı olduğundan yoldaş olmuşlar. Adam atını terkisine almış. Konuşarak, söyleşerek yol almışlar. Akşam olmuş. Bir yere çekilip yatmışlar. Sabaha karşı adam nal sesleriyle irkilmiş. Gözünü açtığında yardım ettiği yaya yolcunun, atıyla beraber dört nala kaçtığını görmüş. Arkasından koşmaya çalışsa da yetişmesi mümkün olmamış. Soluk soluğa kalan adam derin bir iç çekip:
-Git demiş git. Ben seninle yoldaş oldum derdimi, tasamı anlattım sana, buna acımam. İki lokma azığımı bölüştüm buna da acımam. Yıllardır böyle bir atım olsun isterdim alıp kaçtın, ona da acımam. Yalnız benim içimdeki acıma duygusunu, merhamet duygusunu da alıp gittin işte buna yanarım demiş. Evet hikaye bu.
Ne diyelim;
Bizim oyumuzu alın, bizi yalan, yanlış vaatlerle oyalayın,
Bizi her türlü kandırın, ama ne olur bizim içimizden merhamet duygusunu almayın,
Çünkü gerçekten artık kaybedecek pek bir şeyimiz kalmadı.