TELKIRMANIN TARİHÇESİ VE BİR ÖYKÜ

17. yüzyıldan günümüze ulaşan bir el sanatı olan telkırma, o dönem kadınlarının başörtüleri uçuşmasın diye buldukları bir yöntem aslında. Başörtülerinin kenarlarına yaptıktan motifleri, ellerinde bulunan tellerle işleyerek kumaşa ağırlık kazandırmışlar. Yapılan işleme esnasında tel, doğası gereği, her adımda kıvrılıp hiçbir kesici âlet kullanılmadan kendi kendine kırdırıldığı için adı da "telkırma" olarak yerleşmiş.

İlk telkırmanın, Bartın Asma'da Kâtip Hasan kızı Hatice Ağaçkıran tarafından yapıldığı söylenir.

Gümüş, bakır, altın tellerle yüzyıllardır göz nuru ile işlenen motifler; genç kız çeyizlerinin vazgeçilmezlerinden olmuştur.

Unutulmaya yüz tutmuş el sanatlarımızdan olan telkırma, 20. yüzyıl sonlarına doğru ise yeniden hayat bulmaya başlamış ve günlük yaşamımıza girmiştir.

BİR ÖYKÜ (Telsarma)

Tel kırarken marifetli eller, biz de saralım der diğer yürekler; böylece tarihe geçerler.

Kıskanmış komşunun kızı; Asma'nın Haticesi kırıyorsa teli, sarar Ulus’un Nazmiyesi. Bakarken ağaca, dala, yaprağa, dökmüş içindeki özlemi kasnağa. Kıt kanaat kullandığı ata yadigârı kalemle çizmiş önce el tezgâhında dokuduğu ketene örneğini.

Almış eline telli iğneyi, başlamış teli sarmaya. Bülbül sesiyle de türküler şakımış, telsarma da böyle çıkmış ortaya.

Bartın'da kırmışlar, Ulusla sarmışlar. Sonra birleştirip maharetlerini, ünlerini dünyaya yaymışlar.

0 gününün imkânsızlıkları içinde ortaya çıkan bu zorlu el sanatına, bizler de bugün gereken katkıyı verebilir, tarihî motiflere yenilikler ekleyerek genç kuşaklara aktarabilirsek tarihe borcumuzu ödemiş, ahdi vefayı yerine getirmiş oluruz.

Yüzyıllar öteden gelen bu el sanatımız telkırma ve telsarma, bugünkü hayat şartlarında mesleğimiz, "İğnedeki Ekmeğimiz" oluyor.

Zamanın ne getireceğini bilemeyiz.
 
Ulaşılmazda ararken enerjiyi, elimizdeki değere vermeliyiz gerçek önemi. Tılsımdır her bir teli, emektedir görkemi. İster şal olarak alın omzunuza, ister örtü yapın masanıza. Çanta olsun kolunuza, eşarp başınıza, kemer belinize... düşleyin.  

Varsa merakınız, bir de sabrınız, alın telli iğnenizi elinize, siz de işleyin. Ama lütfen öğrendiğinizi de öğretin. Bu ölümsüz el sanatını doğmamış torunlarınıza tüm sevginizle, hasretinizle iletin.
 
Şu koskoca bir gerçek ki, ne var elimizde ecdadımızdan miras kalıp da satılmayan. Eh işte birkaç örtü der kimi, anneannemin, ninemin, özümün yüreği diye koklayarak saklar diğeri.  

Telkırmayı, telsarmayı yaşadığımız çağa uygulayarak, sandıklardan çıkarıp günlük yaşantımıza parlatarak sokmaya çalışmamın yegâne sebebi; soyumuzun devamı, şanlı geçmişimizin geleceğe taşınmasındaki yerimi alma emelidir.

Tel kırmanın da telsarmanın da nice yüzyıllara ulaşması dileğiyle... Çilekeş ama vakarlı, canım anneciğim Nazmiye Maşalı,  

Yaşarken kıymetini bilemediğim, doğurduklarıma yetmeğe çalışırken her çağırdığında yanına gidemediğim ama bir dediğini iki etmediğim, son nefesinde izlediğim, Yaratan'a gelin gönderdiğim anneciğim, ruhun şâd, mekânın cennet olsun.
 
TELKIRMA NEREDEN NEREYE  

Ey gidi günler, neler geçer, neleri göçer. Zaman tünelinde yaşanan her şey tıpkı mum gibi erir gider. Tek, sanattır elde kalan; bazen ağaçtır yontulan, bazen keten ipliğidir dokunan.

Bana ise telkırma yapmak anneannemden hatıra kalan. Okutulmamış, meslek sahibi olamamışsan, kalmamışsa bir avuç toprak, uğramamışsa hayatına hiç maaş, sigorta, kalmak zorundaysan ayakta, tutunacak bir dal olmalı yaşantında.

İmdattır her zaman zanaatın. Boşuna dememişler "İşleyen demir pas tutmaz, üreten insan aç kalmaz" diye.

Toprağa ekersin tohumu, sularsın, çapalarsın vakti gelince, biçer, öğütürsün değirmende... Yer verirsin sofranda; katığındır emeğin ekmeğine yemeğine. Nerede, nasıl başladı; anısı bende saklı.

Nur olsun öğrenip öğretenlerin dünyası, âhiret hayatı. Öğrendiklerim; beni, emanet biriciklerimi, geçmişimi, geleceğimi pırıl pırıl parlattı. Olmazsa olmazımız olan eğitimime tat, renk kattı. Daha da ötesi uyum sağlamaya çabaladığımız, teknolojinin hızına yetişemediğimiz bu çağda adımı, soyadımı marka yaptı.

İşim oldu, aşım oldu. İnanan, ardıma düşen kadınlara umut oldu. Hayata dair ne varsa sevdiğim, emek vererek bu noktaya getirdiğim "telkırma" altın bileziğim, şanım, şerefim oldu.

Yaşadığım sürece öğrenmek isteyenlere öğretmeyi, ardımda kalanlara bu zanaata gıpta ettirmeyi, yüreklere, akıllara saygıyla, sevgiyle, şerefle yerleşmeyi temenni ediyorum.

Şu hayatta bulduklarınız, umduklarınız olması dileğiyle...

DURUN, YENİ BAŞLADIM
Yeter artık tükendi gücüm
Sırtımdaki bir tek kendi yüküm.
Anam yok benim, babam da
Kocam da yok, ben boynu büküğüm.
Yerim yok yurdum da,evim yok, köyüm de...
Yaşıma   bakmayın   çok   küçükken, büyütüldüm.
Maaşım yok, sigortam da  
Bir kuru canım var benim
6 da emaneti Mevlamın  
Bakmayın bunca yokluğuma  
Aldanmayın, malsız, mülksüzlüğüme  
Mevlam var inandığım, sığındığım.
Güvendiğim, yoluna yoldaş olduğum  
Rabbim var benim, Yaradanım.  
Yüceler yücesi Biricik Allahım  
Kitabım var benim, rehberim  
Can yoldaşım, Kuranım.  
Varlığına, meleklerine, peygamberlerine,  
Kitaplarına, âhiretine, kadere inanırım.  
Duymam safsataları  
Bilirim Kur'anımın ışığını tamamlayacağını,
Türkiye Cumhuriyeti'nin ilelebet payidar kalacağını.
Onurlu yaşayışım, dik duruşum,  
Namerde boyun eğmeyişim hep bu yüzden
Batarım zaman zaman hemcinslerime,  
Taşıyamaz beni, değme erkeğim diyen bile.
Yaktılar canımı ama eğemediler belimi,
Ceket düğmelediler önümde, şaştılar bu işe.
Kimi, kim var arkanda diye bağırdı,  
Kimi izlerken yükselişimi, ağzı açık bakakaldı.
Hafife almayın yükseldim derken,  
Bugüne bugün Tescilli Marka'yım artık ben
Daha durun yeni başladım,
Rahat etmenin, gülmenin, huzurun
tadını anca aldım.
Alnı açık, yüzü ak, emeğinin karşılığını almanın,
İnsan gibi yaşamanın farkına vardım.  
Dokunmayın artık, dövdürmem kendimi,
İstemediğim sevmediğim koklayamaz tenimi.
Alamazlar elimden benim olan hiçbir şeyimi,
Vermem hak etmeyene yüreğimdeki yeri  
Olacak elbette gecelerin sabahı,  
Bunca haksızlığın var günahı, hesabı  
Alık alık bakıyorlar yüzüme,  
Cevap veremiyorlar kendilerine.  
Ben çoktan havale etmişim  
Üzüp ezenleri, canımı yakanları Rabbime...
Mutluyum, vicdanım rahat
Hesapsız versin Mevlam,
Sen bu garibe bir de o zaman bak
Bartın, 2004
 
HATİCE ANA
Bir elinde kasnak  
Diğerinde iğne var.  
Kadının elinin değdiği yerde  
Güneş hep doğar.  
Söyleyin bana insan  
Kendi canından nasıl bıkar.  
Evladım doyuran kadın  
Nice dağları aşar.  
Anneannemin kördü ışığı  
Kırıktı lambasının camı.  
Yanmazdı ateşi, soğuktu minderi  
Akardı evinin damı.  
Güçlü, olan, bir yüreğiydi, bir de bileği.  
Dedem savaşta şehit düşmüş  
Köyün ihtiyarları bizim konağa üşüşmüş.  
Aman demişler HATİCE ANA  
Toplayalım köy meclisini, alalım bir karar.  
Bu köyde el emeği, göz nuru  
Bir senin ocağında  
Çevrende oturan kızlarında var.  
Tütsün ocaklarımız, üretsin elleriniz  
Biz biçelim ekini, dolsun ambar, ambar.  
Uzun sürmüş davaları Sıkça düşermiş başlarından yazmaları.  
Gelin teli yetişmiş imdada  
Nakısa dalmışlar, atmışlar kazmaları.  
Bu dar, zor zamanda merak salmış  
Uyku tutmamış köyün kızlarını.  
Ne çile ama...
Erkeksiz köyde, kadın ırgatta, kız tel işlemede  
Geçivermiş yazları.
Bartın Ulus, 1990


Pendik Belediyesi 2016 Yıl Sonu Sanat Kurslarının dördüncüsü "Dokuma Sanatları Sergisi" Mehmet Akif Ersoy Sanat Merkezi’nde açıldı. Bir hafta boyunca açık olacak sergide 61 kursiyerin ellerinden çıkan 191 eser bulunuyor.
Buyurun bekleriz efedim...