Erkek ve kız çocukları arasında ayırım yapanları Peygamberimiz hiç hoş görmezdi. Bu şekilde bir davranış sergileyenleri uyarır, hatalarını düzeltmelerini sağlardı. Onun gözünde çocuğun erkeği kızı yoktu. İkisi de şefkate ve sevgiye muhtaçtı.
Maalesef günümüzde pek çok yerde çocuklar arasında kız-erkek ayırımı yapılıyor. Kız evlâdı, ya evlâttan sayılmıyor veya “Nasıl olsa gidicidir” diye erkek evlâdı gibi eğitim ve öğretimine önem verilmiyor.
İslâm öncesi Arap toplumunda, bir babanın kız çocuğu olması, onun için çok büyük bir ayıp ve utanç verici bir durumdu. Kız çocuklarını evlât saymamanın ötesinde insandan bile kabul etmezler, bir an önce vücudunu ortadan kaldırmak için bazı babalar, kız çocuklarını canlı canlı toprağa gömme gibi bir vahşeti gözlerini kırpmadan işlerlerdi. Bu toplumdaki bir babaya, “Kız çocuğun oldu” diye bir haberin gelmesi onun yıkılması için yeterdi. Çünkü onun için bundan büyük bir musibet olamazdı.
Kız çocuklarının evlâttan sayılmadığı, şefkatten öte, evde kız çocuğunun bir ayıp kabul edildiği bir devirde Peygamberimiz her vesileyle bu bâtıl âdeti yıkmış, mübârek hayatlarında da göstermişlerdi.
“Ebü’l-benât,” yani “kızlar babası” olmakla iftihar eden Peygamberimiz; bir, iki veya üç kızı olan ve bunlara sevgi ve şefkat göstererek büyütenlere Cenneti müjdelemişti. Bu husustaki hadislerin mealleri şöyledir:
“Kim iki kız çocuğu ergenlik çağına vardıktan sonra yanında kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı müddetçe, onlara iyi davranıp ihsanda bulunursa, kızları onun Cennete girmesine vesile olurlar.”
“Kim ki üç tane kız çocuğu olur da buna sabreder (yani çocuklarının kız olduğundan şikâyetçi olmaz) varlığından onları yedirir, içirir ve giydirirse kıyamet günü o kız çocukları onun Cehennem ateşine perde olurlar.” (İbni Mace, Edeb, 3)
NİÇİN KIZ-ERKEK AYRIMI YAPTIN?
NİÇİN KIZ-ERKEK AYRIMI YAPTIN?
Peygamberimizin Zeynep, Ümmü Gülsüm, Rukiyye ve Fâtıma adında dört kızı vardı. Hz. Fâtıma Peygamberimizle daha çok birlikte idi. Çünkü diğer üçü daha önce vefat etmişlerdi.
Hz. Fâtıma Peygamberimizi ziyâret ederdi. Huzuruna varınca Peygamberimiz sevgili kızının ellerinden tutar, alnından öper ve yanına oturturdu. Peygamberimiz bazen de Hz. Fâtıma’yı ziyaret eder; Hz. Fâtıma da ayağa kalkar, muhterem babasını karşılar, ellerinden tutar, öper ve kendi yanına oturturdu.
Peygamberimizin kendi çocuklarına gösterdiği şefkati diğer çocuklardan da esirgemezdi. Cemre binti Abdullah anlatıyor:
“Babam elimden tutup beni Resulullah’a götürdü ve ‘Şu kızım için Allah’a bereket duâsı edin’ dedi. Resulullah da beni kucağına aldı, sonra elini başıma koydu ve bereketle duâ etti.”
Halid bin Said, Peygamberimizi ziyârete geldiğinde yanında küçük kız çocuğu da vardı. Habeşistan’da doğduğu için Peygamberimiz ona ayrı bir yakınlık gösterirdi. Bir ara çocuk kalktı, Peygamberimizin peygamberlik mührüyle oynadı. Babası müdâhale etmek istedi; fakat Peygamberimiz çocuğun kalbinin kırılmaması için babasına engel oldu. Serbest bırakmasını istedi.
Enes bin Malik anlatıyor:
Peygamberimizin yanında bir adam oturuyordu. Bir ara adamın erkek çocuğu geldi. Adam çocuğu aldı, dizlerine oturttu. Az sonra bir de kız çocuğu geldi. Onu da yanına oturttu.
Peygamber Efendimiz adama sordu: “Niçin ikisini bir tutmadın?”
Erkek ve kız çocukları arasında ayırım yapanları Peygamberimiz hiç hoş görmezdi. Bu şekilde bir davranış sergileyenleri uyarır, hatalarını düzeltmelerini sağlardı. Onun gözünde çocuğun erkeği kızı yoktu. İkisi de şefkate ve sevgiye muhtaçtı.
BİR DUA
Lütfunla kusurlarımızı bağışla
Ey Rabbimiz! Üzüntüden, tasadan, cimrilikten, açlıktan sana sığınırız. Bizi nefislerimizin şerrinden koru. Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaptıysak bundan dolayı bizi sorumlu tutma. Takat getiremeyeceğimiz şeylerle bizi yükümlü tutma, bizi affet, lütfunla kusurlarımızı bağışla, bize merhamet et. Şüphesiz ki Sen, merhamet edenlerin en merhametlisisin.
ALTIN ÖĞÜTLER
Haram ve helale dikkat et
Bahâüddîn Nakşibendi Hazretleri anlatıyor:
Yenilecek bir gıda, bir yiyecek, her ne olursa olsun gafletle, öfke ile veya istemeyerek hazırlanmış ve tedârik edilmişse, onda hayır ve bereket yoktur. Zîrâ ona nefs ve şeytan yol bulmuştur. Böyle bir yiyeceği yiyen kimsede, mutlaka feyiz ve huzurunu bozacak bir netice meydana gelir. Gaflete dalmadan yapılan ve Allah Teâlâ’yı düşünerek yenen helâl ve hâlis yiyeceklerden hayır meydana gelir.
İnsanların hâlis ve sâlih ameller işlemeye muvaffak olamamalarının sebebi; yemede ve içmede harama, şüpheli şeylere ve kul haklarına dikkat etmemeleridir. Her ne hâl olursa olsun, bilhassa namazda huşu ve huzur hâlinde bulunmak, zevkle ve gözyaşı dökerek namaz kılabilmek; helâl lokma yemeye ve yemeği Allah Teâlâ’yı hatırlayarak pişirip O’nun huzurunda imiş gibi yemeye bağlıdır. Vücûdu haram lokma ile beslenmiş olan bir kimse, namazdan bir neşve duyamaz.
HADİS BAHÇESİ
Yaptığımız işler bizi cennete götürmeli
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Ölen kimseyi peşinden üç şey takip eder: Aile çevresi, malı ve yaptığı işler. Bunlar ikisi geri döner, biri ise kendisiyle birlikte kalır. Aile çevresi ve malı geri döner; yaptığı işler kendisiyle birlikte kalır.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)
Hadisin verdiği mesajlar
1. İnsanın ölümünden sonra ailesi, yakınları, malı ve mülkü dünyada kalır. Bunlar hayırlı ise, kendisinin sevabının devamına vesile olabilir.
2. Ölen kimsenin amelleri, yani iyi ve kötü davranışları onunla birlikte kabre girer. Bunlar, o kişinin ahirette mutluluğuna veya ceza görmesine sebep olur.
3. Bir mümin, dünya-ahiret dengesini iyi kurmalı, gününün belli bir kısmını da ahireti için yatırıma ayırmalı.
BİR NÜKTE
Tefekkür şart!
Kalbin yumuşamasının en önemli vesilesi, tefekkür etmek ve kâinatı ibret nazarıyla süzmektir. Tefekkür sayesinde, kalp nurlanır, vesvese ve şüphelerden sıyrılır. Aksi hâlde, okumayan, düşünmeyen ve kendini yenilemeyen kimseler, sararır solar ve savrulur giderler. Bu itibarla, ülfete düşmemek ya da düşme eşiğinde bulunanları oradan çekip almak için sağlam bir tefekkür şarttır.
BİR HATIRLATMA
Akrabalarla ilişkiyi kesmek günah mıdır?
Günümüzde, özellikle kişisel çıkarlar ön planda tutuluyor ve herkes “kendi yağıyla” kavruluyor. Böyle bir devirde İslâmiyetin sıla-i rahmi, yani akrabalar arasındaki münasebetlerin sağlıklı bir şekilde devamını farz kılmasının ne kadar hayatî bir önem taşıdığı bir defa daha ortaya çıkıyor.
Kur’ân-ı Kerimde akrabaya iyilik etmek, Allah’a, Resulüne ve anne-babaya itaatten sonra zikredilir. Bu ise, mü’minin üzerine büyük bir sorumluluk getirir. (İsrâ Sûresi, 26)
İRTİBATI KOPARMAYALIM!
Akraba ziyaretlerini değişik şekillerde devam ettirmek mümkündür. Yakında ise fırsat buldukça ziyaretlerine gitmek, hal ve hatırlarını sormak, gerektiğinde yardımlarına koşmak, ihtiyaçları varsa elden geldiği kadar gidermeye çalışmak; uzakta ise telefonlaşmak, mektuplaşmak veya selâm göndermek gibi yollarla ilişkiyi devam ettirmek gerekir.
Bu bağ, kişinin hem dünyası, hem de dini için önemlidir. İnsanın rızkının bereketlenmesi ve ömrünün nurlanması bakımından apayrı bir yeri olduğu gibi, âhirete ait mükâfatı ve sorumluluğu açısından da ihmal edilmemesi gereken bir görevdir. (Buharî, Edeb, 12)
- - - - -