Türkiye'nin jeopolitik konumu, tarihsel misyonu ve coğrafyasında meydana gelen gelişmelere karşılık olarak soğwuk savaş döneminde olduğu gibi ince bir politika gütmesi, bağımsız kararlar alıp çıkarları doğrultusunda politikalar geliştirmesi ve dış politikasını hassas bir denge sistemi üzerinde kurarak bunu da güvenlikle birleştirmesi hem menfaati hem de en doğal hakkıdır. Enerji ve teknoloji transferi ekseninde başta Rusya ile bu uğurda yakınlaşması da zaruret mucibindendir.
Türkiye, enerjide hem pahalılık hem de dışa bağımlılıkta sıkıntı çeken bir ülke.
Günlük doğalgaz tüketimi şu an için 250 milyon metreküp, ileri vadede hedeflenen ise 400 milyon metreküptür.
Enerji ithalatına 2016 yılında 27 milyar dolar, 2017 yılında ise 37 milyar dolar para sarfetmiştir. Bu işin uzmanları da önümüzdeki on yıl içinde 120 milyar dolarlık bir yatırımın daha yapılmasının gerekliliğini öngörmektedir.
Çünkü enerji giderleri, döviz kurlarındaki artış ve enerji ihtiyacındaki açıkla bir yandan maliyetleri artırmakta diğer yandan enflasyonu tetikleyerek ülke ekonomisinin olumlu gidişini baltalamaktadır.
İşte bu ihtiyaç ve uzun vadeli enerji politikası geliştirilmesinden mütevellid Türkiye, Mersin'de Rusya ile 20 milyar dolar maliyetli Akkuyu Nükleer Güç Santrali'ni yapıyor. İlk güç ünitesini de 2023'te, yani Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100. yıl dönümünde açmayı planlıyor. O tarihten sonra da nükleer enerji teknolojisinin elde edilmesi ve daha ileri vadede ise kendi milli santrallerin inşaa edilmesinde önemli mesafeler katetmeyi tasarlıyor.
Öte yandan kurulacak Akkuyu santralinin, Türkiye'nin kullandığı enerjinin yüzde 10'u kadar üretim yapacak olması bile bu tür santrallerin ülke için ne derece ehemmiyetli olduğunu bize gösteriyor.
Ortadoğu'da yaşanan savaşların ve işgallerin en temel nedeninin enerji olduğu hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Büyük devletlerin stratejilerinde enerji her zaman en öncelikli meseledir.
Bunun delili de dünyada bulunan 438 nükleer santralin 30 ülkede bulunması ve 42 nükleer santralinde inşaatının devam ediyor oluşudur. Bir de 2030 yılına kadar daha 164 reaktörün yapılmasının planlanması söz konusudur. Diğer yandan 2035 yılına kadar Nükleer Enerji Santralleri'nde yüzde 58 oranında artış olacağı tahmin edilmektedir.
Kullanılan Nükleer Enerji Santralleri'ninçoğuda, gelişmiş Batı devletleri ve ABD gibi dünya siyasetine yön veren ve teknolojiyi elinde bulunduran ülkelerdedir. Yani hem dünyayı yöneten hem de yönetiminde söz sahibi olan ülkelerdedir.
Bu kadar çok Nükleer Enerji Santrali'ne sahip olan ülkelerin, hala daha yeni ve modernlerini ilave olarak açarlarken, Türkiye'ye açmaması gerektiğini öğütlemeleri, bu enerjinin güvenli ve doğayla barışık olmadığını vurgulamaları son derece ilginçtir?
Ülke olarak Türkiye'nin, enerji ihtiyacı ve gereksinimi bir yana, böylesi bir stratejik planlamanın dışında kalması bile ileri vadede milli menfaatler doğrultusunda siyaset izlemeyi zorlaştırır, ulusal güvenliği riske atar.
Bu bakımdan Pakistan örneğinde olduğu gibi, bedeli her ne olursa olsun bu teknolojinin ülkeye girişinin sağlanması, nükleer fizikçi, mühendis, tekniker ve uzmanlar yetiştirilmesi elzemdir. Hatta bu alanda dünya ölçeğinin ötesinde teknoloji geliştirecek güce zaman içinde muhakkak ulaşılmalıdır!..
Çünkü Nükleer enerjinin kullanım alanı son derece geniş ve stratejiktir. Ülke ekonomisinin gelişimi, enerji ithalatının azaltılması, sürekli olarak artan elektrik enerjisi talebini karşılamasının yanısıra, uzay teknolojisi, uçak sanayii, askeriye, tarım, biyoloji, bilimsel araştırma, tıp ve kanser hastalıklarının tetkik ve tedavisi gibi daha birçok çeşitli alanlarda kullanılmaktadır.
ABD'nin 104, Rusya'nın 31, Fransa'nın 59, Japonya'nın ise 55 nükleer santrali olmasına rağmen, ABD ve Rusya'nın hala daha nükleer enerjiye yatırım yapmasını görmezden gelen bir kesim ise, Ermenistan'ın bile nükleer enerji santraline sahip olduğu bir dünyada Türkiye'nin santral kurmasına karşı çıkması ve eleştirmesini anlamak mümkün değildir.
Entel, çevreci ve duyarlı geçinen oysa burnunun ucunu dahi göremeyen, muhakeme yeteneğinden yoksun bu kesim neye ve kime hizmet ettiğinin farkında değildir.
Namluların bize yöneldiği bir dönemde Türkiye düşmanlarına paralı bekçilik, kiralık kalem nöbetçiliği, tasmalı siyasi sözcülük yapanlar, içeride sürekli sorun üretenler, basiretsiz ahlak yoksunları, bilindik istemezük tayfası, herşeye karşı olanlar tabiatı ve zihniyetleri gereği nükleer santral Akkuyu'ya da karşılar.
Yine Batı destekli bazı STK'lar ve ülkede yapılan her güzel şeye, her yeni gelişmeye karşı olan, muhalefet adı altında sadece tenkid eden, eleştiren siyasi partiler, ülkenin âli menfaatlerini değil, Batı'nın borazanlığını yapıyorlar.
Böylesine stratejik önemi olan bir projeyi hükümet karşıtlığına feda ediyorlar.
Avrupa'daki bazı ülkelerin birinci nesil ve ömrünü tamamlamış, süresi dolmuş nükleer santrallerin kapatma planlarını öne sürerek toplumu yanıltıyor, kamuoyunu yanlış yönlendiriyorlar.
Dünyanın ekolojik dengesini bozan, nükleer enerjiden nükleer silah üreten, bununla da insanlığı tehdit eden egemen güçlere tek laf etmezlerken, nükleer enerjiden enerji ihtiyacındaki açığı kapatmayı öngören Türkiye'yi, yani ekmeğini yiyip, suyunu içtikleri ülkelerini devamlı olarak aşağılamaları, ülkeye sınıf atlatacak Nükleer Enerji Santralleri'ni güvensiz, insan ve doğa yaşamını tehdit eden kirli teknolojiler olarak nitelendirmeleri son derece manidardır.
Türkiye'nin yaklaşık olarak 60 yıllık nükleer enerji elde etme gayreti, derinlemesine güvenlikli, çok kademeli emniyet sistemli ve çevre ile uyumlu Akkuyu projesi ile nihayet sone erecek. Bu zamana kadar yaptırılmayan bu projenin yapılmasını sağlayanlara minnettarlığımızı belirtir, memleketimize ve milletimize hayırlar getirmesini dileriz.