Altın değeri itibarıyla olması gereken yerde kuyumcuda en güzel yerde olmalı ve yeri orasıdır.

Altın bit pazarında, mahalle pazarında sergilenmez ve satışa sunulmaz sunulursa kuşku uyandırır.

İnsanlar şüphelenir acaba sahtemi diye düşünür.

Has altında olsa kuşkuyla bakarlar.

Altının burada pazarda işi ne diye akıllara gelir.

Merak edip acaba diyerek bakan çok olur amma alıcısı olmaz.

Altın pazarda tezgaha düşmekle kalitesini yitirmez fakat değerini yitirir.

Altın çamura düşmekle bakır madeni gibi, teneke gibi paslanmaz.

Altın ın kiymetini sarraf bilir.

Altın kuyumcuda vitirinin en güzel yerinde yani olması gereken yerde degilse,

İş ehlinin elinde değil demektir. Hele semt pazarına tezgaha düşmüsse sarraf sarraf değil muhtemelen hurdacı demektir. 

İnsan da bir cevher, bir mücevher değil midir?

Her şeyin sahtesinin olduğu günümüzde insanın da sahtesi bozuğuda vardır ve olmaya da devam edecektir.

Buna rağmen bizler aynı delikten tekrar tekrar ısırılmadan yolumuza devam ederken konumumuza ve yerimize dikkat etmeliyiz.

İnsan bulunduğu göründüğü çevreye göre bakılıp değerlendirilir.

Sen kendi değerini kiymetini bilmezsen kimse senin değerini kıymetini bilmez.

Eğer değerli kıymetli isen kıymetinin bilindiği yerde olman gerekmez mi?

Olman gereken yerde olmazsan altın olsan dahi sahte olarak bakılacaksın

Yoksa orada  ne işi var denir.

Sen kendin için karar vermezsen başkaları senin için kendi isteklerine göre ve istedikleri gibi karar verirler

Sen ancak yaşamak zorunda kalırsın kader, kaderim demekte tesellin olur.

Merhum hocamız demişti ki "seçmesini bilmeyenin şikayet hakkı yoktur".

Sanırım altın hurdacıya dolayısıyla tezgaha düşmüş, ya da sahibinin gözünde değeri ederi o kadar.

Bizler insanız.

Çok değerli olan Eşref-i Mahlukat (Yaratılmışların en şereflisi) insandır.

Bundan dolayı insan ve insani değerleri pazar tezgahına düşürmemek lazım.

Bu kadar değerli olan çok zor yetişen insan ve insani değerlerimizi malesef çok çabukta harcıyoruz.

Ve yine zor kurulan, kazanılan dostlukları ne yazik ki çok çabuk kaybediyoruz.

Çok faydası olmakla birlikte, çokta zararları olan teknolojı devrinde kültür ve değerlerimizden uzaklaştığımızın, bir birimizden koptuğumuzun hepimiz farkındayız.

Televizyon dizilerinin de tetiklemesiyle ailede iletişim ve birliktelik yani aile olabilmenin zorlugunu yaşıyoruz.

Birbirimizi anlayamama, anlamama, bir birimizi olduğumuz gibi kabullenmeme sen mi ben mi yarışması içinde malesef tükenip gidiyoruz.

Sosyal olmak adına toplumdan kopuk.

Lütfen tabirimi mazur görünüz (Ruhlu robotlar) A sosyal hale geldik.

Bir birimizin başarısını tebrik edeceğimiz yerde haset ve hırsımıza yenik düşerek

Malesef kıskançlık krizine girip ayak oyunlarına başlıyoruz.

Kendimize yapılmasını istemediğimiz bir durumu,

başkasına reva görebiliyoruz ve bu doğru değil, olmamalı da.

Peki bizler kendimizi nasıl ve neye göre firenleyeceğiz ya da frenleyebilecek miyiz?

Bu konuda ölçümüz nedir, ne olmalıdır?

İnsan okumuş ve kariyer sahibi olabilir, fakat insani vicdani duygulardan, kaliteden mahrum ve yoksun ise kaybedecek birşeyi kalmamıştır.

Ondan ne millete ne devlete fayda gelmez

Değerli dostlar fitnenin ve hainliklerin zirve yaptığı şu zor dönemlerde sevgi, saygı ve hoşgörüye ne kadar ihtiyacımız olduğunu anlamış olmalıyız.

Söz konusu vatan diyerek hain ve hainliklere karşı kenetlenme safları sıklaştırma zamanıdır.

Bu vesileyle tüm şehitlerimizi rahmetle anarken gazilerimize acil şifalar dilerim.

Allah tüm güvenlik güçlerimizin yar ve yardımcısı olsun.

Devletimize milletimize zeval vermesin,

Sevgili dostlar.

İnsanı, insanlığı, dostu, dostluğu, güzeli ve güzellikleri tezgaha düşürmeyelim, inşallah.

İnsan kolay yetişmiyor. Kolay olarakta harcanmamalı.

Ne için olursa olsun, satan da satılan da olmamaya gayret edelim.

Yarınlarınız bugünden daha güzel olsun.

Dostça selamlarımla...

Bahri Akalın