Dünyada yapılacak olan bir değişiklik, sadece bir büyük devletin tek yanlı iradesiyle değil, diplomasiyle, demokrasiyi esas alarak, adaletle yapılabilir. Ancak ABD'liler uluslararası politikayı bir güç ve iktidar mücadelesi arenasına çevirmişler. Güç onlar için geçmişte de ilk amaçtı, şimdi de öyle. Tarih boyunca gücün etkisi ne denli doğru idi ise, bugün için de aynı şekilde öyle devam ediyor. Çıkar bitti mi, orada şiddet ve güç başlıyor. Onun da yöntem ve teknikleri farklı oluyor.
ABD, çoğu zaman geçmişte olduğu gibi, egemen devletlere karşı, çıkarları için saldırmaktan başka bir davranış biçimi göstermiyor. Gücünü, işbirliği için bir türlü kullanmıyor. Amacına ulaşmak için, terör örgütleri dahil her yolu deniyor, her yöntemi kendine mübah görüyor. ABD'nin olduğu yerde, güç mücadelesinden başka bir seçenek olmuyor. Ahlaki ve hukuki sınırlamalar da ABD'nin, devlet olarak davranışlarını ve politikalarını değiştirmeye yetmiyor.
Bilindiği gibi uzun süreli olarak dünyanın tek ülke tarafından idare edilip, yönetilmesi çeşitli sorunlar doğurmuştur. Uluslararası ilişkilerde ve meselelerde hiçbir zaman eşit ve adil olmayan ve asla adaletiyle gündeme gelmeyen Amerika, adeta sırtlanların avlarına yaklaştıkları vahşilikle paralel düzeyde, başka ülkelerle olan münasebetlerini sürdürmeye çalışmaktadır. Sicili lekeli olan ABD, söz verir, sözünde durmaz, akrep gibi ne zaman sokacağı belli olmaz, kural ve hukuk tanımaz, belirli bir nizam ve sistem içinde hareket etmez, varlığı ve uluslararası politikalarıyla küresel barışı tehdit eder yönüyle ciddi anlamda sorun teşkil etmektedir. Kendisini hala dünya jandarması olarak görerek, kuralları kendisi koymakta, teftişini kendisi yapmakta, hükmü de kendisi vermektedir.
ABD şimdilerde oldukça sabırsızlanıyor. Çünkü, artık Türkiye, kendisine göre gittikçe kontrolden çıkıyor. Suriye ve Irak'ta toprak bütünlüğünün korunması için varlığını hissettiriyor, bölgede Rusya, İran ve Irak'la birlikte hareket ediyor. Silahlarını kendisi üretiyor, ürettiklerini bağımsız olarak satıyor. Stratejik konumunu, enerji transfer merkezi haline getiriyor, İslam dünyasındaki ağırlığıyla güç dengelerini değiştiriyor. Dolar ödemeli küresel sistemde, İran'la yaptığı ticaretle surda büyük bir gedik açıyor. Hatta bir adım daha ileriye giderek, Çin, Rusya gibi küresel devlere ve müttefiklerine, ticaretin yerel paralarla yapılmasını öneriyor.
Böylesi bir girişimi, diğer ülkelerin de benimsemesi durumunda dolar büyük oranda tedavülden çıkartılabilir ve bu durum bile ABD'nin ekonomik dengelerini allak bullak ederek, bütün dengelerini bozabilir.
Diğer yandan Türkiye, İran'la ticaretinde geliştirdiği formülasyonla sadece ABD ambargosunu delmiyor, aynı zamanda ABD'nin bütün karizmasını da çiziyor. İşte tüm bu yaşananlar ABD'nin, Ak Parti iktidarı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı hedef tahtasına koyması için yeterli sebeplerdir. Kendisine diş gösterip, söz dinlemeyen Türkiye'ye, hem gücünü gösterip, hizaya getirmek, hem de bu gidişatına dur demek için bir ayar vermek istiyor.
Gezi Parkı eylemleri, 17-25 Aralık hadiseleri, 15 Temmuz Darbe kalkışması gibi teşebbüslerin arka planında Amerikalı Conilerin olduğu biliniyor. Şimdi bunlara, ABD'nin Güney Bölge New York Federal Mahkemesi'nde görülmeye başlanan Reza Zarrab davası da eklendi. Kesinlikle bu dava, Türkiye'ye karşı yürütülen siyasi ve ekonomik sindirme operasyonlarının bir parçasıdır. Amerika bu kez prestijini korumak ve gücünü ispat etmek için, dava sonucunda Türkiye'ye bir ceza da kesecektir.
Amerika'dan bize stratejik bir müttefik olmayacağı âşikardır. Çünkü Amerikalıların topraklarımızda gözü var, niyetleri kötü. Türkiye'yi bölüp, parçalamadan rahat edeceğe benzemiyorlar. Zaten Türkiye'nin lehine olacağı düşünülen, darbe faili Fethullah Gülen'in iadesi gibi meselelerde işi ağırdan alıp, hukuku bahane ederken, Türkiye'nin aleyhine olacağı düşünülen, Zarrab davası gibi meselelerde ise netice almak için ivedi bir şekilde hareket ediyorlar. Her durumda Türkiye'ye karşı düşmanca politika izliyorlar.
Federal Mahkeme de görülen Zarrab davası, dokuz sanıkla başlamasına rağmen sanık sandalyesinde sadece Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla kaldı. Daha büyük bir suçun ortaya çıkartılması için, sanığı olduğu davanın bir anda tanığı oluveren Zarrab'ın savcılıkla bir anlaşma yaptığı da kesin. Ancak Türkiye bu mahkemeye itibar etmiyor. Dolayısıyla ABD, kurduğu bu mahkemeyle Türkiye'yi mahkum edemez belki ama, yaptığı her celse ve oturumda, ülkenin ekonomik dengeleri zarar görebilir. Ortaya atılan her yeni iddiayla, döviz ve faizler yükselerek, borsa değer kaybedebilir.
Pekala, tüm bunlar yaşanırken CHP ne yapıyor, ülke için ne tür bir politika izliyor?
CHP sayesinde şirazesi bozulan siyasetin, artık çığırandan da çıktığı görülüyor. Batılıların Türkiye borazanlığını yapan CHP, girdiği her yeri bozduğu gibi, Türk siyasetinin de temelini dinamitliyor. Türkiye'nin milli menfaatleri söz konusu olduğunda, dış dünyaya karşı ülkesini savunup, müdafaa edeceği yerde, bilakis hükümeti suçluyor.
Haçlı zihniyetinin Türkiye aleyhine çalışmalarına, koro halinde memleketimize yönelik hücumuna, gereken cevabı vermediği gibi, aksine hükümeti eleştirip, sâbık bakanlarla beraber suçlu bularak, toplumsal barışı ve kaynaşmayı baltalıyor. Memleketin birlik ve beraberliğinin sağlanması yönünde destek olacağı yerde, aksi hareket ederek, böyle bir zamanda köstek oluyor. Ulu önder Atatürk'ün kurduğu CHP acınacak bir halde ve hepimizi yaralıyor.
Memleketimizin zor dönemden geçtiği şu hassas süreçte, Amerika'nın başı çektiği, emperyalist haçlıların planlı taarruzlarına karşılık, İslam dünyasının gözbebeği, din, dil, ırk ayırımı yapmayan, tüm dünya mazlumlarına kucak açan, tüm insanlığı kucaklayan, güzel ülkemiz Türkiye'nin ve seçilmiş lideri Erdoğan'ın yanında durmak, herkesin bir vatandaşlık görevidir.