İngiltere'nin, Ortadoğu coğrafyasındaki politikalarının temeli, bölgenin kaynaklarını ele geçirip ekonomik, siyasi ve askeri yönden, Güney Doğu Anadolu Bölgesi'nden Basra Körfezine kadar uzanan coğrafyayı nüfuz altına almak, denetleyip, sömürmekti. İkinci Dünya Savaşından sonra ise süper devlet olarak ortaya çıkan ABD, İngiltere'nin bu Ortadoğu mirasını devraldı. Aynı talan, karışıklık ve çıkar politikalarını sürdürüp, bölgede terör örgütleri icat ederek, coğrafya ya giriş için kendine vize çıkarttı.
Çünkü bu bölge tamamen enerji rezervlerinin üzerinde bulunmakta, bir tarafı Orta Asya, diğer tarafı Afrika'ya açılmaktadır. Bu özelliği nedeniyle de ABD'nin jeopolitik ilgi alanına girmekte, bölge topraklarını kontrol altında tutmaya çalışmaktadır.
ABD’nin, Ortadoğu'da Kürtleri hatırlaması ve onlara ilgi duyması da son derece ilginçtir...
ABD bölge ülkelerine yönelik politikalarını işler hale getirebilmek, oraları dizayn edebilmek gayesiyle Kürtlere sıcak ilgi göstermiştir.
Özellikle 1958 sonrasında uluslararası arenada yegane rakibi olan SSCB'nin yani Rusların Ortadoğu'da yayılma politikası ve Irak’la kurduğu yakın ilişkiden duyduğu endişe nedeniyle, Kürtlerden yararlanabileceğini keşfetmişti. Bilhassa 1972 yılında SSCB/Rusya'nın Irak'la "Dostluk ve İşbirliği Anlaşması" imzalamasından sonra Kürtlere daha çok yaklaşmış ve Irak'lı Kürt lider Molla Mustafa Barzani ile yakın temas kurmuştu.
Molla Mustafa Barzani'de ABD'li yetkililere; "kendilerinden başka güvenebilecekleri bir partnerleri olmadığını, kendilerine destek verilmesi halinde Irak'ta ayaklanma çıkartabileceklerini" ifade etmişti.
Dolayısıyla ABD, Ortadoğu'ya Rusların etkisini kırmak, Irak'ın da Doğu Bloku'na yanaşmasını engelleyip, cezalandırmak adına Kürtleri kullanmak istemişti.
Sonuçta Molla Mustafa Barzani, ABD'nin desteğine güvenerek 1974 yılında büyük bir ayaklanma başlattı. Fakat Barzani'nin hesap edemediği önemli bir ayrıntı, Irak'ın tekrar Batı yörüngesine girmesi durumunda, Kürtlerin gözden çıkarılabilme olasılığıydı...
Nitekim gelişmelerde aynen böyle oldu..
Bölge devletleri kendi aralarında anlaşıverince, ABD Kürtlere verdiği desteğini kesti. Irak devleti karşısında Kürtleri savunmasız bıraktı. Irak rejimi de ayaklanmayı, 50 bin kişiyi katlederek çok feci bir şekilde bastırdı. Bu tutumuyla ABD Kürtlere özgürlük değil, bilakis kan ve ölüm getirdi.
Ardından 1990 yılında Irak devletinin Kuveyt’i işgal etmesiyle ABD, unuttuğu Kürtleri yeniden hatırlayıverdi.
ABD'nin desteği ve teşvikiyle Kürtler bir daha ayaklandılar. Fakat bu kez hadiseler Kürtlerin lehine gelişiyordu.
Bu ayaklanma neticesinde Kürtler, Kuzey Irak Bölgesi'nde 1992 yılında seçim yaparak bir parlamento oluşturdular. Bağımsızlık ilan etmeyi arzuladılarsa da, bunu ABD engelledi. Çünkü ABD'nin planları Kürtlerin beklentilerinden farklı olduğundan bu durumu onaylamadı. Zaten ABD, Kürtleri sadece bir araç olarak kullanıyor, kontrolünden çıkmasını hiç istemiyordu. Dolayısıyla bağımsız bir devlet oluşumuna sıcak bakmıyor, yolda giderken yine otobüsten iniyordu.
Kuzey Irak Kürtlerinin 25 Eylül 2017 tarihinde, ABD'nin gazına gelerek yaptıkları bağımsızlık referandumu da tam bir fiyaskoyla neticelendi. ABD'ye duyulan sonsuz güven ve itimad hissinin bedeli Kürtler için çok ağır oldu.
Kürtlerin bağımsızlık çıkışı, ABD'nin arka durmaması ve son dakika manevrasıyla sonlanıverdi.
ABD; Rusya, Türkiye, İran ve Irak denkleminin karşısında olmak istemedi ve çark etti.
Kürtler ise Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan oldu. Kendi aralarındaki birlik ve beraberlikleri de bozuldu. Türkiye ve İran'la ilişkileri yara aldı. Ekonomik ve siyasi krize girildi.
ABD 1990'lı yılların başlarında PKK ile de yakın temaslar kurmuştu. Türkiye’nin kendi ekseninden çıkmasını engellemek ve bölgedeki nüfuzunu devam ettirmek maksadıyla terör örgütünden faydalanma siyaseti gütmüştü. Örgütün kontrolünü Ruslara kaptırmak istememişti.
Esasında ABD'nin PKK'ya verdiği desteğin arka planında, Kürtlerin ve ideallerinin benimsenmesi değil, çıkarları gereği Türkiye’nin çok önemsenmesi yatmaktadır.
Ne varki ABD'nin, Türkiye ve Rusya ile olan yeni ilişki boyutu, bir zaman sonra PKK'ya olan dolaylı desteğini sonlandırdı. Nihayetinde Türk devletiyle işbirliği yaparak 15 Şubat 1999 tarihinde bölücü başı Abdullah Öcalan'ı Kenya'da yakalatıp Türkiye'ye teslim ettirdi.
Görüldüğü üzere ABD, çıkarları doğrultusunda her zaman, herkesle pazarlık ve görüşmeler yapabiliyor, Kürtleri her seferinde yüzüstü bırakıveriyordu.
Şimdi tarih Suriye'de yeniden tekerrür ediyor..
Tren Soyguncuları, şimdi aynı oyunu Suriye'de sahneye koyuyor. Arka planda, yani rejide yine ABD var. Kürtleri yine aynı gaye ile, yani bağımsızlık şekeriyle kandırmaya çalışıyor. Senaryoda yaptığı ufak tefek rutuşlarla aynı oyunu sürekli izlettiriyor.
Şu an sınırın öte tarafında 32 bin terörist olduğu iddia ediliyor.
ABD, Türkiye'ye dahi vermediği ağır silahları, PKK/PYD-YPG'li teröristlere veriyor.
Onları, Suriye'deki kara ordusu gibi değerlendiriyor. Piyon olarak sahada istediği yere sürüyor.
Hülasa Kürtleri bir ölüm makinası gibi görüyor, bomba gibi kullanıyor.
Hiç şüphesiz bağımsız bir devlet kurma hayalinde olan Kürtlerin, bu coğrafyada yaşayan herkese daha büyük acılar yaşatacağı bir hakikattir. Çünkü ABD tarafından hala Ortadoğu coğrafyasında, ulusal varlığı olan devletlere karşı yıkıcı bir silah gibi hedefe doğrultulmaktadırlar. Nereye güdümlenirlerse orayı hedef yapıyorlar.
Kürt toplumunun yaşadığı bölgelerdeki güvenlik sorunu, ekonomik ve sosyal sorunlar, ayrıca temsil haklarının olmayışı, Irak ve Suriye'de uygulandığı üzere kimlik sahibi bile olamayışları onları emperyalist ülkelerin kucağına itiyor. Gelinen bu noktadan sonra bölgede, Kürtler olmadan ilerleme sağlamak yahut sühuleti tesis etmek hiçte kolay görünmüyor.
İşte bu durumlardan dolayı Kürt toplumunun sesine kulak verilip, sahiplenilmesi ve sorunlara birlikte ortak çözümler aranması gerekir.
Kürt toplumunun kurtuluşu ise; Emperyalist ve Siyonist Batı dünyasının kandırma ve ihanetlerine dur diyerek, bütünlüğünü devam ettirmeye çalışmasıyla olabilecektir. Kürtlerin tamamen özgür olduğu, en iyi sağlık ve eğitim hizmeti alabildiği, ülke yönetiminin her kademesinde görev yapabildiği yegane ülke Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Düşmanların zafer nâralarını duymak istemiyorsak, birlik ve beraberliğimizi sağlamlaştırmak, birbirimizle kaynaşmak durumundayız.
ABD'ye gelince; Kürtlere karşı yeterince dürüst olamamış, ne verdiği sözleri yerine getirmiş ne de vaatlerini tutmuştur. Onlara yaklaşımı da tutarlı ve ilkeli olmaktan ziyade, hep ikiyüzlü olmuştur.
Şu an için bile Kürtlerin en çok itimad ettikleri Amerika, bölgenin güç dengelerine bakarak, yakın zamanda değilse bile, bir gün Suriye'deki Kürtler hakkındaki kararını yeniden gözden geçirebilir?
Amerika 6 Ağustos 1945'de dize getiremediği Japonya'nın Hiroşima kentine, atom bombası atarak, tam 71 bin insanı öldürdü. Yanıklardan, yaralanmalardan ve maruz kalınan radyasyondan dolayı, lösemiden ölenler bu sayıya dahil değildir. 9 Ağustos'ta da ikinci atom bombasını Nagasaki'ye atarak 80 bin insanı öldürdü. Çoluk çocuk demedi, canlı ne varsa hepsini yok etti.
Bu kadar acımasız, istediğini elde etmede sınır ve ölçü tanımayan Amerikan yönetiminin, zengin Ortadoğu toprakları üzerinde Kürt toplumunun özlük haklarını düşünerek hareket ettiğini sanmak çok safça olur.
Kısaca ABD, Kürtlerin asla dostu değildir, olamaz da...
Onlar sadece Kürtleri bir enstrüman gibi kullanıyor.
Çıkarı bittiğinde ise bir mendil gibi atacaktır. Çünkü geçmişte de hep böyle yapmıştır.
Kürtlerin gerçek dostu ise, en az bin yıldır beraber yaşadıkları Müslüman Türk kardeşleri ve her zaman sığınabilecekleri Türkiye Cumhuriyeti'dir. Kadirşinas milletimizin engin yüreği de, Müslüman Kürt kardeşine karşı dâima açıktır.
Türkiye Cumhuriyeti, Türk-Kürt herkesin huzur içinde yaşayabileceği ortak bir vatandır.
Eksiği gediği, noksanı varsa da düzeltmek, katkı vermek hepimizin vazifesidir.