Yakında Ortadoğu'da Kıyamet Kopacak

Abone Ol

Ortadoğu bölgesi için Hz. Adem'in ilk ayak bastığı, insanlığın doğduğu, yayıldığı ve ilk yerleşim yeri olduğu söylenir. Kuran'da zikredilen peygamberlerin bu topraklarda yaşadığı bilinir. Üç semavi din olan; İslamiyet, Hristiyanlık ve Yahudilik bu bölgede doğmuş, kutsal kitapları bu bölgede nazil olmuş, sonra diğer bölgelere yayılmıştır. Dolayısıyla bu coğrafya birçok farklı dinden ve milletten insanın tarihi eserlerini, dini yapı ve değerlerini bünyesinde barındırır.

Ortadoğu toprakları, üzerinde kadim medeniyetlerin kurulduğu, kaderinin binlerce yıldır savaş ve çatışmalarla yoğrulduğu, zayıf devletlerin çabuk yıkıldığı, güçlülerin ayakta kalabildiği zorlu bir bölgedir. Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarını birbirine bağlayan bir köprü, ana merkezdir.

En temel sorunu, var olan farklılıklarıdır. Irk, inanç ve mezhepsel farklılıklar, insanların birbiriyle anlaşamadıkları ayrı bir müşkil durum oluşturmakta, bölünmeyi tetiklemektedir.

Ortadoğu bölgesi özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'den İsrail'e, Mısır'dan Suudi Arabistan'a kadar, dünya politikasında sürekli olarak merkezi bir konumda kalmış, dünya egemenliği peşinde koşan süper devletlerin etki alanından dışarıya pek çıkamamıştır.

Tarihi, stratejik ve zengin yer altı kaynaklarının oluşuyla, yeryüzünde yaşayan herkesin ve güçlü ülkelerin ilgisini her zaman çekmiştir. Zaten bu ilgi neticesinde Ortadoğu bölgesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküş dönemlerinden bu yana, Avrupa devletlerinin ana sömürge bölgelerinden biri haline gelmiştir.

Dünya petrol rezervlerinin % 70'inin Ortadoğu topraklarında bulunması ve gelişmiş ülkelerin bu enerji kaynağına ihtiyacı, bölgenin değerini artırmasının yanısıra, bölge üzerindeki etki mücadelesini de sürekli kamçılamıştır.

Çünkü Ortadoğu petrollerinin toplamda % 75'ini, sadece Amerika, gelişmiş Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya tüketiyor. Ortadoğu bölgesi ve Afrika ise üretilen petrolün yalnızca % 4'üne ihtiyaç duyuyor.

Batı Avrupa ise tükettiği petrolün % 90'ını Ortadoğu'dan ithal ediyor.

Bunun anlamıysa; petrole sahip olan ülkeler en az tüketenler, petrole gereksinim duyan ülkelerse, müdahalede bulunup, savaşı körükleyen ülkeler oluyor.

Esasında petrolün dağılımındaki böylesi ilginç bir tablo bile Ortadoğu topraklarına barışın neden gelmediğini yeterince açıklayarak, izah ediyor...

Ortadoğu'da sorunlar sadece enerjiyle sınırlı da değil..

Petrol Ortadoğu'da güçlü devletlerin temel çatışma nedeniyse de, bu çatışmayı şiddetlendiren diğer bir unsurda Arap-İsrail çatışması. 1948 yılında İsrail'in, Filistin toprakları üzerinde kurulmasıyla birlikte, yeni sorunlar başlamış, bölgede huzur ve emniyet tamamen yitirilmiştir. Dış güçlerin desteği, cazip paralarla Arapların elinden toprak satın alımı, cebir ve şiddetle Filistin devleti üzerinde önce yerleşip yayılan, sonra da egemenliğini ilan eden İsrail, şimdi de Tevrat'da belirtilen vadedilmiş topraklar üzerinde Büyük İsrail Devleti'ni kurmayı hayal ediyor. Her geçen gün nüfusuyla beraber, topraklarını da genişletiyor. Özellikle ABD, bölgede İsrail'e koşulsuz bir destek vererek, hem çözümü zorlaştırıyor, hem de kaosu bizzat körüklüyor.

Başta İran ve Suriye olmak üzere bazı Ortadoğu ülkeleri de, ABD ve İsrail'e karşı denge unsuru olsun düşüncesiyle, Rusya’nın bölgede daha aktif rol almasını arzuluyorlar. Fakat Ortadoğu topraklarında Rusya'nın oluşu, çözümü getirmediği gibi soğuk savaş döneminde olduğu gibi, daha çok kamplaşmaya ve bölge üzerine yoğunlaşılmasına sebebiyet veriyor. Öte yandan çok hızlı büyüyen ve giderek enerji açığı artan süper devlet Çin'de, ihtiyaçlarını tedarik edebilmek maksadıyla bölgede kendine göre yeni müttefikler oluşturmakta, politikalar geliştirmektedir.

Bilindiği üzere Batılı devletler de Ortadoğu petrolüne orta göbeklerinden bağımlı. Sanayi ve üretimlerinin devamı, kurdukları düzenin istikrarı için bölge topraklarında yaşamsal anlamda çıkarları bulunmakta.

Elbette tehlikeli derecedeki bu bağımlılık, güçlü emperyalist devletlerin bölgeye yönelik dış politikalarını şekillendirmekte, müdahalelere zemin oluşturup, savaşlara davetiye çıkarmaktadır.

Yani dünyanın en kritik bölgesi olan Ortadoğu'da, emeli ve çıkarı olan bütün güçlü ülkeler, sorunların küresel boyut kazanmasına ve coğrafyanın daha karmaşık bir hale gelmesine neden oluyor. Dolayısıyla Ortadoğu'da yaşanan krizleri, enerji ve siyaseti birlikte değerlendirerek analiz etmek gerekiyor.

Esasında petrole duyulan ihtiyaç, Ortadoğu bölgesine daha ihtiyatlı, dengeli ve ılımlı bir politika izlenmesini gerektirirken, uygulamada durumun böyle olmadığı rahatlıkla görülebilir.

Çünkü Müslüman ülkeler kendi aralarında hiçbir konuda anlaşma sağlayamadıklarından, birlik ve beraberliği de tesis edemiyorlar. Sayıca fazla, yeraltı zenginliği bakımından güçlü olmalarına rağmen gereken ağırlığa sahip değiller.

Dolayısıyla Ortadoğu coğrafyasının demokratik rejimlerden mahrum oluşu ve çoğunlukla diktatörler tarafından yönetilmesi bölgeyi daha da istikrarsızlığa sürüklemektedir. Ortadoğu'da yaşanan bu durum ise bölgenin geleceği için büyük bir sorun teşkil etmektedir.

Eğitimsizlik, cehalet, baskı ve kötü yönetim radikalizmi doğurmakta, bölgeyi geri kalmışlığa itmektedir. Dünya globalleşip hızla ilerlerken bu bölge karanlık bir kuytuda kalıp, gelişimden mahrum olmaktadır.

Dış güçlerin müdahaleleri otorite boşluğu meydana getirmekte, oluşan boşluğu da sayıları her geçen gün artan terör örgütleri doldurmaktadır. Onlarında eylemleri, savaş ve çatışmaları sadece bir bölgede sınırlı kalmayıp, komşu ülkelere de bulaşmaktadır.

Yani Ortadoğu kendi haline bırakılmadığında sorunlarının gittikçe derinleştiği görülmektedir.

Batılı devletler, kendi yazdıkları senaryolarda sadece çıkar ve kazançlarını göz önünde bulunduruyorlar.

Oysa yapılan savaşlardan dolayı, çocuklar başta olmak üzere savunmasız milyonlarca insan öldürülüyor, evinden ve yurdundan ayrılıp göçe zorlanıyor. Binlerce yıllık tarihi eser ve zenginlikleri yok ediliyor, yakılıp yıkılıyor.

Dünyanın en zengin bölgesi en istikrarsız bölgesine dönüşerek, gelirlerinin büyük bir kısmı silahlanmaya gidiyor.

Ortadoğu'da yaşanan hadiselerin hiçbirinin bölgede yaşayan insanlara zerrece bir faydası yok, bilakis zararı var.

Fakat bu işten kurtuluşun da sadece iki yolu var?

Birincisi, Allah'a yakarıp Ebabil kuşlarını beklemek, ikincisi ise emperyalizme karşı durup, Türkiye ile birlikte hareket etmek. Geçmişte olduğu gibi el ele verip, kardeşliği perçinlemek...

Aksi takdirde başta petrol zengini olmak üzere bütün İslam ülkeleri, tüm varlıklarını emperyalizme sunmadıkları sürece sıranın kendilerine geleceği günü ve büyük acılar yaşayacakları zamana kadar beklemek durumundadırlar.