Türkiye - ABD Çatışması

Abone Ol

Amerika Birleşik Devletleri'nin küresel hegemonyasını devam ettirebilmek için, dünya enerji rezervlerinin yüzde 60'ından fazlasına sahip olan Ortadoğu bölgesini kontrol altında tutma isteği, ABD'nin tüm Ortadoğu politikasını şekillendirmektedir.

Önceleri Avrupa ve Japonya'nın, bölge petrolüne bağımlılığı için kontrol altına almak istediği Ortadoğu, günümüzde kendi bağımlılığıyla daha ayrı bir önem kazanmıştır. Çünkü ABD, kendisi de dünyanın en büyük petrol tüketicisidir.
ABD'nin, Ortadoğu'ya ilgi duymasının bir başka nedeni ise, gerçekleştirmek istediği Büyük Ortadoğu Projesi'dir.
Bu projeyle ilgili olarak uluslararası kamuoyuna açıkladığı, detaylı bir resmi bilgi veya belge henüz yoksa da, bu proje ile; askeri, siyasi ve ekonomik çıkarlarını bölgede derinleştirmek, İslam coğrafyasını denetim altında tutmak, bölge ülkelerinin sınırlarını çıkarları ekseninde değiştirmek istediği iyi bilinmektedir.
Almanya, Fransa, İsrail gibi ülkeler, Ortadoğu'da silah ve para desteğiyle terör örgütü oluşumu sağlasalar da, devlet kurma işi, sadece Amerika'nın icazet ve onayına bağlı bir iştir.
Dolayısıyla ABD'nin on binlerce kilometre uzaklıktan Afganistan, Körfez, Irak ve Suriye gibi ülkelere davet edilmediği halde, askeri güç kullanarak müdahale etmesi ve konuşlanması, jeopolitik gerekçelere dayalı BOP gibi projeleri hayata geçirmede neleri göze alabileceğini de göstermektedir.
ABD'nin, Ortadoğu politikasının en önemli unsurlarından biri de İsrail'in bölgedeki varlığıdır. Çünkü ABD, İsrail'i tüm terör faaliyetleri, BM kararlarını çiğnemesine rağmen her durumda koruyup, kollamakta ve koşulsuz desteklemektedir.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana uluslararası düzenin ve Ortadoğu'nun en etkili gücü her zaman ABD olmuştur. Hala daha tek başına uluslararası sistemi etkileyebilmekte, caydırıcı ve yönlendirici askeri gücünü başka ülkeler üzerinde kullanabilmektedir.
Fakat buna rağmen küresel bazda her planladığını gerçekleştirmekte zorlanmakta, etki kapasitesinde gün geçtikçe değişimler meydana gelmektedir.
Geçmişten farklı olarak günümüzde bölgesel ve küresel yeni güç dengelerinin oluşu ve uluslararası arenaya Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Türkiye gibi hızla büyüyen ve gelişen, ABD çıkarlarını da olumsuz etkileyen, yeni dinamikler ve meydan okuyucu aktörlerin çıkması, ABD'yi göreceli bir durağanlaşmaya itmektedir.
Esas realite ise, dünya jandarmalığına soyunan ABD'nin, liderliğinin hemen her aşamasında önemli sorunların, eksikliklerin ve başarısızlıkların olduğu gerçeğidir.
ABD, dünyada nükleer silahsızlanmayı sağlamada başarılı olamamış, Birleşmiş Milletler'i insanlar için bir koruma kalkanına dönüştürememiştir.
İsrail ve Filistin meselesini çözüme kavuşturamamış, İsrail tarafgirliği ile kaosu tetikleyen taraf olmuştur.
İrannükleer enerji programı karşısında çevreleyip, baskı ve ambargo altında tutmaya çalışmışsada programın ilerleyişine engel olamamıştır.
Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'ne bağımsızlık yolunda destek verirken, Rusya, İran ve Türkiye'nin müdahale etme tehdidi karşısında, Barzani yönetimini yalnız bırakmış, risk alamamıştır.
Suriye'de yaşanan gelişmelerde planları bozulmuş, bölgesel aktörler arasında ki çıkar çatışmasını yönetme ve istikrarı sağlamada yine başarıyı yakalayamamıştır.
Ortadoğu ülkeleri üzerindeki tahakkümü ve oluşturduğu sömürü düzeni, İslam coğrafyasını derinden yaralamış, küresel terörizmin doğmasına yol açmış, bölge halklarının Batı değerlerine karşı nefretini olabildiğince körüklemiştir.
Çıkarlarını askeri eylemlerle koruyan, denizaşırı askeri operasyonlar yapan, pahalı ve yüksek teknolojili silahlar kullanan ABD, mevcut bütçesiyle bu koşulları daha ne kadar sürdürebilir?
Mevcut hegemonyasını sürdüremediği takdirde, bölgesel ve küresel çıkar politikalarını ne derece gerçekleştirebilir?
ABD yönetiminin dış politikası, ABD'nin pozisyonunu Ortadoğu'da yeterince sağlamlaştırıp, istediği şekilde bir dönüşüm gerçekleştiremediği gibi, Türkiye'nin bölgede yükselmesinin önünü de kesememiştir?
Aksine Türkiye, son dönemlerde Ortadoğu'da artan bir şekilde belirleyici bir rol üstlenmeye başlamış ve etki alanını da oldukça artırmıştır.
Irak'ta, Amerikan işgalinden sonra bütünlüğün korunması ve bir iç savaşın önlenmesi yönünde yoğun çaba sarfetmiştir.
Suriye'de Amerikan işgaliyle birlikte sınırların korunması ve demografik yapının muhafazası yönünde etkin çaba sarfetmiş, uzun vadeli politikalar gütmüştür.
Öte yandan komşu ülkeleri de içine alacak şekilde ortak enerji politikaları oluşturmaya çalışarak, enerji jeopolitiğinde kilit ülke olma yolunda başrol alma arayışlarıyla, mevcut petrol ve gaz hatlarına ilave yeni hat arayışları içerisinde bulunmaktadır.
Arap-İsrail sorununda din kardeşleri olan mazlum Filistin halkının yanında yer almakta, ABD'nin, İran İslam Cumhuriyeti'ne yönelik yaptırım politikasına karşılık, alternatif diplomasiyi savunmaktadır.
Türk dış politikasında artan dinamizm ve canlılık ortadadır...
Türkiye'nin nüfuz alanı her geçen gün bölgesinde genişlemekte, etkinliği de artmaktadır.
Ortadoğu'da bölgesel bir güç olan Türkiye'nin, kendi öncelikleri nedeniyle geliştirdiği çok yönlü bağımsız politikalar, ABD'nin dış politikasında ki bölge hedefleriyle çatışmakta, bu nedenle de kimi zaman krizlere yol açmaktadır.
Ortadoğu arenasında yaşanan tüm bu gelişmeler, Türkiye-ABD ekseninde karşılıklı işbirliği kadar, çıkar çatışmasını da olağan hale getirmektedir. Çünkü Türkiye'nin dış politikada aldığı kararlar, çoğu zaman ABD'nin çıkarlarını birebir etkilemektedir.
Demokrasi bahanesiyle girdiği her yere sadece istikrarsızlık, kan ve gözyaşı bulaştıran ABD, boyun eğdiremediği ve diz çöktüremediği Türkiye'ye, Rahip Brunson ve S-400 füze alımı gibi nedenlerle yaptırım uygulamakla tehdit ediyor.
İstediklerini elde etme hususunda hiçbir zaman evrensel hukuku, anlaşma ve sözleşmeleri esas almayan ABD, eski devlet başkanı Winston Churchill'in de söylediği gibi; "Amerikalılar her zaman doğru olanı yaparlar, tüm diğer seçenekleri tükettikten sonra" prensibiyle, geçmişte olduğu gibi zorbalık ve dayatmayı ikna etme yöntemi olarak kullanmaya devam ediyor.