TÜRKÇEM BENİM SES BAYRAĞIM

“Unutmuşum ana demesini bile,

Öykünmüşüm türküsünü ellerin

Ağzıma bir kara düşmüş bağışla beni,

Türkçem, benim ses bayrağım.”


Fazıl Hüsnü DAĞLARCA böyle diyor. Dil’in önemini bu şekilde vurguluyor. Yine Yahya Kemal BEYATLI “Bu dil ağzımda annemin sütüdür” derken Türkçe’nin önemini vurguluyor.

Hepimiz yediden yetmişe dilimizin iyi kullanılmadığından, yeni neslin çok farklı konuştuğunu, yazdığını bizden yaşlıların anlaşılmaz kelimeler kullanarak konuştuğunu söyleriz.

Örneğin, çocuklarımız özellikle internet aracılığıyla ve telefonla iletişim kurarken; ''ok'', ''tmm'', ''slm'', ''mrb'', ''kib'', ''aeo'', ''bye'' gibi anlaşılmaz ifadeler kullanırlar. Bizler bu kelimeleri pek anlamayız ve kullanmayız. Bu tür kısaltmalarımızın dilimizi tehdit ettiği gün gibi aşikar.

Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 ’de “Bugünden sonra hiç kimse sarayda, divanda, dergahta, mecliste ve seyranda Türk Dilinden başka dil kullanmaya” diye ferman çıkartmasıyla Anadolu’da sadece dil alanında değil, Türk değerlerinin yaşatılması için de her alanda büyük mücadele vermişlerdir.

750 yıl öncesi bile dilin önemi üzerinde durulurken ve Yahya Kemal gibi, Fazıl Hüsnü gibi dilin önemin işaret eden şiirler yazmışken bizler bizim çocuklarımız yeni nesil dilimiz konusunda oldukça hoyrat davranmaktayız.

Dilimiz, Türkçemiz; dünyanın en büyük beş dilinden bir tanesidir. Bunu bilim adamları da söylemekteler. Bilim adamları bunu söylerken, dilimizin güzelliğini, büyüklüğünü, kullanım kolaylığını, anlatım genişliğini acaba biz biliyor muyuz? Yoksa öteden beri gelen aşağılık kompleksi ile dilimizi yok farz edip, yabancı dillere ve kelimelere mi yöneliyoruz? Aslında bu sorunun cevabı çok basit. Sokağa çıkıp etrafa, işyeri isimlerine, markalara, ürün adlarına baktığımız da bunu çok iyi anlıyoruz. Özellikle çikolata ve bisküvi sektöründe isimler hemen hepsi yabancı. Caramio, chewy, coco pops, golf, hero vs. bunun gib yüzlercesi. Bu utanılacak bir durum.

Bu konuyla ilgili bir hikaye vardır. Bizim giyim alanında sanayicilerimizden biri ürettiği kaliteli bir ürüne yerli bir isim koyarak pazara sunar fakat pek rağbet görmez. Daha sonra aynı ürüne yabancı bir isim vererek piyasaya sunar ve kısa sürede pazar payını artırır. Sanayiciyi bu duruma yönelten bizim tavrımız olsa gerek.

Türkçem, benim ses bayrağımdır. Türklerin, ben Türk’üm diyenlerin ses bayrağını yükseklere kaldırmak, hiç olmazsa dalgalandığı yerde tutmak hepimizin en önemli görevidir. Öyle ise Türkçe konuşmalı ve yazmalıyız, kelimeleri yuvarlamadan, kısaltmadan anlamlarına uygun bir şekilde kullanmalıyız. Türkçe’yi akıcı ve güzel kullanmalıyız. Unutmayalım ki dildeki yozlaşma sonrasında kültürel yozlaşmayı da beraberinde getirir.

Dil önemlidir ve korunmalıdır, “Bir memleketin idaresini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dili gözden geçirmek olurdu. Çünkü dil kusurlu ise; kelimeler düşünceyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa; görev ve hizmetler iyi yapılamaz. Görev ve hizmetlerin iyi yapılamadığı yerlerde adet, kural ve kültür bozulur. Adet, kural ve kültür bozulursa adaletin terazisi bozulur. Adalet bozulursa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir.” der Çinli filozof Konfüçyus. Gördüğünüz gibi dil nelere kadirdir.

Bu gün lisede, üniversitede okuyan bir İngiliz pekala onbeşinci asırda Shakespeare’nin yazdığı o dünya güzeli piyesleri rahatça açıp okuyabiliyor. Ama bugün bir Türk genci Atatürk’ün nutkunu bile doğru dürüst okuyamıyor, hatta bundan 15 20 yıl önce yazılmış kitapları bile okumakta zorluk çekiyoruz.

Bu durumdan rahatsızlık duyuyorsak eğer, işyeri adlarını değiştirerek işe başlayabiliriz. İşyeri adlarının Türkçeleştirilmesi için basın yayın kuruluşlarına, eğitim kurumlarına, meslek odalarına, sivil toplum kuruluşlarına, eğitim sendikalarına, belediyelere, Türkçeyi seven herkese görev düşmektedir. Bu konuda herkesin yapabileceği bir şeyler mutlaka vardır. Özellikle Belediyeler bu hususta kilit rol oynamalıdırlar. Türkçe isim zorunluluğu getirilebilirler. Bunun demokrasi ve özgürlüklerin kısıtlanmasıyla bir ilgisi yoktur. Dilin korunması ve yarınlara taşınması milli bir meseledir. Ne mutlu diline sahip çıkanlara ve kültürünü koruyanlara.