Tarikat ve Dini Cemaatler Faydalı mı Yoksa Zararlı mı

Türkiye'de bulunan tarikat ve dini cemaatler, birçok farklı vakıf ve dernek çatısı altında faaliyetlerini yürütmekte, her sınıf ve zümreden insanları etkilemektedir. Yalnızca dini bir anlayış ve yaşantı biçimi olarak değil, sosyal bir gerçeklik olarakta toplumda varlıklarını muhafaza etmektedirler.

Günümüz Müslümanlarının büyük çoğunluğunun sosyolojik Müslüman olduğu görülmekte, halkımızın sadece yüzde birinin ilmihal bilgilerine yeterince vakıf olduğu bilinmektedir.

En basit dini suale bile yanıt vermekte zorlanan toplumumuzun bireyleri;geçmişte bir dönem tamamen yasak olan, bir dönemde sınırlı olarak serbest bırakılan din eğitiminin, devlet tarafından istenilen ölçüde taleplere yanıt vermesini beklemektedir.

Çünkü halkın büyük bir kesimi Kuran ve dini bilgilerin devlet okullarında çocuklarına öğretilmesini istemektedir.

Devlet tarafından bu ihtiyaçların geçmişte bazı dönemlerdeki uygulamalarda olduğu gibi ya hiç karşılanmaması ya da yeterince karşılanmaması durumunda ise toplum, sosyolojik olarak farklı bir arayış ve alternatif içine girmekte, doğal olarak tarikat ve cemaatlere yönelmektedir.

İhlası ve rıza-i ilahiyi esas alan, insanları Allah ile barıştırmaya çalışan, doğru istikamette giden, Kuran'ı ve sünneti referans alan dini yapılar kötü olamaz. Ayrıca İslam tarihinde Müslüman topraklarını işgale yönelik olarak yapılan saldırı ve tecavüzlerde dini cemiyetler, dini duygularla vatan topraklarının müdafaası, birlik ve bütünlüğün sağlanması, devlet başkanına itaat edilmesi ve dinin öğrenilip yayılmasında son derece etkili olmuşlardır.

Öyleki Selçuklu ve Osmanlıdöneminde tarikat ve cemaatler durmadan fetihlerin yapılması devletin güçlenip geniş topraklara yayılmasında birer dinamik olmuşlardır. Akşemseddin, Şeyh Edebali gibi kılavuzlar halka ve sultanlara manevi rehberlik yapmışlardır. Her dönemde dini bilgileri öğretme, güzel ahlakı kazandırma da fevkalade hayırlı çalışmalar ortaya koymuşlardır.

Günümüzde ise bazı tarikat, cemaat, vakıf ve derneklerin tek tip doğru ve tek tip düşünce anlayışını benimsemeleri, başka yapılara karşı müteşeddit bir tavır almaları, yanlarından ve gruptan ayrılanları ötelemeleri ve dışlamaları geçmişte bulunulan noktadan ne kadar uzaklaşıldığını göstermektedir.

Diğer yandan bu kurumların ülkemizdeki durum ve statülerine tam olarak bir netlik kazandırılmışta değildir. Teolojik, sosyolojik ve pedagojik yönlerden çalışma metodları ve işleyiş şekilleri bilimsel çalışmaya ve araştırmaya muhtaçtır.

Ayrıca bu kurumların bir kısmının; ümmetin vahdeti, Müslümanların birliği, dinin doğru öğrenilmesi, güzel ahlakın topluma yerleştirilmesi ve vatana bağlılığın sağlanması bakımından farklı düşünce ve çalışma düzenleriyle ülke ve millet için bir kazanım mı yoksa zarar mı oldukları da üzerinde yoğunlaşılması ve akademik araştırma ve incelemelerin yapılmasına muhtaçtır.

Din; insanı doğru bir şekilde yönlendiren, kalbin en derinliklerine hitap eden, düşünce biçimini olumlu yönde şekillendiren, kanunların bile ulaşamadığı yerlere sirayet ederek bireyleri faydalı yönde bilinçlendiren, yaratılış gayesini ve varoluş hikmetini bildiren bir yoldur.

Din, insan vücudunu ve beynini kötü duygu ve düşüncelerden korur. Başkalarına karşı daha ihtimamlı ve müsamahalı, yasalara karşı duyarlı, ferdleri toplumla uyumlu kılar.

Ancak din, yanlış anlaşılıp yanlış yorumlandığında, dinin temel kaynakları olan Kuran ve sünnete bağlı kalınmadığında ve yanlış kaynaklardan beslenildiğinde insanlar arasında ihtilaf ve çatışma nedeni olabilir.

Bazı İslam ülkelerinde cereyan eden terör, savaş ve şiddet eylemlerinin, dinin yanlış anlaşılıp yanlış yorumlanması neticesinde nasıl bir ihtilaf ve çatışma nedeni olduğu birçok örnekleriyle görülebilir.

Tüm bu yanlışlıkların giderilebilmesinin yolu ise; dine karşı olumsuz bir tavırla mücadele ederek yahut önyargıyla pozisyon alarak değil, aksine dinin emir ve yasaklarını topluma yönelik güzel mesajlarını doğru bir şekilde, liyakatli ve ehliyetli insanların öğretmesiyle mümkün olabilecektir.

Yüce dinimiz İslam'ın barış ve huzur dini oluşu, tüm insanlığın saadet ve kurtuluşu bakımından ortak bir paydadır. Hiçbir kimsenin, kurum veya kuruluşun tekelinde de değildir.

İlahi vahye uymayan ve İslam'ın özüne ters olan bir dini anlayışın da, dinin kendinden değil, bilakis dini yanlış anlayıp yanlış yorumlayan, eksik öğrenip eksik öğretenlerden kaynaklandığı iyi bilinmelidir.

Yaşanan bütün olumsuzlukların; kitleleri üzüm salkımı gibi bir yerden başka bir yere sürükleyen, rüya, tabir, efsaneler anlatan, gizli bir amacı gizli bir hedefi olan, din kisvesi altında yobazlık yapan, toplumun zihnini üzerinde ittifak sağlanamamış meselelerle bulandıran, gündemde kalmak için şarlatanlık yapan, Kuran'a ve sünnete çağırmayan kişi ve kurumların, dinin aslıyla bağdaşmayan düşüncelerinden neşet ettiği gözardı edilmemelidir.

Dolayısıyla günümüzde dini referans aldıklarını ileri süren FETÖ, DAEŞ, El Kaide, Boko Haram gibi örgütlerin bu anlamda İslam'dan kaynaklandığını öne sürmek son derece yanlış ve mesnetsizdir.

Öte yandan bazı tarikat ve cemaatlerinde dinin temel esaslarına bağlı kalmadıklarından dolayı yozlaştıkları, toplumu birleştirecekleri yerde böldükleri, fayda yerine zarar verdikleri, metodlarının İslam ile bağdaşmadığı görülmektedir.

Dini alandaki bilgi eksikliğinin doğru ve kontrollü bir şekilde sağlanamaması, meydanın ilimsiz, irfansızlara bırakılması, yanlış bir din anlayışının yayılmasına, dinin (gizli) proje sahipleri, çıkar ve güç odaklarınca istismar edilmesine, toplumda taassubun yerleşmesine zemin oluşturduğu bilinmelidir. İşte bu sakıncalı durum sürdüğü müddetçe toplumdaki kardeşlik bağları zedelenmekte, birlik ve beraberliğin tesisi güçleşmektedir.

Hatta yanlış din anlayışının bizatihi kendisi, toplumsal barışı tehdit eder hale gelmektedir.

Bu bakımdan en tepeden toplumun en alt katmanlarına kadar, kontrollü ve doğru dini bilgilerle toplumun aydınlatılması, irşad vazifesini icra eden (etmesi gereken) tarikat ve cemaat yapılarının da sağlıklı bir zemine oturtulması son derece önem arzetmektedir.

Zira toplumda beş vakit namaz kılanların oranı yüzde onun altına, namazını cemaatle kılanların oranı da yüzde birin altına düşmüş, ahlaki dejenerasyon ve bozulma vahim durumlara varmıştır.

Gösteriş, caka satmak, lüks yaşama özenti, yemesini ve içmesini, hayır ve hasenatını hatta ibadetlerini sosyal medyada paylaşmak, cemaat, tarikat ve siyasi parti holiganlığı yapmak, insanları ötekileştirmek, tekfir etmek, tecessüs yapmak, takiyye yapmak, iftira atmak, doğru bildiğini hayatına uygulamamak gibi daha birçok sorunlar toplumumuza iyice yerleşmiştir.

Tüm bu sorunların çözümü doğru bir din anlayışında aranmalı, sadece doğru din anlayışına sahip olan yapılara rağbet etmeli, yanlışta olanlardan ise uzak durulmalıdır.