O, dünyada iken cennetle müjdelenen bir insandı. İman ve ilimde nurdan bir âbide gibiydi. O’nun üstün idare kabiliyeti herkesçe malumdu. Ancak bütün bunlar, Hz. Ömer’in kendisini insanlardan bir insan görmesine ve ahiret endişesiyle iki büklüm olmasına mani olmuyordu.
Hz. Ömer, müminlerin halifesiydi. O hayatı boyunca Allah Rasulü’nün nice iltifatlarına mazhar olmuştu. “Hak ile batılı birbirinden ayıran” manasına “Faruk” ismi ona bizzat Allah Rasulü tarafından verilmişti. İki Cihan Serveri onun için: “Benden sonra peygamber gelecek olsaydı Ömer olurdu” (Tirmizi, Menâkıb 18) demişti ve yine O’nu yeryüzündeki iki vezirinden biri olarak saymıştı. Diğeri ise Hz. Ebu Bekir (r.a.)’dı.
O, dünyada iken cennetle müjdelenen bir insandı. İman ve ilimde nurdan bir âbide gibiydi. O’nun üstün idare kabiliyeti herkesçe malumdu. Bu sebeplerdir ki, Hz. Ebu Bekir gibi bir feraset insanı hiç düşünmeden onu yerine halife tavsiye etmişti. İtiraz edip, “Allah’a nasıl hesap vereceksin” diyenlere de, “Ya Rabbi onlara içlerinde en hayırlılarını halife olarak bıraktım” derim, cevabını vermişti. Ancak bütün bunlar, Hz. Ömer’in kendisini insanlardan bir insan görmesine ve ahiret endişesiyle iki büklüm olmasına mani olmuyordu.
Sabah namazı vaktiydi. Ezan okunmuş ve cemaat saf saf durmuş, imamını bekliyordu. Hz. Ömer içeriye girdi, imamete geçti ve her zamanki gibi “Safları düzeltin” diye seslendi, sonra da namaza durdu. Tam namaza durulmuştu ki Hz. Ömer arkasından yediği bir hançer darbesiyle yere yığılmıştı. Hz. Ömer’i evine götürdüler. Namazı Hz. Abdurrahman b. Avf (r.a.) kıldırdı. Namazı müteakip bütün cemaat Hz. Ömer (r.a.)’ın evine dolmuştu.
Hz. Ömer uzanmış upuzun yatıyordu. Herkes başucundaydı ve hıçkırıklar boğazlarda düğümlenip kalmıştı. Doktorun “Ya Ömer! Vasiyetini yap” dediğini duyunca bir anda içeride bir feryad u figan koptu. Herkes ağlıyordu. Hz. Ömer, “Ağlamayın! Ağlayacak olan yanımdan çıksın. Siz Allah Rasulü’nün, ‘Ehlinin ağlamasıyla ölü eziyet çeker’ dediğini duymadınız mı?” diyerek onların ağlamasına mani olmaya çalıştı.
“İŞTE BENİM DERDİM BUYDU!”
Hz. Ömer, İbn Abbas’a “Bakın bakalım beni vuran kimdir” diye sordu. Gelen habere göre onu Muğire b. Şu’be’nin kölesi Firuz hançerlemişti. Hz. Ömer bunu öğrenince “Allah’a hamd olsun ki beni bir Müslüman eliyle öldürtmedi” dedi. Bir ara daldı. Baş ucunda duran oğlu Abdullah, gözlerini babasından bir an ayırmıyordu. Hz. Ömer’de bir düşünce, hem de yüreğini dağlayan bir düşünce vardı. Ve gözlerini açarak ümitsiz bir ifadeyle: “Oğlum! Git, Aişe’ye benden selam söyle. Fakat sakın, Emiru’l-mü’minin’in selamı var, deme. Zira şu anda ben mü’minlerin emiri değilim. Ona, “Ömer senden, acaba iki arkadaşıyla beraber yatmasına müsaade eder misin” diye izin istiyor de.
İbn Ömer babasının emrini yerine getirmiş ve Hz. Aişe’nin evine gelmişti. O’nu bir köşede oturmuş ağlıyor buldu. Babasının arzusunu söyleyince Hz. Aişe validemiz, “Vallahi orayı ben kendim için düşünmüştüm. Fakat bu gün Ömer’i nefsime tercih ederim.” dedi. İbn Ömer (r.a.) bu müjdeli haberle dönüp babasını müjdeleyince Hz. Ömer birden rahatlayıverdi. Ve dudaklarından şu cümle döküldü: “Vallahi işte benim derdim buydu.”
Çok kereler gözünü açamayacak kadar halsizleşiyordu. Başındakiler ne yemek ne de su teklifiyle onu uyandıramıyorlardı. Fakat içlerinden birisi “Ömer namaz vakti geçiyor” dediği an Hz. Ömer birden ayağa fırlıyor “Namaz! Namazsız adamın İslam’dan nasibi yoktur” diyor ve namazını eda edip tekrar uzanıyordu.
İşte Hz. Ömer’in namaza olan iştiyakı bu ölçüdeydi. Namaz dendiğinde akan sular duruyor ve bütün acılarına rağmen namazını ihmal etmiyordu.
BİR DUA
Bizi gösterişten uzak eyle
Ey Rabbimiz! Ömrümüzün en hayırlı anını son anımız, amelimizin en hayırlısını son amelimiz ve günlerimizin en hayırlısını ise Sana kavuştuğumuz gün kıl. Bizi Senin rızana ulaştıracak amellere muvaffak kıl. Ey Rabbimiz! Gafletten, başkaları duysun ve görsün diye bir şey yapmaktan Sana sığınırız. Bizi riyadan, gösterişten uzak eyle.
ALTIN ÖĞÜTLER
Kusurları örtücü ol
Allah dostlarından Musa Efendi şöyle buyuruyor:
Birçok kimseler, ibâdete çokça yöneldikleri hâlde, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatı olan “settâru’l-uyûb”, yani ayıpları örtücülük ve kusurları affedicilik hasletine lâkayt kalıyorlar. Bu sebeple de tam istenildiği gibi gönül dünyalarında yükselemiyorlar. Hâlbuki bağışlamak ve kusur örtmek, güzel ahlâkın en ehemmiyetlilerinden biridir. Allah, biz kullarının sayısız kusur ve hatalarını örtüp affettiği gibi, biz de affedici olmalıyız. Zira Allah sevgisine sahip olanlar, affetmeyi bilirler.
Bütün hüner, bu dünya hengâmesinde ve bin bir türlü meşgale içinde Hak’la beraber olabilmektir. Bu öyle hoş bir hâldir ki, Cenâb-ı Hakk’ın kuluna bir atiyyesi, yâni hediyesidir. Bu pek yüce vazifeyi yerine getirebilirsek, dünyanın gel-geç oyuncaklarına aldanmaktan da kurtuluruz.
HADİS BAHÇESİ
Malın mı var, ilmin mi?
Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “İki kişiye gıpta edilir. Allah’ın verdiği malı hak yolunda harcamayı başaran kimse. Yine Allah’ın kendisine verdiği ilim ve hikmet ile yerli yerinde hükmeden ve onu başkalarına öğreten kimse.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)
Hadisin verdiği mesajlar
1. Mal ve ilim insanda cimrilik duygularını kamçılayan iki değerdir.
2. Bu iki nimeti hak yolunda değerlendirebilen kimseler gıpta edilmeye layık kişilerdir.
3. Her nimet kendi cinsinden şükür ister. Mümin kendisine verilen malın şükrü adına o maldan bir kısmını ihtiyaç sahiplerine vermeli. Kendisinde ilim varsa onu da yine Allah için etrafındaki insanlarla paylaşmalı.
BİR NÜKTE
Kendi kusurlarını sorgula
Sorgulamaya önce kendi kusurlarından başla. Biri boğazına kadar çamura batsa, öte yandan çamur senin sadece topuğuna bulaşmışsa, bu durumda karşındakini sorgulayıp “Bu kadar çamur da ne?” demeye hakkın yoktur. Burada kendini sorgulaman esastır. Allah’ın onu kurtarması için dua edebilirsin sadece; su-i zanna girmeden, gıybet edip çekiştirmeden...
BİR HATIRLATMA
İtikaf nedir, nasıl yapılır?
İtikaf, Ramazan’ın son on gününü camide veya başka bir ibadet mahallinde inzivaya çekilerek devamlı ibadetle meşgul olmak demektir.
Kur’an, “Mescidlerde itikafa çekildiğiniz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın.” (Bakara, 2/187) ifadeleriyle itikaf ibadetine yer vermektedir. Hadis kaynaklarında Allah Rasulü’nün Medine’ye hicretten sonra her yıl Ramazan’ın son on gününde itikafa çekildiği ve hanımlarını da teşvik ettiği mevzuunda bilgiler yer almaktadır. Bu hadislerden biri şöyledir: “Ramazan’ın son on günü girince, Resulullah geceleri ibadetle geçirirdi. Ailesini de ibadet etmeleri için uyandırırdı. İbadet için diğer zamanlardan daha fazla gayret gösterirdi.” (Buhari, itikaf, 1)
Ramazan’da yapılan itikaf, orucun fayda ve maksatlarını tamamlayıcı ve oruçlu kimsenin, kendini toparlayıp nefsini teskin edememesi, kalbi ve kafasıyla Allah’a yönelememesi gibi hususları telafi edici bir ibadettir. Zaten onun aslı, Allah’a koşmak, O’nun eşiğine yüz sürmek ve her şeyden yüz çevirip O’nun rahmetinin kucağına atılmak manası taşır. O bu manaları taşıdığından dolayıdır ki Efendimiz (sas) hep Ramazan’ın son on gününde itikafa girmiş, O’ndan sonra gelen Müslümanlar da aynı vakti gözeterek onu eda etmeye çalışmışlardır. Böylece bu ibadet de, Ramazan ayının bir şiarı ve sürekli yapılan sünnetlerinden biri olmuştur.
TEFEKKÜR İÇİN FIRSAT
Günlük meşgaleleri içinde insan, çoğu zaman dünyaya gönderilmesinin asıl gayesini unutmaktadır. Esasında her müminin hayatın anlam ve gayesini tefekkür etmeye ihtiyacı vardır. Rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan’ın son on gününde yapılacak olan itikaf, bu tefekkür için iyi bir fırsattır.
Ayrıca Kur’an’ın ifadesiyle bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin de Ramazan’ın son on günü içinde gizli olması itikafın önemini daha da artırmaktadır. Her ne kadar bu güzel âdet, son yıllarda unutulmaya yüz tutsa da öteden beri müminler tarafından uygulanmış, her beldede mutlaka birkaç kişi camilerde itikafa girmişlerdir.