SEN KADIN MISIN?

SEN KADIN MISIN?
 
Nedir bu?

Yılların ondan alıp götürdükleri, ya da yaşamının ona onun için verdikleri neydi? Vasıfsız yok olup gitmenin dışında kendi hayatı için bir şeyler yapmayışı, yaptıklarını da algılayamayışı, fedakârlığı, sevgisinden ya da aptallığından mıdır?

Neden ve ya kimler sebep oldu onun yok oluşuna? Sorgulayamadığı, sorgulamak için de geç kalmış olduğu yaşamına…

Ne yapacaktı şimdi? Koysalar kapının önüne, kime el açacaktı?

Bu durum da ya onuru?

Ölüp gitse hangi isimle gömülecekti? Ömrünü verdiği kocasının adıyla mı, ya da on beş yirmi yıl yaşadığı babasının adıyla mı? Kim anlayacaktı o iki çocuğun anası olduğunu bu durumda… Kimin ismiyle anılıp yaşatılacaktı, yok olup gittikten sonra? Hangi eserin, hangi kurumun verdiği haklara resmen sahip olarak imza atmıştı? Başlı başına bir kimlik ve vasfa sahip olarak, hangi yaptığından sorumlu olacaktı cezai ehliyeti dışında? Doğduğunda, doğum yaptığında ve ölüp giderken, hep onun adına, onun yerine imza atacak birileri olacaktı muhakkak. Gölge de yaşadı ömrü boyunca… Güneş yüzüne vururken, güneşi hiç görmedi… Hesapları dahi onlardan kesilecekti. Kazanmış olduğu bir kuruşu bile yoktu…

Yaşı da genç değildi ki artık,…Toplum da bir birey olarak ta bazı kavram ve öğeleri de yitirmiş, onları kazanma şansını da kaybetmiş, geç kalmıştı tüm bunlar için… Geri döndürmekse mümkün değildi yaşama artık… Mutluluk oyunları oynayarak insan biriktirmeye çalışırdı hep, hangi insanı kazanmış, kazandığını sanmıştı sevgiyle acaba?

Sevgisi sömürülen ve sevgisi bu kadar kurnazca kullanılarak ihtiyaç giderme mekanizmasına dönüştürülen, kaç zavallı vardı acaba onun gibi yeryüzünde?

Ekonomik bağımsızlığı, gençliği, toyluğu ve kalp kıramayan duygusal yanından istifade edilerek, elinden alınmıştı. Kimse düşünmemişti ki onun geleceğini. Babasının konuşurken,”şu kızı da baş göz etsek de geleceğini kurtarsak” dediğini duymuştu. Bura da tutarsız olan, babasının okumuş ve uygar, aydın biri olduğunun herkesçe bilinir olmasıydı… Bu demek ki bir kızın geleceği,  biriyle evlendirilmekle sağlanıyormuş… Kim olursa olsun, işi olsun yeter… Rızkını temin etsin, yeri belli olsun…

İnsanlar seçimlerini kendileri yaparlar, hatalarını ise kimisi yaşayarak, kimisi de aklını iyi kullanarak fark eder. Önemli olan fark ettiği hatayı onarabilmekte… Peki, bu hatayı onarırken alacağı desteği nereden temin edecektir?

Çalışıyordu… Küçümsenmişti işi ve çalışması… Sanki sadece akademisyenler ekmek parası kazanıp, adam, insan yerine koyuluyormuş gibi…

Özel sektörde, emir altında çalışmak aşağılayıcı bir durum muş gibi işlendi onun kafasına. Yakışmazdı özel sektörde kalem işleri yapmak, üniversite mezunu, kariyer sahibi bir adamın karısına…Bu sebeptendir evlenir evlenmez işten çıkması için yapılan baskılar ona… İleride tüm haklarını ve hatalarını göğsünü gere gere savuna bileceği ve onarabileceği savunma mekanizması, bu şekilde elinden alınmıştı. Belki de bile bile kadınların savunma mekanizmaları bu tarz metotlarla ileriye dönük çökertiliyordu. Erkeğine, evine rızasız da olsa bağlı kalma mecburiyeti yaratmak için…

Sevgisi, sevgisine bağlı sadakati, gözünü kör etmiş, hiç iki bir etmeden elinin tersiyle itmişti geleceğini. İşte kadına has, kullanıma açık, güzel bir özellik daha…

Geleceği geldi ve buldu onu. Yorgunluğu onu hırçın, sevgiye küsecek kadar acımasız yapmıştı. Onu aciz bıraktı işte sonunda, bu tedbirsizce, düşüncesizce verdiği kararlar. İşini bırakması en büyük hatası olmuştu… Aradan geçen yirmi beş yıl, artık ona hatasını telafi edebileceği bir dayanakta bırakmamıştı.

Etiket meraklısı sevgi ve iyi niyet düşmanlarının oyunları, yaşının ve ortamın, siyasi yapının dahi izin veremeyeceği zamana kadar oyalamıştı onu. Ve şimdi eli kolu bağlanmış, her yaptığı hata psikolojik baskı ile hesap verme durumuna getirmişti onu...

Ona genç ve taze iken sunulanlar, sıkıntılarla geçirdiği çocukluk döneminden sonra gözünü ve gönlünü boyamak için yetmişti... Eşyalar, belki de hayal bile edemeyeceğini düşündüğü maddi ışıltılar, bulunduğu mahalleden başka göremediği dünyanın ona sunuluyor olduğunu düşündürmüştü.

Kız çocuğu olmak böyle bir şeydi bir zamanlar bu ülke de…Hala daha çok fazla değişen bir şey yok aslında..Oysa tüm bunları değiştiren,kadınların özlük haklarını yasaya, kanuna geçiren, yeniden yok edilmek, unutturulmak isteniyor günümüzde de…

Kadınlarımız ve kızlarımızın haklarını talep etmeleri, oyuncakları ellerinden alınmış,egolarını tatmin etme yolları yok edilmiş canlılar haline getiriyordu onları, kadınları ikinci sınıf canlı olarak görenleri…Kadınlarımız-kızlarımız her zaman her konuda fakirdi, fakir bırakılıyorlardı…Adeta karanlıkla örtülmüşler gibi kafesler içerisinde..

İki çocuk… Canından can verdi Allah ona. Onlara, bir şey oluvereceği endişesi ile yorgunluğunu dahi ifade edemeyecek duruma gelebileceğini hiç hesap etmemişti. Şükretti. Gecesini gündüzüne kattı. Yorgunluğunu, stresini üzerinden atması için kendi uykusuz gecelerini ve yorgunluğunu unutarak, eşine eş oldu. Bebesine ana oldu, gece gündüz süt oldu Diğer taraftan da kendine bir şeyler istemenin hayallerini kurdu. Gelecekti o günler, tekrar işe de girecek, onu da rahatlatacaktı eşi… İhmal ediveririm çocuklarımı ve eşimi diye, Allah’ım, kızı verir bana diye hep korktu, dua etti... Daha çok çalıştı. Her şey karşılıklıydı… Bekledi ve hala bekliyor.

Cehaleti belki de oyun oynuyordu ona… Kendi için hiçbir şey yapamadı işin aslı bu zaman içerisinde... Bir kitabı bile zevkle okuyamıyordu. Kırk kere başından kalkmak zorunda kalıyordu kitabın… Hangi vakti kendi için ayırabilmişti ki zaten şimdiye kadar? yorgunluğu ve desteksiz, iki yavruyu yetiştirme çabalarının, onu bu kadar yıpratabileceğini hiç düşünmemişti… Çünkü verilen sözlere inanmakta da hata etmişti. Hataları zaman sonra kocaman, devleşerek karşısına geçiyordu. O zamanlar küçücük, önemsemediği şeylerin hata olduğunu fark ediyor, bir zaman sonra da bu hataların devleştiklerini görüyordu. Eziyordu yaptığı hatalar şimdi onu… Düşünmeden verilen sözlerin geri dönüşü ona böyle oldu: Hükümsüz…

Bu kızın iyi niyeti ve fedakârlığı her işi düze çıkarırdı. Seçilmişti çünkü Anadolu’nun cefakâr anası, ana kuzusu, narin yetiştirilen kendini çok iyi bilen, tanıyan bu adam tarafından. Yüreği de açıkça önün deydi zaten bu kızın. Gözleri sevginin adını koymuştu. Hiç saklama ihtiyacı da duymuyordu ki zaten duygularını… Avcılar tarafından kolayca av olabilecek kadar saflığı apaçık ortadaydı. Oysa bu onu meziyet olarak algılıyor, güzelliğin sembolü, sevginin mihenk taşı olarak görüyor, dürüstlük olarak nitelendiriyordu bu saflığı… Kendini de çok akıllı sanıyordu…

Şimdi elli yaşlarında, dikili bir taşı dahi yok.

Sesini yükseltiyor zaman zaman ağlayarak iki gözü iki çeşme… Sonra bir den kendi sesinden irkiliyor ve susması gerektiğini düşünüyor. Çünkü artık, yaşamının geri kalanının bir garantisi olmadığı gerçeğinin farkında… Ne yapabilir ki bir zamanlar, birçok şeyi feda ederek ışıltısına kapılarak hatta sevgisine güvenerek, adım attığı bu evin kapısının eşiğine oturtulursa?

Tüm insanları sevgi ile kazanacağını düşünen, Polyannacılık oynayarak iyiliğin sözünün geçtiğine inanan o saf kız. İşte burada, cefakâr, fedakâr, hiçe sayılan, Anadolu kadını denilip gaza getirilen o saf kız, bakalım herkesin övgü ile söz ettiği Anadolu kadını birey olabilmiş mi?

Milyonlarca insanın içerisinde kadın cinsi olarak üç beş tanemizin sivrilişi de bizi tatmin etmeye yetiyor…Bakın örneklerimizde var..Hiç yakınmaya hakkımız yok der gibi…İşin ilginci de bu örneklerin çoğu da Anadolu kültürü ile yetişmemişlerden oluşuyor.Bizim kültürümüz kadının tek başına birey olmasına vasıf kazanmasına engel mi oluşturuyor da bu böyle yoksa…

Anadolu’dan kopup gelen bir sözde var: Yatacak yerin var mıdır senin ey insanoğlu?

Kadına bütün bunları reva görenler bu yetkiyi ve gücü fiziksel güçlerinden mi, korkusuzluklarından mı, sevgisizliklerinden mi ya da vicdansızlıklarından mı alıyorlar bilinmez…