Peygamber Efendimiz’in bir günü nasıldı?

Peygamber Efendimiz’i çok seviyoruz. O’nun hayatını örnek alıyor ve O’nun gibi yaşamaya çalışıyoruz. Peygamberimiz’in bir gününü nasıl geçirdiğini hiç merak ettiniz mi? Merak ediyorsanız bu yazıyı okuyun.
 
Peygamber Efendimiz gecenin son üçte birine doğru uyanırdı. Cihana bedel gözlerindeki uykuyu eliyle silerek doğrulur ve “Bizi öldükten sonra dirilten Allah’a hamd olsun. Yeniden diriltip huzurunda toplayacak da O’dur.” diye dua ederdi. Bazen Medine’nin berrak gökyüzüne bakarak, Âl-i İmrân Sûresi’nin son on bir âyetini okurdu. Sağ tarafından başlayıp gömleğini giyer ve ilk iş olarak inci dişlerini misvâklardı. Abdest bozacağı yere yaklaştığı sırada “Allah’ım! Her tür şeytandan (kötülüklerden ve günahlardan) sana sığınırım.” diye dua eder, oradan uzaklaşırken “Allah’ım! Beni bağışlamanı dilerim.” Anlamında “Gufrânek” derdi. (Tirmizî, Tahâret 7) Abdest alıp teheccüd namazına başlardı.

Canlı ve coşkulu bir ibadetten sonra mübarek bedeni yorulduğu için yeniden istirahata çekilirdi. Ayrıca geceleri Bakî Mezarlığı’na gider, vefat eden ashâbına dua ederdi. Çok önem verdiği bu görevi hiç ihmâl etmezdi. Sabaha doğru müezzin, Resûlullah’ın evine iki defa uğrardı. Birincisinde namaz vaktinin girdiğini haber verir, o zaman Efendimiz tekrar kalkıp sabah namazının iki rekat sünnetini kılar, sağ tarafına uzanıp dinlenirdi. Müezzinin ikinci gelişinde mescide çıkıp kendisini bekleyen ashâbına sabah namazını kıldırırdı. (Buhârî, Teheccüd 23) Namaza başlamadan önce safların ip gibi düzgün tutulmasını tavsiye eder, bazen sahabilerin omzuna dokunarak herkesi bir hizaya getirirdi. (Müslim, Salât 122-128)

ASHABIYLA SOHBET EDERDİ

Ortalık iyice aydınlanmadan namaz kılınmış olur, kadınlar geldikleri gibi sessizce evlerine döner, âcil işi olmayan erkekler Peygamberimizle beraber olmak, onun gül yüzüne doya doya bakmak için yerlerinden ayrılmazlardı. Mihrapta bağdaş kurup oturan Efendimiz güneş doğuncaya kadar ashâbıyla sohbet ederdi. (Müslim, Mesâcid 286)

Bazen ashâbına o gece gördükleri rüyayı sorar, rüyalarını tâbir ederdi; rüya gören olmamışsa kendi rüyasını anlatırdı. Zira Peygamberimiz rüyalarda önemli olayların ipuçlarını bulur, mü’minin gördüğü rüyanın peygamberliğin kırk altıda biri olduğunu söylerdi. (Buhârî, Ta’bîr 2)

EVİNE BESMELEYLE GİRERDİ

Peygamber Efendimiz daha sonra eve döner, besmele çekerek içeri girer, sol tarafından başlayıp ayakkabısını çıkarır, ev halkına selâm verirdi. Eve besmeleyle girildiğinde şeytanın üzüldüğünü, adamlarını “Artık burada kalamazsınız.” diye uyardığını söylerdi. (Müslim, Eşribe 103) Eve girerken “Allah’ım! Senden hayırlı giriş, hayırlı çıkışlar niyaz ederim. Allah’ın adıyla girdik, Allah’ın adıyla çıktık ve Rabb’imiz olan Allah’a tevekkül ettik.” der, içeri girer girmez yine dişlerini misvâklardı. (Müslim, Tahâret 43, 44)

Sonra hanımına evde yiyecek bir şey olup olmadığını sorar, yiyecek bir şey yoksa oruca niyet ederdi. (Müslim, Sıyâm 169, 170) Eline geçeni yoksullarla paylaştığı için yiyecekleri sık sık tükenir, evlerinde haftalarca yemek pişmediği olurdu. Âişe annemizin dediği gibi böyle zamanlarda hurma ve su ile veya komşuların gönderdiği yiyeceklerle yetinirlerdi. Bazen evde birkaç arpa ekmeğiyle sirkeden başka bir şey bulunmaz, Peygamberler Sultanı “Sirke ne güzel yiyecektir.” diyerek ekmeğini sirkeye banıp yerdi. Gün olur bir tabak yemekle, gün olur birkaç hurmayla idare ederdi. Bir şey yerken besmele çekmeyi, sonra da “elhamdülillah” demeyi hiç ihmal etmezdi.

HANIMINA YARDIM EDERDİ

Evde bulunduğu saatlerde eşlerine her konuda yardım ederdi. Gerekirse evi süpürür, hayvanları sağar, elbisesini yamar, kendi işini kendi yapardı. (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, VI, 256) Her sabah onların hatırını sorar, ihtiyaçlarını öğrenir, sonra da bunları temin ederdi. Bu maksatla evden çıkarken önce sağ, sonra sol ayakkabısını giyer, “Allah’ın adıyla çıkıyorum. Allah’a güveniyorum. Günahlardan korunmaya güç yetirmek, ibadet ve tâate kuvvet bulmak ancak Allah’ın yardımıyladır.” anlamında “Bismillah, tevekkeltü alellah, velâ havle velâ kuvvete illâ billâh.” derdi. Yolda karşılaştığı kimselere selâm verip tokalaşırdı. Duha namazı diye de anılan kuşluk namazını hiç ihmal etmezdi. Öğle sıcağı iyice bastırınca kaylûle yapar yani öğle uykusuna yatardı. Sevdiği kimselerin evinde de kaylûle yaptığı da olurdu.

HASTALARI ZİYARET EDERDİ

Vaktinin önemli bir kısmı Mescid-i Nebevî’de geçerdi. Müslümanlarla orada görüşüp sohbet eder, sorularını cevaplandırır, öğüt isteyenlere öğüt verirdi. Önemli bir duyuruda bulunacağı zaman herkesi orada toplar, ganimet mallarını dağıtır, göndereceği heyetleri, askerî birlikleri, tayin edeceği kumandanları, valileri, zekât memurlarını, dini öğretecek muallimleri belirler, yabancı heyetleri kabul eder, onları orada veya mescidin yanında kurulan çadırlarda ağırlardı. Hasta olanları sorup öğrenir, onları evlerinde ziyaret ederdi. Dargın olanları barıştırmaya çok önem verir, evleri uzakta bile olsa, yanına birkaç kişiyi alarak oraya gider, barışmalarını sağlardı. Sahâbîler, evlerinde Resûlullah’ın namaz kılmasını, böylece yuvalarının bereketlenmesini isterler, yemek ikram etme bahanesiyle onu davet ederlerdi. O da kimseyi kırmaz, istedikleri yerde namaz kılardı. Şayet orası Mescid-i Nebevî’ye uzaksa, namaz vakti de girmişse, evdekilere imam olup namazı kıldırırdı.

SAĞ TARAFINA YATARDI

Yatsı namazı kılındıktan sonra önemli bir işi yoksa, kardan beyaz dişlerini temizleyip abdestini alır, yatağına gider, İhlâs ve Muavvizeteyn’i yani Kulhüvallâhüahad ile Kul eûzüleri okuyup ellerine üfler, sonra da ellerini yüzüne ve vücuduna sürerdi. Yavaşça sağ yanına uzanır, mis kokulu avucuna gül yanağını koyar ve bazı dualar okurdu. Kimi zaman kısaca “Allah’ım! Senin adınla ölür, senin adınla dirilirim.” Anlamında “Allâhümme bismike emûtü ve ahyâ.” der (Buhârî, Daavât 7, 8) bazen daha uzun dualar okur, sonra kendisini bir tür ölüm kabul ettiği uykunun kollarına bırakıverirdi.
 
BİR SORU-BİR CEVAP

Çocuğum bana karşı çok saygısız, ne yapayım?

Öncelikle şunu ifade edelim ki, anne-babanın, hangi yaşta olursa olsun çocuğundan saygı görmek istemesi en doğal hakkıdır. Ancak burada saygı kavramını sorgulamakta fayda vardır. Özellikle ergenlerle yaşanan saygısızlık sorununun baş sebebi saygı kavramının çocuk ve ebeveyn tarafından farklı tanımlanmasıdır.

Mesela çocuk için ebeveyninin karşısında bacak bacak üstüne atmak gayet normalken, ebeveyn bunu bir saygısızlık olarak benimseyip sinirlenebiliyor veya üzülebiliyor. Bu örnekler artırılabilir. Bu tarz bir durumda ebeveynin beklentilerini asgariye indirgeyip ve bu beklentileri, çocuğuna sükunet içinde aktarması ve tartışmalara mahal vermemesi gerekir.

ÇOCUĞUNUZLA KONUŞUN

Çünkü çocuğun sürekli ikaz edilmesi ve ikaz edildiği halde ebeveynin istediği davranışları görememesi aradaki ilişkiyi iyice yozlaştırır. Bu sebeple ebeveyn ve ergen karşılıklı olarak beklentilerini birbirlerine aktarmaları ve asgari müştereklerde buluşarak anlaşmalara varmaları gerekir.

Bunun dışında ebeveyn çocuğunun davranışlarını anlamlandırmaya çalışırken kalıplardan sıyrılmalı ve çocuğun içinde bulunduğu çevreleri dikkate almalıdır. Saygısızlık davranışının diğer bir boyutu çocuğun küçük yaşlarda öğrendikleri ve şartlandıklarıdır.

TERBİYE ÖNEMLİ

Ebeveynlerin yaptığı en büyük hata küçük yaşlarda çocuklarının hatalı davranışlarına göz yummaları ve hatta tebessümle karşılamalarıdır. Bu şekilde çocuk hatalı davranışlarının doğru, güzel ve dikkat çekici olduğunu düşünerek büyür. Bir süre sonra bu davranışlar oturmaya başlar ve önüne geçilemeyecek boyutlara ulaşır.

Bu sebeple küçük yaşlarda sevgiyle yoğrulmuş disiplin anlayışını benimsemek ve daha bebeklikten itibaren devreye sokmak gerekir. Aksi takdirde temelini kendimizin kurduğu bu hatalı davranışlar bizi ve çocuğumuzu çok fazla yıpratır.

BİR DUA

Ey tövbeleri kabul eden Rabbimiz!

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Ey tövbeleri kabul eden ve dualara karşılık veren Rabbimiz! Sana yöneldik. Peygamberimiz’i şefaatçi yapıyor, ellerimizi O’nun mübarek ellerinin altında tutuyor ve istediklerimizi öylece istiyoruz. Günahımız çoktur ama Senin rahmetin her şeyi aşkındır. Bize rahmetinle muamele et.

HİS DÜNYASI

Ölüme eğilmek
Uyumaya değil
Rüyalarıma gidiyorum
Orada yaşayacağım isteğimce
Uyanıkken hiç yaşayamadığım
 
Hepsi de gençti güzeldi
Sevdim sevildim diye aldanarak
Son gördüğüm onlar olacak
Bunca yıldır sevgiye dayanamadığım
 
Ölüme değil
Sonsuzluğa gidiyorum
Orda dinleneceğim gönlümce
Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim
 
Kalemim yine elimde
Kağıtlarım da önümde
Son uykusunda düşecek başım
Sağlığımda hiç eğmediğim
Aziz Nesin
 
REHBER İNSAN

Daima düşünceli bir hali vardı

Hüzünlü bir hali vardı, daima düşünceli olur, rahat yüzü görmezdi. Uzunca sessiz durur, gereksiz yere konuşmazdı. Özlü söyler, veciz konuşurdu. Haşin değildi, hiç kimseyi küçümsemezdi.
O, aşırı uzun değildi. Kısa boylu da değildi. Yalnız başına yürüdüğü zaman, orta boylu olarak nitelenebilirdi. İnsanlar onunla beraber yürüdüklerinde ancak omuz hizasında kalırlardı. O’ndan ayrıldıklarında yine uzun görünürlerdi. Sevinçli olduğunda yüzünün kıvrımları ışıl ışıl nur saçardı.

Bir sahabi anlatıyor: “O’nu kahkaha ile gülerken hiç görmedim, hoşlandığı bir şey karşısında ancak tebessüm ederdi. Hz. Peygamber, cemaatin huzuruna çıkacağı zaman saçlarını, sakalını tarardı. ‘Ya Resulallah! Niye böyle yapıyorsun?’ derdim. ‘Allah (cc), kullarından, kardeşinin yanına çıkarken güzelleşenleri sever.’ buyururdu.
 
ÖRNEK HAYATLAR

Hani sağ kolun nerede?

Kumandanlarından biri bir zafer dönüşü Halife Hz. Ömer’in huzuruna çıktı. Yanında kısa boylu, tıknaz biri bulunuyordu. Hz. Ömer “Bu kim?” diye sordu. Kumandan anlattı: “Efendim bu benim sağ kolumdur. Hangi görevi verdimse başarı ile tamamladı. En gizli haberleri yerine ulaştırdı. Bazen bir orduya bedel hizmet gördü. Ben sadece ona güvenirim. Zaferlerimi onun sayesinde kazandım diyebilirim.”

Aradan zaman geçti, aynı kumandan halifenin huzuruna yeniden çıktı. Ama mağlup bir kumandan olarak Halife sordu:

- Hani sağ kolun nerede?

- Sormayın ya Ömer, ihanet etti, düşman tarafına geçti.

Hz. Ömer bu defa konuştu:

- Allah’tan başka hiç kimseye dayanmamak gerektiğini geçen sefer söyleyecektim vazgeçtim. Bir musibet bin nasihattan yeğdir diye düşündüm.

ALTIN ÖĞÜTLER

Gıybet edecek birini arıyorsanız!

Allah dostlarından İbrahim Desûkî Hazretleri bir defasında yanındakilere şu nasihatte bulunmuştu:

İsterim ki, dâima sünnetle amel edesiniz. Bu yolda lüzumlu olan edeb esâsına da riâyet edesiniz.

Cesur olmalısınız. Gölgesinden bile ürken korkaklardan olmamalısınız. Herhangi bir sıkıntı, ilk anda sizi yere sermemeli.

Gıybet etmek için birini ararsanız; babanızın, ananızın gıybetini ediniz. Çünkü onlar; iyiliklerinizi almaya, diğerlerinden daha lâyıktır.

İnsanların ve cinlerin ameli kadar amelin olsa bile “ben” demekten sakın! Zira Allah, “ben” iddiasında bulunanları acziyet içerisinde bırakır. Benlik davasında isen maddî ve manevî derecen
düşer, bunu unutma!

HADİS BAHÇESİ

Rabbimize teşekkür ediyor muyuz?

Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Allah, kulunun bir şey yedikten sonra hamd etmesinden, bir şey içtikten sonra şükr etmesinden hoşnut olur.” (Riyazü’s-Salihin, Erkam Yayınları)

Hadisin verdiği mesajlar

1.
Allah razısını kazanmanın pek çok yolu vardır.Yenilen, içilen nimetlere şükr etmek de bu yollardan biridir..

2.
Allah, kullarına hadsiz hesapsız karşılık verir. Bu sebeple O’nun rahmetini kazanmaya bakmak gerekir.

3.
Paramızla aldığımız halde satıcıya teşekkür ediyoruz. Bize karşılıksız bunca nimet veren Rabbimize teşekkür etmeli değil miyiz?
 
BİR NÜKTE

Rızkımı sen verdiğin için!

Hazreti Süleyman bir karıncanın bir senede ne yiyeceğini sormuş. “Bir buğday” demişler. O da denemek için karıncayı bir kutuya koymuş ve içine de bir tane buğday atmış. Bir sene sonra açıp baktığında kutuda karınca ve buğdayın yarısı varmış. Karıncaya sormuş: “Sen senede bir buğday yemez miydin?”. “O, rızkımı Allah verirken öyle idi. Ama rızık senin vasıtanla gelince senin ileride ne yapacağını bilemedim ki onun için ihtiyatlı davrandım.”
 
BİR HATIRLATMA

Peygamber Efendimiz’in hayatına kısa bir bakış

Doğumundan vefatına kadar hayatı tarihî vesikalara dayanılarak, hemen hemen bütün ayrıntılarıyla bilinen Peygamber Efendimiz, Arabistan yarımadasının Mekke şehrinde miladî 571 tarihinde dünyamızı şereflendirmiştir. Bölgenin saygın kabilelerinden Kureyş içinde köklü bir aile olan Haşimoğullarına mensuptur. Babası, Kureyş’in ileri gelenlerinden Abdulmuttalib’in oğlu Abdullah, annesi Zühre kabilesinden Vehb’in kızı Amine’dir.

Daha doğmadan babasını kaybeden Muhammed (aleyhissalatu vesselâm), iki yıl dedesinin himayesinde kaldı. Bir müddet sonra onu da kaybedince amcası Ebu Talib’in yanına verildi. Çocukluk yıllarını Mekke civarında geçirdi. On iki yaşlarında amcası Ebu Talib’in ticaret kervanıyla Suriye’ye yolculuk yaptı. Yirmi yaşından sonra Mekke’nin zengin tüccarlarından biri olan Huveylid’in kızı Hz. Hatice’nin ticaret kervanını yönetmek üzere ikinci defa Suriye’ye gitti. Yirmi beş yaşında Hz. Hatice validemizle evlendi.

Kırk yaşlarında daha önce hissetmediği bazı ruhî tecrübeler yaşamaya başladı. Mekke’deki Nur dağının tepesinde bulunan Hira mağarasında inzivaya çekildi. Daha önceleri hiç yapmadığı bu inzivayı âdet halinde getirdi. İnzivada bulunduğu günlerin birinde insan suretinde bir melek ona doğru geldi ve ona “Oku” dedi. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Ben okumasını bilen birisi değilim.’ deyince melek onu kuvvetle sıkarak ikinci kez “Oku!” dedi. Üçüncü defa da aynı olay vuku bulunca melek ona şu ilahî hitabı duyurdu:

“Yaratan Rabbinin adıyla oku! (O Rabbin ki), insanı bir yapışkan hücreden yaratmıştır. Oku ve (de şunu bilmiş ol ki,) insana bilmediklerini bildiren, kâlemle (yazmasını) öğreten Rabbin, kerem (büyük bir ihsan ve lütuf) sahibidir.” (Alak, 96/1-5)

Peygamberlikle görevlendirilen Peygamber Efendimiz, Allah’tan aldığı vahyi zaman kaybetmeden insanlara tebliğ etmeye başladı. Yapmış olduğu davet esnasında ashabıyla birlikte tahammül edilmesi zor acı ve sıkıntılara maruz bırakıldı. Bunun üzerine peygamberliğinin on üçüncü yılında Medine’ye hicret etti. Burada birbiri ardınca meydana gelen çetin muharebelere ve engellemelere rağmen Peygamber Efendimiz risalet görevini başarıyla tamamladı. Miladî 632 yılında, sonunda her fanî gibi o da, insanlara, arkasında Allah’ın kelâmını ve kendi sünnetini vasiyet ederek Rabbine yürüdü.