PAPATYALAR KURUMADAN

…Ve bir gün; 
Bir masal günü doğar dağların ardından karanlıklara, bir güneş gibi… Uzaklarda, çok uzaklarda bir çatı altında anlatılan bir sevda masalının sözleri yankılanırken ahşap tavanlı oda da, aşkın dillere yön verdiği, anlatılanlar duyuldukça simalar da gülleri ağlatan bir masalın kahramanları da o saat doğar geceye ansızın… Köşeliklerin üzerinde ki iki kandil ışığın soluk-sarı yansımasına, ay ışığı gibi parlayan iki sevdalının silueti yansır masalın satır aralarına… Aşk ile silahlanan tüm sözcükler, gecenin sustuğu bir zaman aralığında, bir fısıltı yayar kulaklara…
“Papatyalar kurumadan…”

Anlatanın hemen yanında, mavi vazo içinde ki bir demet papatyanın belinde ki bağ çözülerek, dinleyenlerin ellerine bırakılır tane tane… Yeşil bir dalın ucunda ki narin salınışıyla, kar beyaz yapraklarına dudaklar usulca dokunarak az önce ki fısıltıyı tekrar eder yavaşça… 

“Papatyalar kurumadan…” 

Mavi vazo yalnızlığına ağlarken, fısıltılar son bulup, dudaklar mühürlenir o an. Anlatıcının dilinden, kulakları ziyaret eden bir nazenin ses, fazla zorlanmadan alır tüm gönülleri satır aralarına… 

Ve masal başlar o an… 

“ Bak göreceksin! Papatyalar kurumadan geleceğim yanına… 

İri ceylan gözlere bir kara bulut dalmış, güzelim pırıltılarına ıslaklığını bırakırken genç kız sorar yavuklusuna “ Söz veriyor musun?” 

Kara kaş, kara göz bir bilinmezliğin koynundayken nasıl söz verirdi ki ceylanına? O ceylan ki, gözlerine her konuk olduğunda bir çığlığın figanıyken hem de… Seni seviyorum’ların, kıyamadığımsın’ların avazıyken yüreğinde… 

“Geleceğim ya…” 

Bir köprü kurulur iki bakış arasında o gün. Diller susar, yürekler akar usulca birbirine. Kara kaşlar çatılır ceylanı görmeden, bir sıkıntı vardır halet-i ruhiyesin de… Zaman bu zaman, saat bu saattir işte. Belki ona bahşedilen son sarılmaların, son sıcaklığın, son solukların olduğu an, bu andır belki diye düşünerek, ceylanını sarar doyasıya… 

Gün ışımadan hazırlanan bir doru atın üzerine, keçeden bir kilim atılırken, ceylanı bir köşede yine hüzünleri ağırlar gözlerinde. Yiğit, öyle bir yiğittir ki, kan kusup-kızılcık şerbetini bir çırpıda yutar ammaaa, yine de belli etmez ayrılık acısını sevdalısına… 

Veda buseleri, katrelerden bir top yangını da bırakır dudaklar ile buluştuğu yere ve yiğit etrafına bakınmaya başlar. İki taş arasında sıkışıp kalmış olan bir papatyayı ayırıp toprağından “ Ya ben ya bu papatya gelecek sana…” diyerek ayrılır sevdasının yanından… 

Günler, günleri kovalarken, papatyalardan bir beyaz örtü serilir tarlaların üzerine. Yiğidin ceylanı bakar bakar ağlar papatyalarına. İçinde garip bir sancı ile boğuşmaktadır günlerce. Sanki papatya tarlasına her baktığında birazı, birazı daha solmaktadır usulca… 

Kapı eşiğine ayak basmaz sonrasında. Gözlerini sabitler beyazların ortasına ve beklemeye başlar uğurladığı sevdasını. Artık yemeyen, giymeyen, içmeyen odasına adım atmayan bir tuhaf ceylandır onsuzluğunda… 

Gün geçer, güneş geçer akşam olur sessizce… 

Yiğidin ceylanı, beyazı üzerine çeken tarlanın yavaşça karardığını gördükçe, karadan daha kara günleri ağırlamaya başlar yüreğinde… Bir dua gibi düşer yavuklusunun son sözleri diline “ Papatyalar kurumadan… Ya papatyam ya ben…” 

Gözlerinin önünde ki beyazların kuruyup, karardığı gibi cılız bir bedenin kara bir gölgesi sinmiştir üzerine… Beklemek… Ölümü beklemek gibi zor, doğumu beklemek kadar sancılıdır artık… 

…Ve bir gün… 

Hain bir gecenin koynundan dolu-dizgin gelen bir dört nalın sesi çalınır kulaklarına… Yüreği sevinçle sevda beşiğini sallamaya yeltenir hemence… Kararan gönlüne yeşili tam düşürecekken, filiz verecekken gülümsemeleri, doru atın terkisine atılan karartıyı görünce bir ateş düşer yüreğine… 

Yelelerine rüzgârı bağlayan bir at ile yiğidi mi gelmekte acep? 

Korkuyla lal olur ağzı-dili. Nefesi tam tükenecekken doru at gelir ve durur ayakları dibinde… 

Hiç konuşmaz yabancı, doru attan iner ve yine o doru atın terkisinde ki karanlığı usulca indirir yere… 

Ak gömleği yırtılan, kara perçemine kan sıçrayan yiğidi zorlukla gülümser yavuklusuna. 

Aynı gün aynı gece, ceylanın ayakları dibinde ki yiğidin son sözleri karışır karanlığa… 

“Papatyalar kurumadan geldim ceylanım…” 

Tükenişin sonu başlangıçta ki sözlerle aynıdır artık… 

Bir beyaz papatyanın ruhuna sarılıp, sonsuzluk âlemine doğru yol alır yiğit böylece… Ah o ceylan ki, yırtar karanlıkları sesiyle, dilinde ise hep aynı dua “Papatyalar kurumadan yiğidim…” 

Ve ansızın biter masal o gece… 

Anlatan, dinleyenlere seslenir yeniden “ Ağlamayın, ağlatmayın, papatyalar kurumadan yetiştirin suyuna…” 

Ve bir masal biter, uzaklarda bir çatının altında…